Varlıkla İlişkimiz ve Felsefe 

Felsefe

Varlıkla İlişkimiz ve Felsefe 

Fahri ATASOY 
________________________________________
Felsefe, insanoğlunun düşünce eylemiyle geliştirdiği en güçlü silahıdır. Burada silah bir benzetme olsa da diğer canlıların kendilerini koruyacakları donanımlarına karşılık, insanın sadece aklı devreye girmekte ve silah rolünü de üstlenmektedir. Doğal olarak akıl ve düşünce insan hayatında pek çok yönden devrededir. Bu yazımızda felsefe aracılığıyla öğrendiğimiz bazı düşünme imkânlarının ne kadar değerli olduğunu göstermeye çalışacağız. Yazılarımızda seçtiğimiz belli konulara odaklanmaya özen gösteriyoruz ama bütün ile de bağını kopartmamaya dikkat ediyoruz. Burada önemli olan nokta, felsefi düşüncenin en temel konusu olarak varlık üzerine düşünme geniş ufuklar açıyor. Varlık içinde kendi yerimizi anlamak ve diğer var olanlarla irtibatımıza anlam kazandırmak bizim için bir ihtiyaç. Felsefe bu ihtiyacımızı giderecek bilgi birikimi sunuyor bize. 
Şimdi birlikte düşünmeyi deneyelim. Diyelim ki elimizde felsefe tarihi yok ama biz düşünmeye çalışıyoruz. Örneğin Doğa Filozofları yerine kendimizi koyuyoruz. Düşünmeyi bir odak noktası üzerinden deniyoruz. İlk karşılaştığımız içine doğduğumuz dünya. Hava alıp veriyoruz. Havasız kaldığımızda içimiz daralıyor ve sonra ölüyoruz. Havayı görmüyoruz ama hissedebiliyoruz. O zaman duyumlarımıza muhatap olan her şeyin önemli olduğunu fark ediyoruz. Özellikle de hayatımızı sürdürmek için gerekli olduğunu fark ediyoruz. Bu fark ettiğimiz dünya görüldüğü gibi doğa adını verdiğimiz bir alan. Bu alan üzerine düşünmek her birey için cazip gelir. Böylece felsefenin doğduğu yerden ve düşünme tarzından ilham alarak felsefi düşünmeyi hayatımıza katabiliriz. 
Doğanın düşünmemizin konusu olduğunu varsaydığımızda o kadar geniş bir alan ile karşı karşıya kaldığımızı hemen fark ederiz. Muhtemelen ilk hissettiğimiz şeyin hava olduğunu yukarıda ifade ettik. Henüz bilinç ve düşünme eylemi devreye girmeden doğayla karşılaştığımız ortada. Sonra bulunduğumuz çağa ve coğrafyaya göre etrafımızda olanlar ile tanışıyoruz. Bir anlamda etrafımızı algılamaya başlıyoruz. Algılama esnasında beş duyu organının gücünü ve değerini fark ediyoruz. Düşünme bu duyu organlarından gelen verilerle çalışıyor ve anlamlar oluşturuyor. Aslında düşünme gücünü de bu süreçte keşfediyoruz. Duyum, düşünme ve bilgi hayatımızın vazgeçilmezi oluyor. O zaman bunların üzerine de düşünme başlıyor. Çünkü zihin son derece aktif bir yetenek ve kendiliğinden devreye giriyor. Zorla bastırmadığınız müddetçe kendiliğinden çalışıyor. 
Doğayla ilgili olarak medeniyetler geliştikçe bilgi birikimimiz zaten arttı ama yine de öğrenme sürecine katkı sağlaması bakımından denememize devam edebiliriz. Üzerine düşüneceğimiz dünya, içinde yaşadığımız doğa adını verdiğimiz bir alan olduğuna göre bu alanın uçsuz bucaksızlığını fark ederiz. Aynı zamanda biz insanların eliyle değişen ve inşa olan bir çevrenin (kültür) de, doğanın yanında yer almaya başladığını görürüz. Anlamlar ve değerler dünyasını da içine alan kültür alanı doğayla birlikte yaşayacağımız çevreyi oluşturur. Biz yine de odağımızı kaybetmeden doğa üzerine düşünmeye devam edelim. Düşünmemizin odağını belirleyenin ne olduğuna bakacak olursak bizi en çok etkileyen unsurların öne çıktığını fark ederiz. Örneğin yaşadığımız coğrafyanın özellikleri hemen dikkat çeker.
İçinde yaşadığımız coğrafya doğayı ilk tanımamızda ve ilk düşünce ürünlerimizde etkili olur. Ormanlar ile çevrili bir yerde yaşayan insanın aklına hemen orman unsurları gelir. Hatta kültür bile buna göre şekillenir. Varlık ile bağımızı bu bağlam belirler. Sonra başka varlık alanlarıyla tanışarak düşünce dünyamız genişler. Bu ortamda yaşayan bir insan için doğanın tanımı orman özellikleriyle öne çıkar. Derelerinden şırıl şırıl akan sular, çeşit çeşit ağaçlar, rengârenk çiçekler ve otlar, farklı farklı hayvanlar ve böcekler gibi birçok doğal unsur zihin dünyamıza girer. Bu algı bir çöl ortamında, bir vahada, bir buzlu ve karlı dağ ortamında veya bir bozkır ortamında farklı olacaktır. Her birinde yaşayan insan için doğanın anlamı da değişecektir. Bilim devreye girdiğinde ise öznel algılar dışında bir nesnel doğa tespiti yapılacaktır. Biz henüz düşünce dünyamızın çalışma ilkeleri bakımından düşünme sürecini takip ediyoruz. Bu seviye aslında düşünmenin çok sınırlı bir alanını oluşturuyor. Biz burada düşünmeye alışma-alıştırma anlamında konuyu değerlendirmek istiyoruz. Felsefenin ilk başladığı yer ve insan düşüncesinin terbiye edildiği ve cesaret bulduğu bir alan olduğu için önemsiyoruz. 
