Masallarda Anne Yok?
İnci Gürbüzatik
Piyasa ‘Çocuk kitapları çok satıyor’ düşüncesiyle yazılan, çocuk gelişimi açısından sakıncalı, ruhsal yönden sarsıcı, yanlış öğretili -çoğu bana göre çöp- fütiristik çocuk kitaplarıyla dolu. Çocuk kitabı yazmanın daha çok sorumluluk gerektirdiğini biliyor o yüzden de bu konuyu çok önemsiyorum. Çocukların kitapla tanışmasında, dili, sözcükleri, anlatılan olayları, ders çıkartılacak konuları, kişilerin karakterleri, oluşturulan ortam, atmosfer, özenle, incelikle tasarlanmalı. Başlı başına tartışılması gereken önemli bir konu olarak görüyorum çocuk kitaplarını.
Öyle çok çocuk kitabı okudum ki, hem de sıfır yaş için yazılanlardan başlayarak. Torunum vardı da ondan. Çocuklarım küçükken içeriklerini inceleyip beğenmeyince değiştirerek okuduklarımı saymıyorum. TRT Ankara Radyosu Çocuk Saati Programlarımı yapar onlar için eğitici dramalar yazarken okuduklarımı da saymıyorum. Günümüzde çeşitlenen, içerikleriyle korkutucu boyutlara ulaşan çocuk kitaplarının artışını görünce böyle bir yazı yazmam gerekti, çocuklar için yazılan kitaplar konusundaki deneyimlerimi çocuk kitapları seçiminde zorlananlara aktarmalıyım.
Torunum daha bebekti. Ben yurt dışındaydım, kitapçıların çocuk kitapları bölümünde kitap kurdu gibi geziniyordum. Ona ilk aldığım kitaplar çeşitli boyutlarda, içi pamuk dolu yumuşacık, bir tür bezden oyuncaklardı sanki. İstediğiniz yere sığabilecek, kolaylıkla taşınabilecek, göze şölen, eğitip öğreten bu kitaplar, yaşa göre tasarlanmış, inanılmaz güzellikte çizimlerle bezeliydi. Şaşırmıştım ama bez olmasının gerekçesini de anlamıştım. Yumuşacık oyuncak kitaplar, insan yavrusunun okumayla tanıştırılması, kitabın bir bebek algısına indirgenmesiydi işte. Amaçlı bir ambalaj diyeyim ben buna, bir bebeğe okuma algısı vermeyi sağlayan, albenili bir kitap.
Kitapların içeriği, anlattıkları, çocukların yaşıyla orantılı, pedagojik yönden sakıncasız, sosyal çevreyi algılamasına, tanımasına, insanı ilişkilerini düzenlemesine, duygu değişimlerine, adalet ve vicdan oluşumlarına uygun olarak tasarlansın istemiyor muyuz hep? ‘Çocuklarımız okumayı sevmiyor, hele büyükler hiç’ dediğimizde işte böyle oyuncak kitap temeline inmemiz, hele de onlara okur olarak örnek olmamız gerekmiyor mu? Bunu düşünmekte belki de artık bilgisayarlara, tabletlere, akıllı telefonlara, androitlere mahkûm olduğumuz şu günlerde çok geç bile kaldık.
Torunumun yaşı ilerledikçe sayfalar çevrildiğinde öyküsünün dekoru açılan, cümbüşlü, içerikle uyumlu çizimlerle bezeli çocuk kitapları üzerinden drama ile zenginleştirdiğimiz okumalar yapmaya başladık. Kitap üzerinde düşünmek, karakterlerin eylemleri hakkında fikir üretip çeşitleme yapmak, ‘o seçimi, o davranışı neden öyle yapmış olabileceğini’ sorgulamak eğlenceli bir okumayı öğrenme eylemine dönüştürdü. Birden ortaya çıkan bir olayın, durumun, sıradan bir insanın o olay karşısında tutunduğu tavrın, davranış biçiminin, onu neden bir kahramana ya da kötü bir insana dönüştürdüğünü hikâyenin dramasında gördük. Adalet, vicdan, eşitlik, insan hakları, demokrasi gibi soyut kavramların önemini, canlıların, doğanın, çevrenin, hayvanların nasıl bir uyum içinde olduklarını, doğanın düzenini, yok edilişinin sonuçlarını kitaplar üzerinden tartıştık. Ezenden değil, ezilenden yana, adil olmanın, adalet kavramının, paylaşmanın önemini öğrenmek kitaplarla mümkün oldu. Masalların çoğunda haksızlığa uğramış bir ezilen, onu ezen güçlü ama adaletsiz biri, ezilenin önünde bir engel hep vardı çünkü.
