Biraz Öteye Gider misin Düşlerimden?

Felsefe

Biraz Öteye Gider misin Düşlerimden?

 

Ümit Yaşar Gözüm*

 

Mevsimleri düşünüyordum, mevsimlerin başladığı zamandı sanırım. O baharda göz ucumdan begonvillerin arsız pembesi geçiyordu. Ne kışın uçsuz bucaksız beyaz düşlerinin anlamı kalıyordu belleğimizde, ne de hak etmediğimiz sonsuz acının. Gül üstünde tüten bulutlar, beyazdan sarıya, kırmızıdan fuşyaya boyuyordu gökyüzünü. Bilinmedik ezgiler çalıyordu rüzgâr, henüz güneş doğmadan. İçimizde harlanan ateşe Aspat Dağın püfür püfür esen kekik kokusu eşlik ediyordu her bahar.

İklim yolunu şaşırmışçasına yaşanırdı burada mevsimler. Bahar Yaza karışır, Yaz Sonbahara. Bir yaz sağanağı söndürürdü toprağın ateşini. Kendimizden vaz geçerdik koyun kırık dökük iskelesinde, öteki yarı olmak adına. Anlayacağınız bir yangın yeriydi yüreklerimiz her bahar.

Bulutlar toplanırdı dik yamaçlı dağların eteklerinden zirvelerine doğru. Sivri sivri kayalar saplanırdı bağırlarına. İstedikleri bu muydu henüz çözemediğim bir bilmeceydi ama başka bir yorumu da olabilir miydi yemyeşil düzlükleri bırakıp farelerin bile terk ettiği ıssız kayalara taç olmanın.Her bahar bir görünüp bir yok olan papatyaların hüzün veren öykülerine odaklanırdık.

Sanırım insanda böyle tercihlerin anlamsızlığına bırakıyordu kendini. Sonunun mutsuz olacağını düşünme duygusu sürekli mutsuzluğu getiriyor. Her gün batımında sorduğumuz cevapsız sorulardan birisiydi; nasıl yaşanılır ki, böylesi bir ruh haliyle?

Aspat Dağının yüzüne narin bir kadın silüeti düşmüştü. Herkes oraya nasıl düştüğünü çözmeye çalışırken bulutlar bile alçaktan geçiyordu… Gün batımının yarattığı bir yanılsama diye düşünenler çoğunluktaydı. Oysa ben dağa düşen silüetinden fark etmiştim geldiğini tanrıça Tike’nin

Dünya gölgede kalmıştı bir akşam üstü yeniden karşılaştığımızda. Sanki saçları hapsetmişti güneşi. Öylesine beklenmedik bir etki bırakmıştı bu baharda üzerimde.İlk karşılaşmada yaşanan “ne düşünüyorsun” sorusunun tam açıklaması: Beni nasıl buldun, ilişkimizin geleceği hakkındaki düşüncelerini merak ediyorum gibi derin mevzulardır.Durum hakkında konuşmaya “Henüz küçük ama birlikte büyüteceğimiz düşüncelerim var.” Diyerek söze başlamak değerli hissettirmenin en güzel yoludur diye düşünürdüm.

Yelelerini güneşe savuran kısrakların nal sesleriyle uyandığım güne, kendi tanrıçasına kavuşmuş bir yüreğin coşkusuyla tamamlıyordum…

Aynı coşkunun Tike’yi sardığını fark ettiğimi hissettirmiş olmalıydım ki, anlık gülümsemeyle:Biraz öteye gider misin, düşlerimden…Uzaktan gitmek, değil midir, içindeki yolu değiştirme istediği. Bak ben yolumu sana düşürmenin çabasıyla çıktım yola. Bugünden dünü çıkar, yarından da bugünü… Geride ne kaldıysa o sensin işte…

Güz mevsimi ardından Moğol savaşçıları kovalıyormuşçasına hızla tüketiyor yazı. Geçen sonbahardan bende kalan: Dağınık geçmişin, düzenli geleceği olmuyor, olamıyor hissiydi. Başını yasladığın sol yanımdaki acıyla nasılda avuttum kendimi…

Bütün yitik öykülerin öznesidir gitmek. Öyle ki, giderken siyah bir çelenk bırakırız karanlığa, kimsenin görmediği, duymadığı, konuşmadığı… Ama şimdi kendine sürgün duyguların hesaplaştığı gecenin sabahında bedenine döner ya insan yeniden. Yenilenmek bu olsa gerek…Duygu yığınları geçerken içimden, demiri ateşle eriten bedenini bırakmıştın sere serpe önüme.

