İran Mitolojisinde Su

Edebiyat

İran Mitolojisinde Su

Âb : Su

Âb: su sözcüğü, Avestâ’da; “āpī”, Sanskritçe’de; “āp”, Pehlevice’de; “āp”, “āv”[1], Farsça bazı lehçelerde; “âf”, “âv” ve “ev” şekilleriyle de görülür.[2] Âb kelimesi, Mazdeist literatürde; “Âbân”, “Âbân Yeşt”, “Âbângân”, “Âbrîzân” gibi kelimelerde de yer alır. Suları koruyan melek de, “Apāmnapāt” adını taşır.[3] Yararlı unsurları etkinlikleri oranında kutsayan İranlılar, hayatın temel gerekleri olan bu ögelerin bir özel tanrının korumasında bulunduğuna inanırlar. Su da, bu ögeler arasında yer alır ve Avestâ’da övülüp kutsanır. Ahura Mazda suyu yarattığında, bütün sular Elburz Dağı’nın güney eteklerinden çıkan, içerisinde her biri ayrı özelliklere sahip bin gölün suyunu bulunduran Ferâhkert Denizi’ne doğru akmaya başlar. [4]

Eski İran’da en çok kutsanan ögelerden olan su, Zerdüşt inançlarında ikinci kutsaldır. Bundehişn’e göre su, tanrının yarattığı yedi önemli maddenin “ikincisi”dir. Göklerden sonra var edilen, yaratılışı elli gün süren ve dünyanın her bölgesinde yer altında bulunan suyun sorumlusu kutsal ölümsüz Hordâd’tır. Eski İranlıların inanışlarına göre; Elburz eteklerinde “Ferâhkert” adında, yerkürenin üçte birini kapladığına inanılan büyük bir deniz bulunmakta, yeryüzündeki bütün sular taşıdıkları kirlerden temizlendikten sonra ona akmaktadır. Tanrısal nitelikler verdikleri ateşe olduğu kadar, suya da saygı duymuş olan eski İran halkları onu kirletmeği de günah saymışlardır. İnançlarında suyu koruma konusunda hassas dinî emirler de her zaman var olagelmiştir. Bütün bunların yanı sıra su, Zerdüşt ayinlerinde de sürekli bulundurulması gerekli ögelerden biri olmuştur. [5]

“Ey yüce Ahura katından olan su, Överim seni zevr ile ve iyi düşünce ile.” Avestâ/Yesnâ, Hât: 68, 3. “Överim seni ey ateş, Ahura Mazda’nın oğlu ve bütün ateşleri. Överim güzel suları, Ahura Mazda’nın yarattığı bütün suları ve bitkileri.” Avestâ/Yesnâ, Hât; 1, 12.

Sümerlerin eski inanışlarında görüldüğü gibi, en eski dönemlerden beri İranlılarca da su; saygı duyulan, evrenin düzeninde yaratıcı rol oynayan ve tanrısal özellik taşıdığına inanılan bir ögedir. Bu yüzden Avestâ’da defalarca suyun kutsallığı ve önemi üzerinde durulur. Başta Herodot olmak üzere Yunan tarihçileri de İranlıların suyu kutsadıklarını ifade ederler: “İranlılar suya işemezler, tükürmezler ve onda ellerini yıkamazlar. Çünkü suyun her türlü pislikten uzak kalması gerekir.” Yine İranlılar, bazı törenlerde su için kurbanlar kesip fidye verirler. Tarihî rivayetlerde; İranlıların MÖ. II. yüzyılda su meleği için bir nehir kıyısı ya da çeşme kenarında bir çukur kazarak yanında kurban kestiklerinden söz edilir. Suya saygı göstergesi bu törenler, V. ve VI. yüzyıllara kadar süregelmiştir. [6]

İsfend ayının “hûr” adıyla bilinen “on birinci günü”, eski İran’da yılda altı kez düzenlenen “gâhenbâr” adlı kutlama törenlerinden ikincisinin ilk gününe rastlar. Allah, suyu bu günde yaratmıştır. Yılın sekizinci ayı ve ayın onuncu günü, “Âbân” adını taşır.[7] İki su meleğinden birinin adı; “Apāmnapāt”, diğerinin adı da, “Anahita”dır. Âbân Yeşt’te onun ululuğundan söz edilir. Dişil olduğundan dolayı adı, bazı metinlerde “bânû: hanım” kelimesiyle birlikte de anılır. [8]

