Çiğdem Sezer’inbir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından Kitabında Anne-Çocuk İlişkisi

Akademik

Çiğdem Sezer’inbir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından Kitabında Anne-Çocuk İlişkisi

 

Giriş:1960 Trabzon doğumlu olan Çiğdem Sezer, ilk ve orta eğitimini bu kentte gördü. Ankara’da yükseköğrenimini tamamladı. Uzun yıllar Sakarya’da bir lisede eğitimci olarak görev yaptı. Sezer’in yayımlanmış şiir kitapları şunlardır:Kanadı Atlas Kuşlar (Karşı Yayınları, 1991), Çılgın Su (Dünya Kitap Yayınları, 1993), Kapalı Gişe Hüzünler (Karşı Yayınları, 1996), Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından (Hera Yayınları, 1998), Dünya Tutulması (Yom Yayınları, 2005), Denizden Geçme Hali (Yapı Kredi Yayınları, 2009), Küçük Şeyler Mevsimi (Öteki Yayınları, 2016), Aramızdan Hayat Geçti-Toplu Şiirler (Everest Yayınları, 2023). 1993 yılında Dünya Kitap Dergisi Şiir Ödülü’nü ve Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’nü alan şair, 1998 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nün ve 2006 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nün de sahibi oldu.

 

Çiğdem Sezer, eserlerinde şiirle (söz) anne arasında ilişki kurar.Şiir kitaplarının yanı sıra yetişkinler ve gençler için romanlar da kaleme alan Çiğdem Sezer, yakın tarih ve kent monografisi üzerine çalışmaktadır.Çiğdem Sezer’in şiirlerinde, anne (dil, söz, şiir) ve çocuk arasındaki ilişki sorgulanır. Kurgulanan dil (anne), geleceği simgeleyen çocuğu doğurur.

 

Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından: Çiğdem Sezer “aynıyağmurdaıslandığımız/çocukluğuma/...ve çocuklarıma” (s. 179) ifadesiyle çocukluğuna ve çocuklarına ithaf ettiği Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından[1]adlı kitabıyla 1998 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü kazanmıştır. Kitap üç bölümden meydana gelmektedir: Annem Uçurum Doğuracak, Leyla Sylvia Hattı, Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından.

 

Kitabın Annem Uçurum Doğuracak adlı ilk bölümünün“Simden Kanatlarım” şiirinde, annesine seslenen çocuk, ölen babasının yasını tutar. Beş bölümden meydana gelen şiirde, çocuk bir testi gibi ışığını ve acısını içinde taşır. Annesine suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan çocuğun kanatları simdendir:“o gemiye binmedim, vallahi/anne suçsuzum/gecenin elbisesini ben giydirmedim” (s. 182)

 

 

Bir midye kabuğundan çıkan (inci) ve ayakları olmayan çocuk, düş buğusu kanatlarını açar. Metinde, midyenin (anne) içinde yağmurla beslenerek oluşan incinin (çocuk) parlaklığı ve değeri vurgulanır. Ardında çocuk ölüleri bırakarak büyüyen çocuğun sözleri de simdendir. Işığını ve parıltısını annesinden alan çocuğun kendi ölümünü düşlemesi zamana yenileceğinin bilincinde olmasındandır. Çocuğun büyümesi, gerçeklerle yüzleşerek düşlerine ve simden sözlerine veda etmesi demektir:“büyürüm ben de. ardımda çocukölüleri bırakarak/simden sözler...kanatlarım/ölürsem kanatlarımı kim taşıyacak” (s. 183)

 

“Simgesel, annenin reddedilmesine dayanır; göstergesel ise şiirsel konuşmada annenin bedenini ritim, ses benzerliği, tonlama, ses oyunları ve tekrar yoluyla temsil eder, yeniden sunar ve geri getirir.”[2]Kalbindeki elmas ağırlığıyla gövdesi titreyen “Elmas”şiirinin öznesi, ateşler içindedir. Çünkü kaybettiği çocuğu için üzülür. Elmas hançere, yıldızlara ve ışığa benzetilen çocuk; annesinin bedeninin, sesinin bir parçasıdır. Annenin kalbi küllenir ve kederi çoğalır:“ışık ve hiçlik/‘anne, kal’ demesiydi ölü çocukların/‘anne, kal’. mezar ol sustuğum şarkıya” (s. 187)

 

“Annem Uçurum Doğuracak” şiirinde denizin simgelediği anne, içinde sözcükleri saklar. Anne kızın öyküsü gibi ilerleyen metinde, suyu (anneyi) kazma veya bıçakla ikiye bölmek, onun bildiği bütün öyküleri boğmaktır. Anneyi öldürmek, öyküleri ve geçmişi silmektir. Geçmiş yok edilirse ve öyküler silinirse dil de yok olur/unutulur. Şiir öznesi, kalbindeki uçurumu (acıları) rüzgâra bırakmak, böylece özgürleşmek ister: “bana bir kazma bana bir bıçak/bendeki uçurumu rüzgâra bırakacak//uçurum dedim de bir avuç kum/hiçbir rüzgâra bırakamadığım” (s. 188)