Masallardaki kahramanların çoğu kız çocuklarıydı ve ne yazık ki hiç birinin annesi yoktu. Dramaydı bu. Anneler ölünce çocukların başlarına kötü şeyler geliyor, masal da işte bu dramatik olay nedeniyle başlıyordu. Sindrella’nın annesi yoktu. Pamuk Prenses’in, Rapunzel’in, Uyuyan Güzel’in, Küçük Deniz Kızı’nın, Hansel ve Gretel’in, Gülen Ayva Ağlayan Nar’daki prenseslerin anneleri yoktu. Çizmeli Kedi’deki kral kızının, Alaaddin’in , Ali Baba ve Kırk Haramiler’ deki Mercan’ın da Prenses Yasemin’in de annesi yoktu. Küçük Prenses Sera’nın da Pollyanna’nın, Heidi’nin de annesi yoktu, Andersen Masalları’nın çoğunda da kızların, oğulların anneleri yoktu. Dramaydı işte bu.
Anne neden yoktu?
Yıllar geçtikçe torunuma okullarında, ödev olarak verilen çocuk kitaplarını da okur oldum. Dedim ya çocuk kitapları okuma merakım, kim ne yazmış, nasıl yazmış bu kitabı neden okul ödevi olarak vermişlerin merakındandı. Daha çocuk kitabı yazmamıştım ama Ankara Radyo’sunda çocuk programları yapmış, küçük skeçler, eğitip eğlendiren oyunlar, dramalar, Devlet Tiyatrolarına Edebi Kurul’dan geçen yarışmalar kazanmış çocuk oyunları yazmıştım. Torunuma, ilk ve ortaokulda, dönem ya da yaz ödevi olarak verilen çocuk kitaplarının yazarlarının -ki bazıları ünlü yazarlardı- kitaplarını okuduğumda büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim. Hele o kitaplardan biri o zamanlar 8.baskısını yapmıştı-şimdi kim bilir kaçıncı baskıda-, belli ki yazarın ismi sattırmış, okula da tercih yaptırmıştı. ‘Bu kitabı nasıl olur da çocuklar okur, okul böyle bir kitabı ödev olarak öğrencilere nasıl verir?’ deyip hayret etmiştim. Pedagog değildim ama bu konuda bir derneğin ya da birilerinin, çocuk kitap eleştirmenlerinin konuyu fark etmelerini birkaç yorum getirmelerini de isterdim. Pedagojik yönden son derece sakıncalı bulduğum masalı, annesinin anlattığını önsözde özellikle belirtiyordu ünlü yazar. Artık ne diyeyim. Bir başka ünlü çocuk kitapları yazarı çevre sorunlarını anlatmak için seksen-doksan sayfalık bir kitabın içine çocukların aklını allak bullak edecek karada, havada, denizde, sorun, bilgi, artık ne aklınıza geliyorsa üstelik yabancı dillerdeki tanımlarıyla birlikte doldurmuştu. Torunumun bu iki kitapla ilgili ödevi ne kadar zor, istemeden, sevmeden, yazılanları anlayamadan –nefretle- yaptığını söylemeliyim. Çocuğa her şeyi yutturur, kabul ettiririz mantığıyla yazılan, Türkçesi, dili, cümleleri, ifadesi bozuk, ne anlattığı anlaşılmaz öyle çok Google amca kaynaklı çocuk kitabı okudum ki. Bu başıbozuk konunun ilgilisi bence çocuk pedagogları, sosyologları çocuk kitap eleştirmenleri aslında eğitimciler olmalı. Ama nerede?