Su, sadece eski İran’da efsanevî bir anlam ifade etmez. Klasik medeniyetlerin tamamında suyun önemi birtakım gizemli ve olağanüstü özellikleriyle birlikte her zaman var olagelmiştir. Babil kalıntılarından elde edilen birtakım belgelerde; “Çok eski devirlerde evrenin yoğun bir su kütlesi halinde bulunduğu, zamanla tanrıların birbiri ardından var olmaya başladıkları, akıl ve bilgeliğin gereği önemli icatlara imza atıp yaratıcılıklar sergiledikleri ve sonunda en güçlü tanrının yeryüzünü yarattığı, ardından onun emriyle yeryüzünde şiddetli bir tufan koptuğu, karaların sulardan ayrıldığı, işlerin yoluna girdiği, yer ve gök suları arasında sınırların belirlendiği” söylenir. [9]

Yaratılış ve doğuşun sudan oluşu; Mısır, Hint, İran, Asur, Babil ve Yunan milletlerinin evren mitolojilerinin temellerini oluşturur. Adı geçen milletlerin çoğunun mitlerinde ilk yaratılışta, ilk var edilenlerin okyanuslar olduğuna inanılır. Rig Veda’ya göre; “Başlangıçta her taraf karanlıklar içerisindedir. Hiçbir şey aydınlık değildir ve görülmez. Her taraf sularla kaplıdır.Bundehişn’de; “ilk yaratılan objenin gözyaşı olduğu”, “her şeyin de sudan yaratıldığı” ifade edilir. Rivâyet-i Pehlevî’ye göre; “her şey gözyaşından var edilmiştir”. [10]

Yaratılışta suyun etkisi, Hint efsanelerinde de dikkat çekici bir şekilde yer alır. Ramayana kahramanlık hikayesine göre; eski dünyanın her tarafı suyla kaplıdır. Yeryüzü, suyun üzerinde yaratılmıştır. Kendi varlığını kendisi sürdüren Brahma dışındaki tanrıların tamamı suda meydana gelmişlerdir. Brahma bir şekilde ortaya çıkmış ve yeryüzünü suyun derinliklerinden çıkartarak dünyayı yaratmış, sonra da kutsalları olan çocuklarını dünyaya getirmiştir. Güçlü Hint tanrılarından Vişno’nun da sudan meydana geldiği ve bu gerekçeyle de “suda hareket eden” anlamındaki “Narayana” kelimesiyle anıldığı belirtilir. [11]

Eski Hint halklarından birinin suya taptığını aktaran rivayetlerde; “suda bir melek bulunduğu, suyun bütün bitkiler ve canlıların, hemen her şeyin aslını, hayatın temelini oluşturduğu” belirtilir. Eski Hint geleneklerinde; suyu kutsayan birtakım törenler düzenlenir, ona verilen değer gösterilir. Sâmî kökenli rivayetlerde, suyun rolü oldukça önemlidir. Tanrı, sular arasında bir felek yaratmış ve bununla suları; feleğin üstündeki ve altındaki sular olmak üzere ikiye ayırmıştır. Daha sonra gökyüzünün altında kalan suların bir tek yerde toplanmasını ve kara parçasının ortaya çıkmasını emretmiş, böylece yeryüzü meydana gelmiş, suların bir araya toplanarak oluşturdukları büyük kütleye de “deniz” adı verilmiştir.[12] İslâm sonrası Fars kültüründe de su en önemli ögeler arasında yer alır. Kur’ân’da su, “her şeyin kaynağı”dır ve “bütün canlılar sudan yaratılmıştır.

“İnkar edenler, göklerle yer bitişik halde iken bizim onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” Enbiyâ (21), 30.

“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür...” Nûr (24), 45.

İslâmî kaynaklarda; Allah’ın “Levh-i Mahfûz”, “arş” ve “kürsü”yü var ettikten sonra bütün evreni sudan yarattığı ifade edilir. Dünyayı yarattığında heybetli bir bakışıyla sular kaynamış ve suların ortasından bir duman yükselmiş, o dumandan gökler yaratılmıştır. Kıyamet gününde her şey yıkılıp yok edildiğinde de, yine gökler dumana dönüşecektir. [13]

“Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de, ona ve yerküreye şöyle seslendi: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” Onlar şöyle dediler: “İsteyerek geldik!” Fussilet (41), 11.