Doğayı düşünmemizin odağına aldığımızda ilk felsefi problemleri de fark ederiz, ilk bilimsel keşifleri de görürüz. Artık insan olarak çevremizi keşfetmenin ve çevremizdeki doğanın sırlarını çözmenin tadına varırız. Bu sırları ilk olarak gözlemleyerek ve duyum yoluyla keşfetmeye başlarız. Bunlar sonradan felsefenin ve bilimin disiplini içinde daha farklı anlamlar kazanır. Bu süreci çok iyi idrak etmemiz lazım. Çocuklarımıza çok iyi öğretmemiz lazım. Daha doğrusu çocuklarımızda doğuştan yer alan bu keşfetme yetisini biraz teşvik etmemiz yeterli olacaktır. Aksi takdirde meraklarını öldürürüz ve ruhsuz tipler ortaya çıkartırız. İşte bu ruhsuz tipler aslında keşfetme ve düşünme eylemini terk etmiş insanlardır. Birey bile diyemiyorum çünkü bu tipler ortak bir model haline gelip birbirinin aynısıymış gibi görüntü vermektedirler. Düşünen insan ise özne olduğunun farkındadır ve kendisini de bir varlık olarak keşfetmeye başlamıştır. Demek ki doğayı keşfetmeye ve doğa üzerine düşünmeye başlayan birey de kendi varlığının idrakine ulaşır. Düşünenin de bir varlık olmasının fark edilmesi, düşünce dünyamızın genişlemeye başladığını gösterir. 
Doğa içinde bir varlık olarak insan, kendisini de düşünmenin konusu yapar ama çok karmaşık bir varlık olduğu için biraz zorlanır. Çok zengin bir felsefe literatürü bu alanla ilgili ortaya çıkar. Felsefenin yanı sıra insanla ilgili alanda yine çok sayıda bilim gelişmiştir. Ruha sahip olan insan metafizik bir bağlamda anlamlandırılmaya çalışılır. Böylece düşünce dünyamıza Tanrı ve yaratılış gibi konular girer. Dolayısıyla felsefe ve bilimin yanına din gibi bir bilgi alanı dâhil olur. Bu alandaki varlıklar farklı tahayyül edilir. Daha çok maddi olmayan, yapısal olarak doğadaki gördüklerimize benzemeyen, hatta aklımızla açıklamakta zorluk çektiğimiz bir varlık alanı düşünce dünyamızın bir yerinde bizi etkiler. İlkel dinlerdeki din adıyla gündeme gelen düşünceler bile doğayla sınırlıyken, zaman içinde doğaüstü bir varlık arayışı öne çıkar. Kitabi (semavi) dinlerin devreye girmesiyle metafizik bir varlık alanı düşüncemizi daha çok meşgul etmeye başlar. “Tanrı var mıdır? Varsa nasıl bir varlıktır? Tanrı, evren ve insan ilişkisi nasıldır?” gibi sorular insan düşüncesinin konuları arasında yer alır. Filozofların bu konularda sistematik düşünceleri olmakla birlikte sıradan insanlar da bu alanla ilgili düşünürler. Düşünmezlerse kendilerine sunulan kalıp bilgileri doğru olarak ezberlemek zorunda kalırlar. Düşünürlerse Tanrısal varlık alanıyla kendileri ilişki kurmuş olurlar. Sağlıklı yol budur. 
Bir kısa yazıda bütün ontoloji problemlerini sıralamak mümkün değildir. Sadece insan varlık ilişkisi üzerine düşünmenin önemini gösterebilirsek yazı amacına ulaşmış olacaktır. Bütün bilgi alanlarının dayandığı yer burasıdır. Felsefe, din, doğa bilimleri, insan ve kültür bilimleri insanın varlık ile ilişkisinden ortaya çıkmıştır. Bilgi için mutlaka varlık objesi olması gerekir. Varlık objesi yanı sıra bir düşünen özneye ihtiyaç vardır. İşte bu özne her birimizin ben dediğimiz kendi varlığımızdır. Yeryüzünde yaşayan insan türünün temsilcisi her ben, düşünür, araştırır, yaratır, problem çözer, hayal kurar, iman eder, iç yolculuğa çıkar ve diğer benlerle ilişki kurar. Bunun için her “özne” saygıya layıktır, önemlidir, geliştirilmelidir, terbiye edilmelidir, kendisini kontrol edebilmelidir. Varlık ancak benler sayesinde bir anlam taşır. Bu durum Tanrı için de geçerlidir. 

*Kırıkkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü. Dr. Öğr. Üyesi
İpek Yolu Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Derneği Bşk.

Yorum

Kağan Yoldaş (doğrulanmamış) Pt, 15 Ağustos 2022 - 19:50

Fahri bey güzel bir deneme. Varlığın varoluş sürecine inmek gerek . Bu yazı da biraz bunu buldum. Yokluğu düşünemeyen aklın sancısı. Sizden gelecek sayılarda yaratış ve varoluş kıyaslaması okumak isterim. Kendinize iyi bakın

Konuk (doğrulanmamış) Sa, 16 Ağustos 2022 - 10:42

In reply to by Kağan Yoldaş (doğrulanmamış)

Teşekkür ederim Kağan bey. Aslında varlık çok genel bir konu ama insanoğlunun bütün uğraşı bununla. Denemelere devam edeceğiz inşallah. Okunması bize şevk verir. Selam ve sevgiler

Konuk (doğrulanmamış) Sa, 16 Ağustos 2022 - 10:45

In reply to by Zeynep Güneş (doğrulanmamış)

Zeynep hanım varlık içinde bir varlığız biz de... Bana göre bir yaratıcıya borçluyuz ama felsefe tarihinde farklı görüşler var. Her biri kıymetli. Batı modernleşmesinin ilk önemli filozofu Tanrı'nın varlığını kabul eder ama yaratıcılığını kabul etmez. İnsan dahil bütün kainatın düzenleyicisi mutlak akıl sahibi Tanrı'dır der. Belki de haklı... Bilmiyoruz.

Kadir karabulut (doğrulanmamış) Pa, 21 Ağustos 2022 - 09:45

Hocam varlığın ruhu bar mıdır. Daha doğrusu ruh kimde vardır. Teşekkür ederim

Konuk (doğrulanmamış) Pt, 29 Ağustos 2022 - 21:49

In reply to by Kadir karabulut (doğrulanmamış)

Kadir bey kardeşim sorunuzu yeni gördüm kusura bakma. Varlık dediğimiz zaman Tanrı da ruh da bu kavramın içinde yer alır. Ruhun hangi varlıklarda olduğu tarih boyunca düşünürler tarafından tartışılmıştır. Mesela Plotinus isimli filozof ruhu olmayan madde evrenini gerçek olmayan diye nitelendirmiştir. Buyna göre var olabilmek sadece ruh cinsinden olmaya bağlıdır. Gerçekten öyle midir? Allah bilir

Kadir karabulut (doğrulanmamış) Pa, 21 Ağustos 2022 - 09:45

Hocam varlığın ruhu var mıdır. Daha doğrusu ruh kimde vardır. Teşekkür ederim

Selma Pekşen (doğrulanmamış) Ct, 15 Ekim 2022 - 00:29

Hocam düşünmenin temelinde akılcılık ilkesi olduğunu söyleyebilir miyiz? Sonuçta varlığa ulaşmak için insanın kendi özünü görmesi ,bilmesi akıl yoluyla olur.Ayrıca Yunus Emre'nin sözleriyle''ete kemiğe büründük Yunus diye göründük'' ve ''bir ben vardır ben de benden içeri'' derken de varlığı bulmak ve tanrıyı kendi ile bütünleştirmek söz konusu değil midir. İnsanı, varoluşu ve var edeni idrak etmek üzerine verdiği eserlerinde kişinin kendi benliğini kavraması önceliklidir.Bizlerde belki bu güne kadar çok fazla düşünmediğimiz ''ben''kavramını sayenizde felsefeyi severek ve anlayarak düşünmeye başladık.Yazılarınızla ve derslerimizdeki samimi anlatımınızla hayranlığımızı kazandınız sonsuz teşekkürler.Emeğinize sağlık.

Konuk (doğrulanmamış) Ct, 15 Ekim 2022 - 21:49

In reply to by Selma Pekşen (doğrulanmamış)

Teşekkür ederim Selma. Bu yazılar ve derslerde anlattıklarımız aslında benliğimizin idrakine varmalarına katkı sağlamaya yönelik. Önce kendimizi keşfetmemiz, bilmemiz önemli. İster dışarıda ister içeride hakikati arayabiliriz. Yunus bizim için güzel bir örnek, ufuk açıcı. Ama mutlak doğru kabul etmemiz gerekmez. Eleştirel de bakmak gerekir

FİLİZ TAŞKIN (doğrulanmamış) Pt, 02 Ocak 2023 - 21:04

Hocam cok faydalı oldu yazıniz emeğinize sağlık sizin öğrenciniz olabilmek ayrı bir lutuf diye düsünüyorum düşünüyorum o halde varım ve felsefeyi seviyorum...

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.