Herkes Söz Söyler,
Ancak Sa’di Sözü Bir Başka Söyler …
Nimet Yıldırım
Sa’dî Şirazî (ö. 1292) tartışmasız Fars edebiyatının en büyük söz ustalarından biridir. Ustaca ve çok akıcı kullandığı dil, bütün dizelerine ve cümlelerine serpiştirdiği aşk, sevgi ve gönül dili en üst düzeydedir.
Adı: “Muslihuddin”; lakabı “Müşerrifüddin”; şiirdeki adı/mahlası, “Sa’dî”dir. Mahlasını yaşadığı günlerde Şiraz ve çevresindeki coğrafyalarda egemenlik sürmekte olan Atabek Ebu Bekir b. Sad-i Zengî’den almış olmalıdır. Şiirde kullandığı adı “Sa’dî” daha yaşadığı zamanlarda bile geniş coğrafyalarda ün salmıştır.
1209 yılında Şiraz’da eskiden beri din bilginleri yetiştiren bir ailede dünyaya geldi. Çocukluk günlerinden itibaren babasının gözetiminde öğrenim gördü. Çocuk yaşta babasını kaybetti. İlk edebi ve dini bilgilerini Şiraz’da aldı. Daha sonra öğrenimini sürdürmek için Bağdat’a gitti. Sa’dî’nin uzun yıllar sürecek olan seferlerinin ilki olan bu yolculuk 1223-24 yıllarında gerçekleşti. Bağdat’ta Nizamiye medreselerinde öğrenimine devam etti.
Fars dilinin tartışmasız egemen bir söz ustası olarak bilinen Sa’dî-yi Şirazî, eşsiz eseri Gülistân ile Farsça nesrin en güzel örneğini, sanatlı nesir tarzının en güzel metnini ortaya koymuş, rakipsiz ve özgün tarzını yaratmış, bu tarzda o doruklara ondan başkası erişememiştir. Onun tartışmasız hem nesirde ve hem de şiirde böylesine doruklarda rakipsiz kalan eserleri kendisinin “Söz ülkesinin hükümdarı” olarak nitelenmesine neden olmuştur. Bizzat kendisini de bunu en güzel şekilde dillendirmiştir:
Gerçeği korkusuzca söyleyemez kimse
Söz bir ülke, hükümdarı da Sa’dî kesinlikle
Sa’dî hayatının önemli bir kısmını Bağdat’ta öğrenim görmesinin yanı sıra hilafet merkezi Bağdat’ın ünlü bilim ve düşünce adamlarıyla görüş alışverişlerinde bulunarak geçirdi. Ancak gördüğü öğrenim, edindiği bilgilerin onu istediği gibi tatmin etmediğini düşündüğünden olsa gerek çevresindeki coğrafyaları gezip görme düşüncesi bir süre sonra bilgi edinme ve eğitim düşüncesine egemen oldu. İslâm coğrafyasını, gezmeğe başladı. Bu seyahatlerinde gezip gördüğü Kufe, Basra, Halep, Şam, Trablus, San’a, Hicaz gibi şehirler onun tecrübelerini geliştirmesine katkı sunmuş merkezlerdir. Bu gezileri esnasında Arapçanın değişik yörelere göre değişen lehçelerini bizzat konuşuldukları yerlerde daha da geliştirmiş, bu yüzden de daha sonra yazdığı iki dilli şiirlerinin yanı sıra son derece akıcı, söz sanatları açısından da alabildiğine değerli fesahat ve belagat örneği Arapça uzun kasidelerini yazmıştır.
Sa’dî’nin, 1223 yılında başlayan ve 35 yıl süren bu upuzun seyahat dönemi 1257 yılında Şiraz’a dönmesiyle sona erdi. Bütün bu uzun ve yorucu seyahatlerinin ardından elli yaşlarının üzerinde yoğun bir bilgi ve tecrübe birikimiyle doğduğu topraklara geri döndü.
Eserleri:
1. Bostan: Sa‘dî-yi Şirazî, uzun yıllar süren seyahatlerinden doğum yeri Şiraz’a döndükten sonra (1257) kaleme almış olduğu ilk bağımsız eser, manzum eserleri arasında en önemlisi, klasik kaynaklarda Sa’dînâme ve modem kaynaklarda Bostan adıyla bilinen bu eseridir.
2. Gülistan: Gülistan, Sa’dî'nin yazarlık kabiliyetini göstermesi açısından eserleri arasında çok ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Kaleme alınışından bu yana asırlar geçmiş olmasına rağmen çok büyük kitleleri hala etkisi altına alabilmektedir. Eser, “Giriş” ve “Sekiz Bab”dan oluşmaktadır. Önemli bölümlerini oluşturan hikayelerin konuları; insanları iyilikleri yapmaya teşvik eden ve kötülüklerden uzak tutmayı, iyiye, güzele, doğruya yöneltmeği amaçlayan öğütlerden ve ibretli sözlerden oluşmaktadır.