 

“Sözcükler kırılgandır.”[3] Sezer’in “Annem Uçurum Doğuracak” şiirinin öznesi, sözcükleri hayatın kırık sandalyesine yerleştirip evreni dil üzerinden kurgulamaya çalışır. Hayatının bir öykü gibi başının ve sonunun belli olmasını ister. Sözcükleri gömdükten sonra yalnız ve suskun kalır.

 

Şiir öznesinin bir kazma ve bıçakla annesini öldürmesi, dili (sözcükler, geçmiş) yok etmesidir. Çünkü o konuşursa annesi uçurum (ölüm, sonsuzluk) doğuracaktır. Gelecek, ölümü ve sonsuzluğu yanında getirir: “böyle yalnız böyle suskun böyle iyi/gömdüm mü bir de sözcükleri...//bana bir kazma bana bir bıçak/konuşsam annem uçurum doğuracak” (s. 189)

 

Çocuğun annenin yaratıcılığına (doğurganlığına) duyduğu haset ve bu duyguyla beraber gelen yıkıcı eğilimler, yaratıcılığın ve yaratamamanın temelinde yer alır.[4] Çiğdem Sezer’in “Annem Uçurum Doğuracak” şiirinde, anne-çocuk ilişkisi çiftedeğerlilik ve haset çerçevelerinde şiir (söz) odağında ele alınmıştır. Şiir öznesi, hem annesinin yaratıcılığını (doğurganlıklarını) kıskanır hem de onunla bir bütün olduğuna inanır. Bu bağlamda anneyi simgeleyen şiir (söz), uçurumu dolayısıyla sonsuzluğu işaret eder. Sevgi ve şefkat bekleyen çocuğun annesine tepkileri bazen serttir. Çocuğun bedensel ve ruhsal gelişimini belirleyense annesinin psikolojisidir.

 

Anne sütünü simgeleyen su, dişil bir unsurdur ve akıcıdır.[5]“Yağmurlu Bahçe” şiirinin ikinci bölümünde, anne; bahçedir, yağmur ise çocuktur. Yağmur kanatlı çocuğun rüyası şiirleştirilirken annesinin yalınlığı da vurgulanır. Yağmur, denizin (anne) ayak sesidir. Metinde, yağmurla (çocuk) bahçe (anne) kavuşturulmaya çalışılır:“senin kanatların, yağmur/kalbidir viran bahçenin. çocuk bilir/ve uyur derin uykuyu. Rüyanın/kalbine girmek için. hiç çıkmamak/için. çocuk bilir” (s. 193)

 

Annenin her şeyinin bebeğine geçtiği inancı birleşme-yapışma düşlemlerini (çiftedeğerlilik aktarım ve karşıaktarım ilişkisi) canlandırır.[6]“Yağmurlu Bahçe” şiirinin öznesi annesiyle birleşme-yapışma düşlemlerini yağmur ve denizle ifade eder. Yağmur (bebek), denizin (anne) ayak sesi olduğu için onun parçasıdır.

 

“Gökyüzünün Tenha Evi” şiirinin öznesi unutmakla yazılmak arasındaki bir sözcükle, doğurduğu ve doğurmadığı tüm çocuklarla birlikte ölümü sorgular. “Yokluğuna Sözcüklerden” şiirinin “kuşlar niye hep kalabalıktır anne?” (s. 210) diye soran öznesi ise, hayatla ölüm arasında sıkışmıştır.Kanat çırpabildiği kadar gökyüzünde kalan çocuk, kuşlarla kendisini ve kardeşini özdeşleştirir. Kuyuya benzettiği kalbinde sürekli dönen çıkrık, hayatın ritmini yansıtır. Kuş telaşının ve ölümün sesinin sindiği şiirde, kaybedilen kardeşin acısı hiçliğe varır:“ve genişler gökyüzü...gökyüzü/kanat çırpabildiğin kadar/hiç’tir, belki. anımsatır hayat” (s. 211)

 

“Azap çektirilen beden, tasarımları elden geçirilen ruh, terbiye edilen beden”dir.[7]Ölü Kardeş Sesinde” şiirinin ölen kardeşini özleyen öznesi de acısını yırtılan bir kumaşın sesine benzetir. Annesini paylaştığı kardeşinin sesini,yağmurun sabahın (ışık) tırnak uçlarından süzülüş sesiyle özdeşleştirir. Kardeşinin hâtırası; ışığıyla, sesiyle annelerinin bedeninde ve ruhunda saklıdır:“elleri yok bir deniz yosunu/benimle. yakın.tuzak. annesi annem olurdu/ansızın sağanak/başlar ve sarılırdım” (s. 218)

