Kimimiz Mecnununu Öldürdü Yaşarken, Kimimiz Şirinini…

Deneme

Kimimiz Mecnununu Öldürdü Yaşarken, Kimimiz Şirinini…

Eliz Avaroğlu

 

Efsane odur ki; Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin'e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Gönlü gibi fırçasını da aşk sarmalamıştır bir kez ya, öylesine güzel ve tesirli nakışlar işler, saraylar süsler...              
Amasya Sultanı Mehmene Banu'ya, kız kardeşi Şirin için dünürcü gönderir Ferhat..Sultan; Şirin'i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan:
-" Şehire suyu getir, Şirin'i vereyim" der demesine de, su Şahinkayası denen çok uzak mı uzak bir yerdedir... 
Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi?        
Alır külüngü (iki ucu da sivri taşçı kazması) eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya.. Zaman geçtikçe Ferhat'ın darbeleriyle açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilmeye başlar sanki şehirde...

Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar onu Şahinkayası'na...         
Cadı su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek bulur, ulaşır Ferhat'a:
-"Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü, sen duymadın mı bunu daha? Bak sana helvasını getirdim" der ve Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner...
- "Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır" diye feryat eden Ferhat, elindeki kırk okkalık külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur...Son nidası "Şirin..." olan aşık, garip can kuşunu işte tam oracıkta ebediyete uçurur...  
Kara haber tez duyulur ya, Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin  koşar kayalıklara; bakar ki orada Ferhat cansız yatmaktadır. Ağlayarak Fer­hat’ın cesedine kapanır ve belinden çı­kardığı hançeri göğsüne saplayarak gül benzini ölüm ile soldurur,
Fer­hat’ın yanına yığılır kalır..     

"Efsane": odur ki; bütün bu anlatımlar, mitsel bir öykülendirme şeklinde insanlığın ortak bilincine hizmet etmek üzere tüm zamanlarda varlığını ve canlılığını sürdürmektedir.          
Bu hüzünlü aşk öyküsü adeta, simgelerle bezenmiş zarif bir şalı üzerine örterek, saklı bir hazineyi keşfe çıkmış ve bu keşifte muvaffak olmuş asıl sahiplerine, 'çok temel bir varoluş hakikatini, onların tahayyüllerine, anlayışlarına ve kavrayışlarına göre sunmak üzere' insanlığın sözüne ve yazısına, bilinçaltına ve rüyalarına sinmiş, ustalıkla gizlenmiştir...                     

Dışarıdakini okuduğunda, onun kendisinde uyandırdığı ilhamdan başlayan hareketle ve varlığa gelişindeki aşktan aldığı hararetle 'aslında ne? olduğunun sorusunu soran bilincin, "kendi varlığına kazınmış ve sabırla oku'nmayı bekleyen bir'icik Ferhat ve Şirin öyküsü"ne yoğunlaşıp, simgesel anlamların örtüleri usulca aralanarak yapılan sezgisel keşfinin zevkidir aşağıdaki satırlar...           

Ferhat, efsanede bir erkeğin adı olmakla birlikte, içinde iki heceden mürekkep bir ifadeyi barındırmaktadır: Fer- Hâd...                        
Tasavvuf okumalarına aşina olanlar, "Fer-Asl" sözcük çiftinin terminolojide daima birbirini gösterdiğjni, birlikte kullanılmak suretiyle kullanılan iki deyim ve kavram çifti olduğunu hemen hatırlayacaklardır...       
Buna göre,   "Fer: Aslolandan varlığa gelen, onun taşması sonucu zuhur eden ve görünür olan" iken,"Asl: Varlık'ın ta kendisi, kendisinden taşan ve mevcutlara varlık kazandıran sonsuz varoluş kaynağıdır...           
Hâd ise hudutlanmak, bir sınır dahilinde olmak demektir...        
Şu halde, tasavvufî bir okuyuş ve sezgisel bir kavrayış zevki  ile bu ismi ve bize sezdirdiklerini "Ferhat: Varlık (Asl= Vücûd)'dan taşan ve varoluşa (mevcut) gelen son hudûd temsilini yani "insan" simgeler...       
Vücuttan mevcuda gelip ‘Ferhat’ olan insan, Aslından ayrı düşmüş, Aslıyla arasına mevcudun perdesi girmiştir. Bu ayrılığın farkına varan insan, hasret duygusu ile Aslını aramaya koyulur...Lâkin varlık dağını delmek hiç de öyle kolay değildir; esasen bu çabanın sonu insan için genellikle hüsran olur. Zira varlık perdesi kalın, benlik hususiyetleri tıpkı demir gibi sağlam ve kuvvetlidir...
Nitekim Kehf:97’de Zülkarneyn bahsi anlatılırken, iki dağın arasına "hadîd (=demir) konularak bir set çekildiği ifadesi geçer ve “Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler” diye buyurulur.. Kehf:98’de ise, “Rabbimin vaadi geldiği zaman onu yerle bir eder, kuşkusuz Rabbimin vaadi haktır..." denir...

Bunca kuvvetli ve azametli varlık dağını delecek olan ise elbette ki "sadece AŞK" tır...Aslına hasret çeken aşık, aşk ateşiyle öyle bir yanacaktır ki , bu ateşin harı ile varlık dağı delinecek ve Ferhat  Şirin (=sevimli) olan  Aslına kavuşacaktır...Yepyeni bir doğum hâli ile "kendi varlık dağından kendi asıl varlığını doğuran" Ferhat , artık Ferhat'tır  (=sevinç) ki o ; canını aşk yolunda aşk ile vermiş, haddinin sınırlarından azat olmuş, Hak deryasında yok olarak ebedi Varlık'la dolmuş ve ondan âleme ve insanlara feyz ırmakları akar olmuştur...

Efsanedir ki o, zarifçe örtünmüş, "insan" olmakla şereflenmiş olan "sen"e hitabıyla bin yıllardır var olmuş ve yine "sen"in aklın ve sezgin ile yaptığın bir keşif yolculuğunun sonunda en güzel anlamını bulmuştur... 
Sevgimle kıymetli dostlarım...

Yorum

İsmail KAZAN (doğrulanmamış) Sa, 03 Ekim 2023 - 08:11

Eliz hocam merhaba,
Ferhad ve Şirin hikayesini bu kadar güzel bir anlatımla okumamıştım.
Kaleminize gönlünüze sağlık. Selamlar.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.