Diğer Eserleri: 3. Gazeliyyât 4. Arapça Kasideler, 5. Farsça Kasideler, 6. Mersiyeler 7. Mulemmeât ve Musellesât 8. Terciât 9. Sâhibiyye 10. Hubsiyyât/Habîsât 11. Rubâiyyât 12. Mufredât. 13. Taḳrîr-i Dîbâce 14. Naṣîḥatü’l-mülûk (Neṣâyiḥu’l-mülûk) 15. Risâle-i Aḳl u Işk 16. Risâle-i Enkiyânû 17. Mecâlis-i Pencgâne 18. Risâle-i Selâse.
Sa’dî'nin eserlerinin tamamı, Külliyât-i Sa’dî adı altında bir araya toplanmış ve defalarca basılmıştır.
Sa’’di'nin Gazelleri
Başta Bostan ve Gülistan olmak üzere bütün eserleri alabildiğine ün kazanmış ve çok geniş coğrafyalarda yoğun okuyucu bulmuş ve beğenilerek okunmuştur. Gerçekte Sa’dî’yi dünya çapında üne kavuşturan gazelleridir. Aşk, sevgi, öğüt… gibi temalara yer veren gazelleriyle birçok gazel şairini de kıskandırmıştır.
Sa’dî’nin gazellerini sımsıcak tutan ve gönüllere konup yerleşmesini sağlayan aşk sadece insanın güzelliğine değildi. Sakınganlığın ruhu, hakkın ergin nitelikleri de zaman zaman bu aşkın konuları arasına girmekteydi. Bu boyutlarından hareketle bazıları onun aşkının ve şiirinin tasavvufi ve aşkının da tamamıyla yüce evrenlere olduğunu düşünmelerine neden olmuştur. Sadece gazellerinde değil diğer şiirlerinin çoğunda da doğaya aşkı, Tanrı’nın güzelliğinin cilveleri bolca gözlenmektedir. Bazı gazellerinde bu “tutkun aşık”, yerini her şeyden vazgeçmiş bir “arif”e bırakmaktadır. Ancak bu tür şiirlerinde de yine onun sözlerinde maddi aşk ve güzellik sevdası asla sönük kalmamakta yine ışıldamaktadır.
Sa’dî’nin Külliyât’ında birbirinden güzel 637 gazeli vardır. Gazellerinde sanatsal derinlik deha, öte yandan anlamlar yaratma, düşünce ve duyguların, manaların hizmetinde kullanılması; dildeki sadeliği, sözlerinin kolay anlaşılır olması şairlik becerileriyle iç içedir. Burada Sa’dî’nin on gazelinin Türkçe çevirisi verilerek söz ülkesinin bu rakipsiz hükümdarının aşk, sevgi ve güzellikler dünyasına bir pencere aralamak amaçlanmaktadır.
1.GAZEL
Yavaş sür kervancı kervanı, kervanda sevgilim gidiyor
Bir tek gönlüm kalmıştı benim, o da sevgilimle gidiyor
Uzaklarda kaldım ondan, zavallıyım, yaralıyım onsuz
Yokluğunda sanki onun acısı kemiklerime gidiyor
Saklarım içimdeki yaraları hileyle, büyüyle dedim
Saklı kalmıyor ki kanı akıp gözlerimden gidiyor
İyi bak hevdece, hızlı sürme kervanı kervancı
Aşkından o servi boylunun sanki canım gidiyor
O, gururla salınarak gidiyor, ayrılık zehri yudumluyorum ben
Sorma artık benden bir nişan, gönül nişanım onunla gidiyor
Bıraktı beni gitti o gururlu sevgilim, zehir etti hayatımı
Ateş dolu gir ateşliğim ben, dumanım başımdan gidiyor
Onca zulmetse de, onca vefasız olsa da o
Hatıraları içimde de, dilimde de akıp gidiyor
Dön gel de kur tahtını gözlerim üzerine a nazlı sevgili
Bak, göklere yerlerden ne kavgalar ne feryatlar gidiyor
Uyku nedir bilmem, dinlemem öğüt kimseden
İsteyerek gitmiyorum bu yoldan iradem elimden gidiyor
Ağlasam deve çamurda kalıncaya dek eşek gibi dedim
Bunu da yapıp incitemem ki ben sevgilim kervanda gidiyor
Vuslatına sabretmek, benim için sevgiliyi terk etmek
Olmasa da benim işim, çarem bu, böyle gidiyor
Can çıkıp giderken tenden, herkes bir söz söyler de
Ben kendi gözümle gördüm, baktım can sevgilim gidiyor
Sa’dî! Bizim elimizden figan yaraşır mıydı a vefasız!