Her zevkin bir doruğu bir de burukluğu vardı.Gece ayaz, mekan sıcak, yalnızca tenlerimiz ıslaktı dere yatağı gibi…Ay tutulması yaşıyordu koca koy, tutkumuza tanık olmamak için ay bile gizlenmişti.İçimde yeni sürgünlerini verirken huzursuzluk, ruhen çıplaktım.  Ben de tutup geceyi giyindim. Birkaç badeye sığdırdığımız geceyi, arzu dolu bir yatakta aydınlattığımız çok olmuştu.Zevkin yasak sokaklarından geçmeyi alışkanlık haline getirmiştik. Issızlığını bilmediğim çıkmaz sokakların derin yalnızlığını yaşadığımı çok geç anladım…

Bastırılmış tutkuların suskunluğu sinmiştir ilk buluşmalarının üzerine. Taraflardan birisi konuşmalarda kendisini bulacağı cevapları ararken, diğeri çiftleşeceği damızlığın derdindedir... Biz öyle olmamanın huzurunu yaşadık her mevsim.

Genç kızların umutla aşk bekleyişlerine tanık oldukça, ölüme geç kalmış bakır kanatlı kartalların konduğunu görüyordum uçurumun dibine… Aşk dedin mi, kendi dağından koparılmış lalelerin eflatun kızıllığı düşüyordu göğüs uçlarına…Çığlığı geceye çarpan dalgaların tatlı sarhoşluğuyağıyordu üzerimize. Hiç vaz geçmiyorduk birbirimizin kıyılarına vurmaktan. Aşkın erotizmimi idi yüreğimizi soğutan hala sorgularım…

Tike başını üstadın omuzuna koyduğunda, aslında söze ara vermek istediğini anlatıyordu. Bir an omuzuna düşen sevgilinin saçlarını koklayan üstat derin bir soluklanmanın ardından seslenirdi tanrıçasına: Biliyor musun Tike, sevgililer kendi yıldızlarını düşürürler gökyüzünden birbirlerinin gözlerine…Her karşılaşmamızda utangaç bir genç kızın yeni yetme cilvelerini düşüyordun ufkuma. Hiç kulaç atarken, denizin kabardığına tanıklık etti mi bedenin!Kutsanmış ışık halelerinden taçlar takmayı hiç arzuladı mı….Ruhunda yanıp duran kandillerin aydınlığının yansıdığını hissediyorum yüzüne. Orada, yükseklerde, bir dağın tepesinden ışıktan gözlerinle bakarken vadiye, aşk üzerine yazarken hecelerin birbirine dokunduğunu düşünürdüm. Bilirdim ki, başladığı yere dönen cümlelerin derin anlamını sadece aşk verir bize…

Geçen sonbahardan ve giderken kalmaktan bahsettiğin yer yüreklerimizdi. Gidenin ardından tüm düşünceler buz kesilip kalır bir an…Hepimizin, içinde olmasını beklediğimiz bir tasa vardı. Kırılırsa bir yürek, hangimiz onaracağız onu diye kaygılanıp dururduk…

Bizim için doğurmuştu ayı, gece. Geceye melankolik anlamlar yükleyen bizdik. Kaç güneş doğurduk, yatağımızda kaçının kanatları gümüştendi. Kaf Dağının ardından yeşil zümrüt taşıyan Anka kuşunun kanatlarında telek olmak istediğimiz nice coşkulu günler geçirdik. Toprak rengi akan nehirlerin bahar coşkusu bizdik. Metropollerin insanı boğan sığ ortamlarından kaçarken, modern çağın köprülerini yıkan da bizdik. Ak mezarımıza düşen karanfillerin gölgesinde geceyi kanla yıkayan vahşinin karşısında;  umutla yıkadık karanlık geceyi biz, gün ağarsın diye, güneşler ektik günebakan tarlalarına. Hatırlıyor musun Tike, sana aşkımdan bahsettiğim anda; geceye bir çift mum yakmış gibi nasılda parlamıştı gözlerin.

Ah çözemediğimiz sırlar! Nesnenin de bir belleği var mıydı acaba! Onun dokunduğu yere dokunsam anlar mıydı tutkumu? Diye kaç gece yüreğine dokunduğumu düşündüm.

Bazen kendimize karşı öylesine sorgulayıcı davranırız ki, kendimize karşı duran tek kapının benliğimiz olduğunu göremeyiz bile. O karşı duruşlarda yatan gerçek, aşktı. Yoksa şimdiye kadar ardından yeller esen bir boşluğun parçası olurduk.

 

*Felsefeci, Yazar, Eleştirmen

ZorbaTVdergi Kurucu Genel Yönetmeni

Sanatım Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Sosyete art  Blog: Düş ve Gerçek Köşesi

Instagram: @zorbeyümityaşargözüm

Facebook: Ümit Yaşar Gözüm

e-posta: uygozum@gmail.com  

Entelektüel Tartışma Platformları

Toplumsal Buluşmalar Platformu

Türkütopya Sanat Platformu

Ankara (Kalesi)İzdüşümleri

Bodrum Aspat Düşleri  Platformu

Kurucu Başkanı

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.