“O’nun arşı da su üzerinde idi. Böyle yapması, iş ve davranış yönünden hanginizin daha güzel olduğunu belirlemek için sizi denemeye yöneliktir.” Hûd (11), 7.

Su, en eski devirlerden günümüze dek bütün milletlerin inanışlarında dikkat çekici önemini hep korumuştur. Moğollar ihtiyaç duyduklarında birkaç taşı suya atarak “Jadamishi” adı verdikleri bir tür büyü yaparlardı. İnanışa göre; bu taşların içine konulduğu suda yıkanmaları durumunda yaz ortası da olsa, soğuk, kar, buhar ve yağmur şiddetle bastırır ve bunlarla düşmanlarını yenilgiye uğratırlardı. Halk inanışlarında günümüzde de benzeri efsaneler görülür. Örneğin; nikah masasına, içi su dolu bir kase konulur. Nikah töreninden sonra o su gelinin başına dökülür. Çatının dört tarafından alınan su, bir yumurta kabuğuna konularak kadınlara içirilirse hamile kalırlar. Su ile tuz, “Fatıma’nın mihri” olarak bilinir ve bu yüzden kirletilmemesi gereken nesneler arasında yer alırlar. Bu inanış, eski İran rivayetlerini de önemli ölçüde yansıtmaktadır. [14]

Mes’ûdî (ö. 346/957), Murûcu’z-zeheb’te; eskilerin rivayetlerine dayanarak yaratılış efsanesini anlatırken; “başlangıçta her şeyin sudan yaratıldığı, gökler, yerler ve arşın hep sudan var edildiği” inancını aktarıp bu inanışın; suyu maddelerin maddesi, temel madde ve üretken unsur olarak kabul eden bazı eski Yunan filozoflarının görüşlerine yakınlığı ve benzerlikleri bulunduğunu söyler. Nizâmî-yi Gencevî, İskendernâme’sinde; İskender’in yedi hekimle birlikte yaptığı toplantıda, aynı zamanda İskender’in danışmanı da olan hekim Valens’in ilk yaratılış konusundaki görüşlerini şöyle aktarır:

Şöyle dedi bana, bilge ve dürüst;

“Yoktu önceden sudan başka bir cevher.”

Nizâmî-yi Gencevî

Nâsır-i Husrev (ö. 481/1088) de, dizelerinde suyun hayat verici etkisini “can veren bir melek” ve “hayat kaynağı bir nesne” nitelemesiyle ifade eder. Bir şiirinde de; evrenin yaratılışı konusunda şu duygularını dile getirir:

Temeli bu evrenin, felek ve yedi gezegen

Yaratıldı sırasıyla bu dört cevherden

 

Aydınlık sudan, karanlık topraktan, ateşten ve rüzgardan

Dört cevher ve her biri diğerinin zıddı

Nâsır-i Husrev 

Su, toprak, rüzgar ve ateşten oluşan dört temel madde, Müslüman filozoflara göre, “dört asıl”, “dört unsur” diye bilinen “dört öge”yi oluşturur. Eskilerin inanışlarına göre de; evrenin bütün varlıkları dört unsurdan meydana gelmiştir.[15]

Âb; “deniz, göl, ırmak, çay, çeşme, ihtişam, tazelik, serinlik, yüzsuyu, onur, haysiyet, şeref, tarz, tavır, gidişat, parlaklık, güzellik, aydınlık, makam, meni, gözyaşı, güzel koku ve gül suyu” gibi anlamlarda da mecazî olarak kullanılır.[16]

Âb, bazı kelimelerle mazmûnlar da oluşturur: “âb âsâ: temiz, arı”, “âb-i âb: Allah’ın zatı”, “âb-i ahmer: kırmızı şarap”, “âb-i âsuman: yağmur”, “âb-i âteşbâr: yok eden”, “âb-i âteşefrûz: şarap”, “âb-i âteşhû(y): kaynayan su, şarap”, “âb-i âteşhıyâl: şarap”, âb-i “âteşreng: kırmızı şarap”, “âb-i âteşzede: gözyaşı”, “âb-i âteşşerâr: şarap”, “âb-i âteşgûn: şarap”, “âb-i âteşnişan: şarap”, “âb-i âteşnumây: şarap”, “âb-i âteşfâm: yakut renkli şarap”, “âb-i âteşîn: gözyaşı”, “âb-i âzerâsâ: kırmızı şarap”, “âb-i âzergûn: kırmızı şarap[17]