 

Kitabın Leyla Sylvia Hattı adlı ikinci bölümünün “Anne Ağaç” şiirinin öznesi, karanlık ormanda çatırdayan ateşi düşleyerek yapraklarını döker ve gün ışığına örümceklerden kafesler örüp geceyi doğurur. Durmaksızın yağan kara karşı dayanmaya çalışır. Ağacın oğulları ve kızları derinde ışıldayan deniz kabukları gibidir. Çocuklar, karanlık ormanı aydınlatan ışıktırlar. Ağaç, tabiata ışığını onun sayesinde bulduğu için teşekkür eder. Annelik, her şeyi aydınlatan ve ısıtan bir güçtür:“daha çok sevdim/daha çok sevdim/karanlığı ormanı kar’ı/öğrettikleri için/ışığı aramayı” (s. 220)

 

“Leyla Sylvia Hattı”nda, Leyla ve Sylvia bütünleşir. Şiirde, kadınların kanatları bıçakla kesilmiş kadar acı çektikleri ifade edilir.Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış kadınların karanlıkları doğmamış çocuklarıyla birlikte çoğalır. Kadınlar, kasıklarında camdan bıçakla kendi çöllerini kazarlar. Sylvia Plath’in yarı otobiyografik romanı Sırça Fanus’tan[8]epigrafa sahip şiirde, sırça fanusa kapatılmış kadınların oradan intihar ederek kurtulmaya çalışmaları ve erkek egemen toplumun özellikle bekâret konusunda kadınlara baskısı dile getirilir. Coğrafyalar değişse de toplumun kadına yönelik baskısı değişmez. Kadın, kanatlarını özgürlüğe doğru açıp uçamaz:“uçmayı öğretmek için doğurduğun/çocukların görecekti nasıl çakılıp kaldığını/tuz dökülmüş yarada kabuk gibi, nasıl/irin sızdırmadan dışına, içine akıp kabardığını” (s. 225)

 

 

“Seni de Doğuracağım” şiirinin öznesi, karada gemisini yüzdüren kaptan kadar güçlü olan annesine seslenir. Annesini (ıssız anne dağı) kıskanan şiir öznesi, onun gibi doğurganlığa sahip olmak ister:“eteğinde sürünen tırtıllara bakarak/der, ey balıkçım/seni de doğuracağım/seni de doğuracağım” (s. 227)

 

Hey Sen, Öteki” şiirini öznesi ise, çağrılmaktan yorgun anneler çıkmazında (rahminde) gövdesini yontan bebeğine seslenir. Kankardeşi denizle birlikteboğulmamak için mücadele eder. Rahminde uyuyan ve gövdesini gürültüler içinde bırakan bebeğiyle (hayat) hesaplaşır. Kendisinin (tin ve ten) kızkardeşi denizdir. Hayatın ışığıysa onu tutuşturan sözcüklerdir: “gövdemi gürültüler içinde bırakan,/seni bağışladım. sen de/bağışla/tin’in ve ten’inkızkardeşi deniz adına” (s. 228)

 

“Çocuk ve Aşk”ta bir çocuğun gözleri kadar olan ay ışığında, aşk masalı anlatılır. “Sokak, çocuk, aşk” üçgeninde ilerleyen şiirde, durmaksızın anne resmi çizen çocuklar, ailelerini -özellikle annelerini-yansıtırlar:“(bir sperm ne kadar ağlayabilirse, bir rahim/ne kadar taşıyabilirse/bir çocuk ancak o kadardır)” (s. 229)

 

Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından bölümüyle aynı ismi taşıyan şiirin öznesi, kırık bir dize gibi şehrin dizlerinde kanayan çocukluğunu “şehir ve şiir” odağında tasvir eder. Şiir, on bölümden meydana gelir. Altıncı bölümün şiir öznesi, kayanın yosunlu tarafından korkuyla koparılmış ve şehrin gözbebeğine fırlatılmış bir taş gibi ağlamaklıdır. Şehirle bütünleşen şiir öznesine göre şiir, ürkmüş atlar gibidir ve hangi şehre girse kapılar mühürlenir. Ölüm ise bir şehre şiirsiz girmek demektir. Kımıldamadan durduğu bir çocukluk fotoğrafındaki gibi şiir öznesinin annesi onu öpmüştür. Yağmurla, şiirle bütünleşen anne; acıların ve aşkın kökeninde yer alır:“ağzımı öpen anne ağzı/yağmur dudağı şehrin/kımıldamadan durduğum/çocukluk fotoğrafı” (s. 236)

 

Yazılarında hem geleneksel hem de modern dünyanın yükünü sırtlamış kadınlara değinen Çiğdem Sezer, “Şair olmakla anne olmak arasında fazla bir fark görmüyorum.” der.[9] “Öteki Oda’dakiler” adlı yazısında, “aynı dağa tırmanmak zorunda” olan şair kadınların eskiye göre daha cesur ve dirençli olduklarını savunan Çiğdem Sezer’i onların etkin konumları umutlandırır.”[10]Çiğdem Sezer, annelikle şairliği özdeşleştirir.