Önemli bir Çocuk kitapları Yarışmasının jürisindeydim. Gelen bütün kitapları büyük bir titizlikle okudum, notlar ala ala, çünkü hep önemsemişimdir jüride olmanın o önemli sorumluluğunu. Öyle kitaplar geldi ki inanamadım. Koca ciltli, kalıbı görkemli bir kitap, çocuk kitabı olma özelliğiyle değil sanki tanınan ressamının çizimleri, yazarının yarışmayı düzenleyen kurumla olan ilişkileriyle ödüllendirildi. Ambalajıyla göze çarpan kitabın metni topu topu iki A4 kağıdını geçmezdi; oysa yarışmaya katılan gerçekten çok önemli, değerli öğretileri olup ödül hak eden başka çocuk kitapları vardı. Jüri’de olmanın deneyimleri benim için tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Çok dürüst jüriler olduğunu da biliyorum sözüm onlara olamaz zaten. Jüri yeminliyim. Bu da bu arada bilinsin isterim.
Bir keresinde bir sanat ortamında çocuk kitapları yazan biriyle tanışmıştım. ‘Yazar’ diye kartvizit bastırmıştı. Şaşkınlıkla bakmıştım uzattığı karta. Adını hiç duymamıştım oysa. Ama diyeceksiniz ki, ‘duymanız gerekmez’. Haklı olabilirsiniz. Ama bir başka yerde de çocuk kitapları yazdığı söylenen bir başka yazarla tanıştırıldım, onun da adını hiç duymamıştım. Boş bulunup ‘kitabınız var mı?’ diye sordum. Yazar, yüzüme tıpkı filmlerdeki gibi küçümseyerek baktı ve ‘ tam 67 tane’ dedi. Bayılıyordum. Ben daha üç kitabı zor yazabilmiştim. ‘Vay canına! Tam atmış yedi çocuk kitabı ha?’ E ben öleyim o zaman’ dediğimi hatırlıyorum. Şimdi bu sayı kim bilir kaça çıktı?
Pedagog değilim, eleştirmen de, sağduyulu, dikkatli bir okur olarak sözüm çocuk kitapları konusunda ahkâm kesmek değil, aksine onların önemine dikkat çekmek. Pedagoglar bu işlere görüldüğü üzere bulaşmıyor, çocukların eğitimleriyle kafaları iyice karışmış anne-babalar da uzaktan eğitimli derslere odaklı. Durum böyleyken çocuk kitaplarını düşünebiliyorlar mı bilemiyorum ama şurası da bir gerçek ki pandemi günlerinde en çok çocuk kitapları satmış. Anne babaların çocuk kitapları konusunda sesleri çıkmıyor çocuklar evde üstelik. Eğitimciler zaten kendi dertlerinin çözümsüzlüğündeler. Meydan ziyadesiyle boş ve ne yazık ki çok kötü çocuk kitapları yazıp para basanlarla dolu. ‘Çocuk kitapları çok satıyor, çok para kazandırıyor’ inanışı yaygın çünkü. Ne yazık! Öyle her kafasına esen ya anasından-babasından duyduğunu, ya da kafasına göre bulduğu konularla çalakalem dil kuralsız, Türkçe’si bozuk yazıp resimleyip bastırır oldu. Şimdi bütün çocuk kitapları yazarları bunu üstüne alınmasın diye de peşin peşin söyleyeyim ki çok başarılı, önemli, değerli çocuk kitapları yazarlarımız da var bizim. Onları tanımak gerek. Kitaplar çocuğun yaşı, sosyal çevresi, eğitim düzeyine göre pedagojik yönden değerlendirilerek yanlışsız, edebi bir dille yazılmalı. Dil tadı, sözcük dağarcığı, ruhu, algısı, beğenisi göz önünde bulundurularak elbet.