Dayanamam ben cefaya, işim figanla yoluna gidiyor
2.GAZEL
Bilemedim baştan ben: vefasızsın, sevgisizsin sen
Söz vermemek daha iyi, verip de yapmayacaksan sen
Kınıyorlar dostlar beni: neden gönül verdim sana diye
Önce sana sorulmalı: neden bu kadar güzelsin sen?
Bana: “Gitme zamane güzellerinin ardından” diyen
Bu düşünce denizinde biz neredeyiz, neredesin sen?
Ne ben, ne çene çukurun, ne dağınık zülfünün ucu
Gözü açıkların gönüllerini çelen, Tanrı’nın bir gizemi bak sen
Aç peçeni yüzünden; göremez böyle yabancılar güzel yüzünü
Öyle büyüksün ki; sığmazsın küçük aynalarına onların sen
Çalamam kapını senin bekçilerin korkusundan ben
Bir dilenci olarak gelebilirim o mahalleye oradasın ya sen
Aşk, yoksulluk, dillere düşme, kınanma
Hepsi kolay da; dayanamam ayrılığına, yoksun ya sen
Bugün eğlenme, kırlarda, ırmak kıyılarında gezme günü
Bir gönül bile kalmadı bu şehirde ki, çelesin onu da sen
Gelirsin de gönül üzüntülerimi açarım sana demiştim
Ne diyeyim ben, kalmıyor üzüntü gönlümde ki gelince sen
Çıkarılmalı bu evden ve söndürülmeli mum
Komşuya söylemesin: “Bizim evimizdesin diye sen”
Sa’dî! Kemendinden çıkıp kaçacak biri değil asla
Bilir o, bağında tutsak kalmak kurtulmaktan iyi, bilirsin sen
“Git gönlünü başka sevdalara sal” derler insanlar
Hem de Atabek zamanında iki sevgiliye gönül veremem ben
3.GAZEL
Aşk sözü tomar tomar defterlere sığmaz
Tutkunun dilleri sözlere sığmaz
Âşıkları mest eden şarkılar
Akıllıların kulaklarına sığmaz
Nasibin olmaz senin hem aşk hem de sakınganlık
Sakınganlık da, meyhanecinin evine sığmaz
Öylesine ferah kurulmuş ki daracık gönle yar
Başkaları artık asla oraya sığmaz
Seni olduğun gibi nasıl överim ki ben
Kıymetli elbisenin yanına pazarda elbise sığmaz
Artık gönül vermem ben hiçbir yaratığın yüzüne
Senin yanında duvara başka resimler sığmaz
Kim haber verecek bu gece zavallı bekçiye:
“Halvet mağaramıza bizim köpek sığmaz”
Gülün, bittiği ağaçta komşusu diken olur
Gül sevgilinin yanında olursa, oraya diken sığmaz
İki dost arasında samimilik, tutku dolar taşar
Kan içici düşmanın çabası asla oraya sığmaz
Gönül gözümle bakıyorum sana ben; başımdaki
Gözlerime çakınca alev kıvılcımların sığmaz
Sevgililerin çok senin Sa’dî’ye yer yok orada
Dilenci, müşteriler arasına asla sığmaz
4.GAZEL
Karşında senin başkaları duvardaki resimler
Sende olan güzelliğe de manalara da sahip değiller
Göreliden beri gül yüzünü senin, bütün dikenler güller
Sen sevgilim oldun olalı bütün insanlar bana eller
Derler ya bir tek Kadir gecesi olur insanın ömründe
Kadir gecesi o gece; o gece sevgiliyle sabaha ererler
Sonsuz devlet eteğini, umutların erişeceği yakaları
Yazık ele geçirirler de bir daha salıverirler
Bu kınalı ellerinle yaralanan bir tek ben değilim ki
Gam kılıcınla niceleri benim gibi ölmüşler
Şaşırırım gözlerine senin, geceleri gündüze dek
Uyuyor da, bir şehir uyanık gamından senin geceler
Şaşırtıcı bir serüven, çok çetin, sıkıntılı bir dert;
Ne saklanabilir dert, ne söylenebilir dertler
Bir tek hayal dışında kalmadı tenimden bir şey
O kalan da belki bir hayal de, gerçek diye söylerler
Sa’dî sınırları aşar gider senin tatlı sözlülüğün
Senin tadına doyulmaz bağında, bütün kuşlar şeker sözlüler
Açtığı günden beri mana gülleri gönlünde renk renk
Duyunca tatlı sözlerini bûtimara döndü şakıyan bülbüller
5.GAZEL
Bu gece bu güneşin doğmaya yok niyeti
Ne hayaller geçti de uyku tutmadı bir an gözleri
Neden geç kaldın be sabah?! Bak benim canım çıktı
Günah işledin sen, müezzinler alamadılar bir sevabı
Tutuldu sesi horozun da, bir an olsun ötmedi
Öldü bütün bülbüller de, tek bir karga kalıverdi
Neden severim bilir misin esintilerini seherin?
