Acıya Tutunmak…
Gülbeyaz Cihan*
“İnsan, geçmişinin yükünden kurtulabilirse geriye cesaret kalır”
Krishnamurti
Bizler çoğu zaman yaşadığımız sorunların büyük kısmını köklerimize bağlar, buna içerler ve kendimizi bahtsız ilan ederiz. Ben bunu ‘acıya tutunmak’ olarak tanımlıyorum.
Bu konuda doğayı örneklemenin akıl açıcı olduğu inancındayım. Mesela, bir ağacı düşündüğümde; rüzgarda, fırtınada, aşırı sıcaklarda yani kısaca dengesinin bozulduğu durumlarda köklerine kızmak, öfkelenmek yerine onlara daha sıkı bağlanır, onlardan güç alır.
Ben de bir kasırgaya maruz kaldığımda ilk sığınacağım yer annemle babamın yanı olur. Onlarla bir araya gelmek soruna bakış açımı değiştirir ve sorunu hafifletir; köklenmiş ve güçlü hissederim kendimi. Çünkü kendilerinde mevcut olan cesaretin, desteğin ve güvenin bana doğru aktığını duyumsarım. Köklerim olmasaydı kendimin de olmayacağının bilincindeyim. Kendi kişisel yolculuğumda yüzümü her seferinde onlara dönmüş ve onların hikayelerinin saf, kuvvetli yönleriyle bağ kurmuşumdur.
Bununla birlikte, atalarımızın hangi değerlerini alıp hangilerini bırakacağımızı da iyi bilmemiz gerekir. Odağımızı sadece acı üzerinden yürütmek yerine ağaçların yaptığı gibi onların gücü üzerine yoğunlaştırabiliriz. Sonuçta seçimi yapan bizleriz. İster bu bağı acı, hırçınlık, öfke üzerinden yürütür; istersek cesaret, sevgi, şefkat ya da anlayışla devam ettirebiliriz.
Bu yaşam nehrinin içinde oradan oraya sürüklenirken şunu fark ettim; nehrin yukarısından yani atalarımdan gelen onların kendi yaşam deneyimine, mücadelesine göre tutundukları kayalara, taşlara, dallara ben de tutunmuştum. Ve onlardan bana akanı, sorgusuz-sualsiz kabul etmiş, sadece kabul etmekle de kalmamış evlatlarıma bayrak teslim edercesine teslim edeceğimi kavradım. Bu tutum, nesiller boyu bir ipe tek tek dizilen boncuklar gibi devam edip gidecekti. Bu uyanışla birlikte beni geriye çeken acı, keder gibi olumsuz duyguları bırakmaya çaba gösterdim.
Bu kalıplardan vazgeçmek her ne kadar acıttıysa da kişisel yolculuğumda aldığım eğitimlerin sayesinde bunu kısmen başardım. Gördüm ki tutunduğum, tutunduklarım çok ağırdı ve çoğu da bana ve benim zamana ait olmayan meselelerdi. Yaptığım çalışmalar bu farkındalığı kazandırdı. Böylece, kendi payıma düşen filtreleme işini yaptığım gibi evlatlarıma da onca ağır yükü bindirmemiş olduğumu düşünüyorum. Bu akışta çocuklarıma travmaları miras olarak bırakmamayı seçmiş oldum.
Travma dizimi ile ilgili aldığım bir eğitimde hocamız Baghat şöyle demişti: Travmalar insana üç şekilde geçer:
Öznel Deneyimle Gelen Travmalar: Kişinin kendisinin yaşadığı kayıp, ayrılık, şiddet, taciz, doğal afet ve buna benzer başka yıkımlar olabilir.
Partner Kanalıyla Gelen Travmalar: Bazen partnerimizden bize travma geçişi olabilir.
Atalarımızdan Gelen Travmalar: Burada travmaların kökeni kişinin deneyiminden kaynaklanmayıp, atasının geçmişine dayalı olabilir. Mevcut koşulları uygun olmasına rağmen kişi hayatında onu geriye çeken bir tutukluk yaşar. Bu tutukluluğun nedeni ‘kör sevgiden’ kaynaklanıyor olabilir. Kişi bu kör sevgiden dolayı farkında olmadan kendi geçmişi ya da ataları ile bir dolaşıklık yaşar.
Diyelim ki; çocuğun atası topraklarından kopmuş ve köklerinden uzaklaşmak zorunda kalmış olsun. Bu çocukta ataya olan bağlılığından ve sevgisinden dolayı aidiyet sorunu güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir. Ve döngüyü atasına olan kör sevgisinden dolayı bilinçsizce sürdürür. Oysa bilinçli sevgide kişi, büyük resmi görüp bu dolaşıklığın ve kör sevginin kimseye yararının olmadığını idrak etmeli.