Amaç, çocuklara kitapla dokunmak, onlara yararlı olmak, okuma alışkanlığı kazandırmak mı, ya da çok satıp para kazanmak mı, noktasında dengesini kaybeder oldu. Çocuk yazarlarımızın bazılarının konuyu ne kadar önemsediğini, bu konuda ciddi çalışmalar yaptıklarını biliyorum. Çocuk kitabı yazan pek çok arkadaşım var, onların yazım sürecindeki titizliklerini, duyarlılıklarını, karşılarına çıkan engelleri aşma mücadelelerinden biliyorum. Ama öte yandan da okuduğumda beni hayrete düşüren, üzüldüğüm, klişe konuları bir adım ileriye götürmeden estetik bir katkı, yarar geliştirmeden, yeniden yeniden yazan çok sayıda baskı yapan, tanıyıp tanımadığım çocuk kitap yazarları da var. Öyle kötü çocuk kitapları ki bunlar. Böylesine haksız bir rekabet ortamında yararı olmayan kitapları okuyan çocuklara acımaktan başka bir şey gelmiyor elimden. ‘Ah anneler, babalar, öğretmenler, bu çöp kitapları çocuklara okutmayın. Biraz ilgilenin rehber olun, ışık tutun çocuklarınıza’ diyorum o zaman da.
‘Çöp kitap’ sözüme kızan, bana ‘Ama her kitabın yararlı bir yanı var’ diyenler de var. İyi, çöp demeyim, ‘Atık kitap’ diyeyim öyle olsun o zaman. Lütfen seçici olun, araştırın, önce inceleyin, çocuklarınızın kitaba ayırdıkları o değerli zamanı ona değen kitaplarla değerli kılın. Taa bebeklikten başlayarak ama. Temelden. Ha! Bir de çocuklarınızla birlikte düşünün.
Masallarda neden anne yok?
Yorum
Çok önemli bir konuya…
Çok önemli bir konuya değinmişsiniz. Gerçekten de "çocuk kitabı yazarı" enflasyonu var! Ebeveynler nitelikli okursa, çocukları için seçici davranıyorlar.
İnci Gürbüzatik'in yazısı üzerine
Değerli İnci Hanım, yazınızı ilgiyle okudum. Önemli bir konuyu işlemişsiniz. Ama masallarda anneler yok deyip bunun getireceği sorunları derinleştirecek yerde bizim edebiyata yönelik "‘Ah anneler, babalar, öğretmenler, bu çöp kitapları çocuklara okutmayın. Biraz ilgilenin rehber olun, ışık tutun çocuklarınıza" diyorsunuz. Güzel. Ama nasıl? Kendileri nitelikli kitap seçmek için hangi ölçüyü kullanacaklar? Dil, kurgu, konu, merak ögesinin şöyle kullanılması, çocuğun hayal dünyası ile böyle örtüşmesi ve konunun şöyle bitirilmesi... Biliyorlar mı? Bu konuda bilgi ve ölçü vermiyor, şikayetlerinizi sıralıyorsunuz. Böylece ailenin kitaptan uzaklaşma tehlikesi doğabilir. Üstelik kaliteli kitaptan bile geçinecek kadar para kazanılmazken "çöp kitaptan" nasıl o kadar kazanılıyor onu da çok anlayamadım. Kitap seçmek elbette çok zordur. Ben de önce çocuklarıma, sonra torunlarıma nitelikli kitap bulmakta zorlandım. Yazınız bütünüyle olumsuz giderken şunu da dikkat çekiyorsunuz: "...çok başarılı, önemli, değerli çocuk kitapları yazarlarımız da var bizim. Onları tanımak gerek." Güzel, ama kim onlar? Adını ve kitabını söylemez, 0nları tanıtmazsanız aile-öğretmen, biz ve başta çocuklar nasıl tanıyacağız? Lütfen! Bir konuyu eleştirip ortada bırakmak yerine seçenek de sunun. Hele hele çocuk edebiyatında... Yanlış mı düşünüyorum acaba? Saygılarımı kabul edin lütfen.
Yeni yorum ekle