Su, akıcılık özelliğiyle “hayat”a, kesintisizlik özelliğiyle “sevgilinin saçı”na benzetilir. Yüzünü yerden kaldırmadığı için “alçak gönüllülük” sembolüdür. Aşığın, aşk ile yanan gönlünü söndürmek için durmadan akar. Ancak o ateşin söndüğü olmaz. Susuzluğu ayna gibi algılanır. Yerinde duramaz. Her zaman kararsız ve heyecanlıdır. Susuzluğu giderici özelliğiyle “vuslat”ı simgeler. Kılıç ve hançerle kullanıldığında “demire su verilerek çeliğe dönüştürülmesi” olayından yola çıkılır, bu ilgiyle “âb-i tîğ” ya da “tîğ-i âbdâr” tamlamaları kurar. Tasavvufta, çeşitli kullanımlarının yanı sıra insanın yapısını teşkil ettiğine inanılan dört unsurdan biri olarak da söz konusu edilir. [18]

Çin mitolojisinde su, ebedîlik ve Buda arasındaki son derece yakınlık dikkat çeker. Mitraizm’de suyun şekillenmiş görünümü olan Soma, hayat ve ölümsüzlük tanrısı olarak bilinir. Bundehişn’de; ölümsüzlük çeşmesi adıyla bir pınardan söz edilir. Söz konusu pınarın suyu yaşlılığı önler, suyundan içen ya da içerisine girip yıkanan yaşlılar on beş yaşında gençler olur ve ölümsüzleşirler. Çin mitolojisinde; kutsal Konlon Dağı’nın dibinden çıkan Sarı Irmak ve dört ayrı ırmağın sularından içen sonsuz hayat kazanır. Dinler tarihinde su, hayatı yenileyen ve sürekli canlandıran bir öge olarak kabul edilir. Suda yıkanma; hayatı yenileme, yeniden doğuş, insanın günahlarından arınmasını ve ilk yaratılışını, dünyaya gelişi anındaki temizliğine kavuşmasını simgeler. Mitraist inanışta ve Hıristiyanlıkta vaftiz geleneği suyun bu özelliklerinden kaynaklanır. Gerçekte de; yeniden dirilişi, yenilenmeği, tanrısal özelliklere, dolayısıyla tanrıya yaklaşmayı sembolize eder. Zerdüşt inanışında da, kutsal bir içecek olan “hûm” içmek hayatı gerçek varlığa ve sonsuzluğa eriştirmektedir. Fars edebî metinlerinde bu inanışın yoğun yansımaları dikkat çeker. [19] 

Seyret bu ulu feleği,

Dolu; toprak, hava, su ve ateşle.

Nâsır-i Husrev

Arşı suyun üzerine o yükledi.

Dünyalıların hayatını rüzgara o yükledi.

Ferîduddîn-i Attâr 

Yok parıltısı ayın, senin terlemiş yanağının yanında,

Güneşin parıltısı varsa da o kadar canlı değil.

Nizâmî-yi Gencevî

Vermezler İskender’e bir damla su,

Ne güçle ne parayla olmaz bu iş.

Hâfız-i Şîrâzî

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Afîfî, Rahîm, Esâtîr ve Ferheng-i Îrân Der Niviştehâ-yi Pehlevî, Tahran 1374 hş.

Afîfî, Rahîm, Ferhengnâme-yi Şi‘rî, Tahran 1372 hş. I-III.

Bîrûnî, Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed, el-Âsâru’l-bâkiye ‘ani’l-kurûni’l-hâliye (yay. Eduard Sachau), Leipzig 1923.

Dihhudâ, Alî Ekber, Luğatnâme-yi Dihhudâ, Tahran 1346 hş. I-L.

 

Enverî, Hasan, Ferheng-i Bozorg-i Sohen, Tahran 1381 hş., I-VIII.

Kezzâzî, Mîr Celaluddîn, Nâme-yi Bâstân, Tahran 1381-1382 hş.

Mu’în, Muhammed, Ferheng-i Fârsî, Tahran 1375 hş., I-VI.