Bir Alevi kadını olarak gözlemlerim ve edindiğim iç görü sayesinde şunu fark ettim; Yaşam koşullarım iyi olmasına rağmen, atalarımın yaşadığı travmaların hayatımı zorlaştırdığını gördüm. Bu konuda yalnız olmadığımı da anladım. Halamın Cem Evi’ndeki geçiş töreninde insanları gözlemlerken yüzlerinin, bedenlerinin ne kadar da büyük bir keder içinde olduğunu izledim. Babama bunu aktardığımda hiç beklemediğim bir nidayla karşılaştım; “Ah kızım, ah! İmam Hasan’ın, imam Hüseyin’in acısı hiç biter mi?” Babamın onca yüzyıllık kederi niye sırtında taşıdığını düşündüm. “Babacığım, aradan 1500 yıldan fazla zaman geçmiş, neden hala oraya tutunuyorsun?” Onun yanıtı şaşırtıcıydı: “10.000 yıl geçse de bu acı bitmez kızım!”
Acıya tutunmak isteyen bir babanın evladı olarak ben nasıl neşede kalabilirdim ki?
Onun bu coğrafyada birebir tanık olduğu kıyımları, dışlanmaları, ötekileştirmeleri, gizli-saklı yaşamları hiç deneyimlememiş olmama rağmen babama olan kör sevgimden dolayı kurban rolümü seve seve sürdürüyordum.
Ne yazık ki o nesil için acılar hiç bitmedi, hep yaşatıldı, canlı tutuldu ve hatırlatıldı. Yarattıkları ‘ortak acı’ üzerinden aidiyet oluşturarak ‘Biz’ kavramına ulaştılar. Anadolu’nun ücra, dağlık bölgelerinde, ulaşılması güç yerleşim alanlarında, gözden ırak yaşamlarını sürdürüp gittiler. Uzun yıllar boyunca gömüldükleri bu sessizlik ve yok sayılmayı göze almalarının nedeni her şeye rağmen bu kıymetli, değerli hayatın devamlılığını sağlayabilmekti.
Sonraki kuşaklar olarak şimdi bize düşen görev; o acılara tutunmadan, bilinçli sevgide kalarak atalarımızın yaşadığı zorluklara, deneyimlediklerine, mücadelelerine ışık tutabiliriz. Onların bu yaşam çabası önünde saygı ile eğilip, bütün bu acıya tutunma sebeplerini anlayıp kendimizi kurban rolünden ayrıştırmayı deneyebiliriz.
Bu nehirden akan acıları, kederleri ayıklayıp nehrin içindeki canlılığı, akıntının içindeki o şefkati artık çıkarıp ifade etmeliyiz. Bu sevgiyi dağıtacak olan da bu genleri taşıyan biz Alevi kadınlarız. Sanırım yüzyıllardır karanlığın üzerimize attığı o örtüyü aralayıp uyanma ve uyandırma vakti geldi! Doğurmuş olalım veya olmayalım biz kadınların yapması gereken şey; yargılamadan sırtımızı o sağlam ve arı köklerimize yaslamaktır. Tıpkı ağaçların yaptığı gibi sevgi, denge ve yaşamı sürdürme azmini besleyip; olmuşu, olanı, olacakları sarıp sarmalamaktır.
Sonuç olarak; atalarımızın bize aktardığı bu hayat nehrinde ayağımıza değen taşları, çakılları ayıklayarak onların da bizler için dilediği neşe ve sevgide kalabiliriz. Bu bakış açısıyla; geçmişimize, geleceğimize ve şu anımıza ışık tutarak, bir dönüşümü gerçekleştirebileceğimize inanıyorum.
Şefkatle…
Gülbeyaz Cihan
Temel eğitimini Almanya’da, Üniversite eğitimimi ise Ege Üniversitesi Edebiyat Fak. İngiliz Dili Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Çalışma hayatına Turist Rehberi olarak başlayıp İngilizce Öğretmeni olarak sürdürdü. Yaşam haritasında kendini bulma ve konumlandırma yolculuğunda amacı kişisel zeminini keşfedip, aynı zamanda olgunlaşmak ve genişlemekti. Bu bağlamda yetkinleşmesine katkı sağlayan yurtiçi ve yurtdışında birçok eğitime katıldı.
Yorum
Tebrik
Sevgili Gülbeyaz Cihan,
Samimi yazın için seni kutlarım. Zaman nehrinde taşları kayaları temizleyip, berrak sularda serin ve ferah yüzmek... Atalarına koşulsuz sevgi ve saygı ile fırtınalardaki ağaç gibi olabilmek... Bunları öğrenmekle kalmayıp bizleri de aydınlattın ve ışık tuttun.
Şimdi yazarak ışığını daha çok yaymandan çok gurur duydum.
Sevgiler
Bir solıkta okudum,yüreğine…
Bir solıkta okudum,yüreğine sağlık canım🥰
Yeni yorum ekle