Yüzüne benzer de ondan peçesini açmış sevgilinin
Kapanmak ister Allah’tan, başım ayaklarına
Daha iyi çünkü suda ölmek, can vermekten su arzusuyla
Gönlüm onun üzüntüsüne dayanacak biri değil ki!
Nasıl alt edebilir bir sinek bir kartalı ki?
Suçlu değilim teslim edeceğin kadar beni düşmana
Kendi elinle ver sen, vereceksen bir cezayı bana
Taş gibi gönlün a sevgili! Sa’dî’nin gözyaşıyla
Dönmezse şaşılır, döndürüyor o değirmen taşını baksana
Gidip de be miskin dilenci, başka bir kapı çalsana
Alamadın bir cevabı, bin kez çaldın da baksana
6.GAZEL
Su kuyularını, çöllerde şaşkın dolaşan kervancılara sor sen
Suyun kıymetini ne bilirsin ki? Fırat kıyısındasın sen
Gecem senin yüzünle gündüz, gözlerim seninle ışıltılı
Gecem, gündüzüm aynı olur, ayrılır gidersen benden sen
Kalsam da senden uzaklarda yıllarca, kesmedim umudumu
Geçiyor zaman ve yüreğim şöyle diyor: “Geleceksin sen”
Görmedim, duymadım ben senin gibi güzel bir insan
Sen bir çamurdan isen, hayat suyuyla mı yoğruldun sen?
Aydınlık yüzünü görme umuduyla geçiririm karanlık geceleri
Hayat suyu da karanlıklar ülkesinde aranır, bilirsin sen
Nasıl da zehir ediyorsun hayatımı, elinde bunca bal, tatlın da var
Ne kadar şaşırtıyorsun o tatlı dudaklardan, acı söz söylerken sen
Yüzüne âşık oluşum üç beş günlük değil benim
Koklasan öldükten sonra kemiklerimi, alırsın aşk kokusu sen
Her güzel yüzlüğü övdüm ben arzusunca hepsinin
Seni nasıl överim ben övgülere sığmazsın ki sen
Korkuyorum, umut bağlıyorum, feryadıma koşmanı istiyorum
Hem bela kemendisin, hem kurtuluş anahtarısın sen
Dostun gözünden düştüm, düşmandan yana oldum ben
Düşmanlarımın arzusuyla terk etti beni dostlarım, bak sen
Ayrılık mektubu belki de seni hiç üzmez Sa’dî’nin, şaşarım:
Kuşlara sunsam bu şikâyetimi, yuvalarında ağlardı onlar. Ya sen?!
7.GAZEL
Bilmiyorum ben yaralı yürekten daha ne istiyorsun?
Gamzenle kapıp götürdün gönlümü, daha ne istiyorsun?
Dağınık gönülleri bağışlamaksa niyetin
Ben bahtsızdan daha başka, daha ne istiyorsun?
Boş yere ömrüm sevdanla geçti senin
Cefan aştı sınırları a sevgilim! Daha ne istiyorsun?
Başımı mı, gözümü mü istersin, feda sana
Hangisini istiyorsan baş üstüne, daha ne istiyorsun?
Duydum ki bu kulunun şiirini istemişsin sen
Balın, şekerin ocağı sensin; şekeri daha ne istiyorsun?
Bir ömür boyu bir tek kez baktım sana ben
Şimdi o bakış karşılığı benden daha ne istiyorsun?
Esirgemem sen ne istersen iste Sa’dî’den
Sen ne dersen o onu yapar; daha ne istiyorsun?
Kaynakça
Safâ, Zebihullâh, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, Tahran 1371 hş., I-V.
Şirazî, Sa’dî, Külliyât-i Sa’dî (yay. Bahauddîn Hurremşahî), Tahran 1389 hş.
Şirazî, Sa'dî, Külliyât-ı Sa'dî (yay. Mu¬hammed Ali Furûğî), Tahran 1369 hş., s. 205.
Şirazî, Sa'dî. Bostan (yay. Ğulam Huseyn-i Yûsufi), Tahran 1372 hş.
Yahakkî, Muhammed Cafer, Bedîn Şîrîn Sohen Goften, Tahran 1392 hş.
Yeni yorum ekle