Oşîderî, Cihângîr, Dânişnâme-yi Mezdiyesnâ, Tahran 1371 hş.

Pala, İskender, Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2000.

Pûrdâvûd, İbrâhîm, Ferheng-i Îrân-i Bâstân, Tahran 1380 hş.

Şükun, Ziya, Ferheng-i Ziyâ, İstanbul 1984, “âb”, I, 1-2;

Tefezzulî, Ahmed, “âb”, Dâ’iretu’l-ma‘ârif-i Bozorg-i İslâmî/DMBİ, Tahran 1367 hş. I, 18-19;

Yâhakkî, Muhammed Ca'fer, Ferheng-i Esâtîr ve İşârât-i Dâstânî der Edebiyyât-i Fârsî, Tahran 1375 hş.

Zumurrudî, Humeyrâ, Nakd-i Tatbîkî-yi Edyân ve Esâtîr Der Şâhnâme-yi Firdevsî, Hamse-yi Nizâmî ve Mantıku’t-tayr, Tahran 1382 hş.

 

 

[1] Afîfî, Rahîm, Esâtîr ve Ferheng-i Îrân Der Niviştehâ-yi Pehlevî, Tahran 1374 hş., s. 401; Pûrdâvûd, İbrâhîm, Ferheng-i Îrân-i Bâstân, Tahran 1380 hş., s. 65; Kezzâzî, Mîr Celaluddîn, Nâme-yi Bâstân, Tahran 1381-1382 hş., I, 188; Boyce, M., “āb/water”, EIr., I, 27. Mu’în, Ferheng, “âb”, I, 2.

[2] Tefezzulî, Ahmed, “âb”, Dâ’iretu’l-ma‘ârif-i Bozorg-i İslâmî/DMBİ, Tahran 1367 hş. I, 18-19; Dihhudâ, Alî Ekber, Luğatnâme-yi Dihhudâ, Tahran 1346 hş., “âb”, II, 8, 14.

[3] Oşîderî, Cihângîr, Dânişnâme-yi Mezdiyesnâ, Tahran 1371 hş., s. 51.

[4] Afîfî, Esâtîr, s. 401; Boyce, M., “āb/water”, Encyclopaedia Iranica/EIr., New York, I, 27.

[5] Boyce, M., “āb/water”, EIr., I, 27; Tefezzulî, Ahmed, “âb”, DMBİ, I, 18-19.

[6] Yâhakkî, Muhammed Ca'fer, Ferheng-i Esâtîr ve İşârât-i Dâstânî der Edebiyyât-i Fârsî, Tahran 1375 hş., s. 25; Afîfî, Esâtîr, s. 402; Boyce, M., “āb/water”, EIr., I, 27.

[7] Bîrûnî, Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed, el-Âsâru’l-bâkiye ‘ani’l-kurûni’l-hâliye (nşr. Eduard Sachau), Leipzig 1923, s. 226; Mu’în, Ferheng, “gâhenbâr”, III, 3191.

[8] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 25.

[9] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 25.

[10] Zumurrudî, Humeyrâ, Nakd-i Tatbîkî-yi Edyân ve Esâtîr Der Şâhnâme-yi Firdevsî, Hamse-yi Nizâmî ve Mantıku’t-tayr, Tahran 1382 hş., s. 131.

[11] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 26.

[12] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 26.

[13] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 26.

[14] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 26.

[15] Yâhâkkî, Ferheng-i Esâtîr, s. 26.

[16] Ânendrâc, “âb”, I, 2-3; Luğatnâme, “âb”, II, 8-14; Şükun, Ziya, Ferheng-i Ziyâ, İstanbul 1984, “âb”, I, 1-2; Afîfî, Ferhengnâme, “âb”, I, 1-2; Enverî, Sohen, “âb”, I, 1-2.

[17] Afîfî, Rahîm, Ferhengnâme-yi Şi‘rî, Tahran 1372 hş., I, 2-4.

[18] Pala, İskender, Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2000, s. 11.

[19] Zumurrudî, Edyân ve Esâtîr, s. 133-134.

Yorum

Hasan H.T (doğrulanmamış) Cu, 30 Ağustos 2024 - 12:24

Hocam İran kültürü içerisinde Persten çok Türk etkisi var diye düşünüyorum. Şu kültü de daha çok Türklerindir diyebiliriz. Hatırlatmak istedim.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.