 

Sonuç:Çiğdem Sezer’in Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından adlı kitabındakianne-çocuk ilişkilerinin, hesaplaşmalarının yer aldığı şiirlerde, ışık ve su (yağmur, deniz)öne çıkar. Kitapta, anneyi veya çocuğu simgeleyen ışığın hayatı aydınlatan gücü vurgulanır. Deniz ise rahim gibi annenin (koruyucu ve besleyici su) simgesidir. Bağımlılık, sevgi ve kıskançlık hatlarında ilerleyen şiirlere annenin çocuklarını koruyuculuğu, besleyiciliği ve yol göstericiliği damga vurur. Anneleriyle (hayat) hesaplaşan çocuklar, yollarını kendileri çizmek isterler. Şarkıların da anneyi simgelediği şiirlerde, ses çocuğa bırakılan bir mirastır.

 

Işıklarını annelerinden alan çocukların parıltıları şiirlere damga vurur. Annelerinin (yağmur, deniz, su, bahçe, ışık, şiir) özelliklerini (bedeni, ruhu, sesi...) taşıyan çocuklar bazen annelerini (dil, geçmiş, öyküler, sözcükler) yok ederek var olmaya çalışırlar. Şiirlerde; anne-çocuk bağı, parça-bütün ilişkisi çerçevesinde tasvir edilir. Annelerinin yaratıcılığını (doğurganlığını) kıskanan çocuklar, onların parçası olduklarının farkındadır. Kaybettiği çocuğu (ışık) için üzülen, çocuklarını lütuf gibi gören, bir dağ, ağaç, kaptan gibi güçlü, besleyici ve koruyucu olan, çocuğunu reddeden annelerin duyguları irdelenir. Şairlikle annelik arasında yaratıcılık bakımından bağ kuran Çiğdem Sezer, Bir Şehrin Hâtıra Fotoğraflarından adlı kitabında anneliğin (dil) kâinatı aydınlatan gücünü vurgular. Dilin (anne) insanı sonsuzluğa kavuşturan yelpazesi ve geniş imkânları yaratıcılıkla bağdaştırılır.

 

Kitapta, kâinat, dilin kurgusu (sözcüklerin düzeni ve hayatın sözcüklerle yansıttığı ritim) üzerinden sorgulanır.Anne-çocuk arasındaki bütünleşmenin ve çatışmanın ele alındığı şiirlerde, zaman ve ölüm de sorgulanır.

 

Kitapta, annenin koruyucu bir sığınak, sevgi ve şefkat kaynağı olduğu yargısına karşı gelen bir şiir öznesiyle de karşılaşılır.“Hey Sen, Öteki” şiirinde, annenin bebeğinden kopmakistemesi hayatla hesaplaşmak istemesidir. Anne, bedenini sömürdüğüne inandığı bebeğinden ayrılarak hayatla tek başına mücadele etmeye çalışır. Ataerkil düzenin ona dayattıklarını reddeden kadın, annelikle sınanmak istemez. Toplumun değer yargılarına uymak zorunda olmadığını savunan kadının kozasından çıkma süreci ve erkek egemen düzene karşı gelme tarzı tasvir edilir. Doğurganlığı sebebiyle sadece annelikle sınırlandırılan kadının buhranı da dile getirilir. Kadının toplumun ona uygun gördüğü kimliği aşarak özgürlüğüne kavuşma arzusu resmedilir.

 

 

 

[1]Çiğdem Sezer, Aramızdan Hayat Geçti-Toplu Şiirler, Everest Yayınları, İstanbul 2023.

[2] Judith Butler, Cinsiyet Belası-Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Çev: Başak Ertür, Metis Yayınları, İstanbul 2014, s. 155.

[3]EugenioBorgna, Şu Bizim Kırılganlığımız, Çev: Meryem Mine Çilingiroğlu, YKY, İstanbul 2023, s. 13.

[4]Bella Habip, “Freud ve Kadınlık”, Cinsiyetli Olmak-Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, Haz: Zeynep Direk, YKY, İstanbul 2021, s. 30.

[5]GastonBachelard, Su ve Düşler, Çev: Olcay Kunal, YKY, İstanbul 2006, s. 115-116.

[6]Gülgün Alptekin, “Aktarımda ‘Analistin Rahmi’ Üzerinden Köleleştirici Anne İmgesinin Özgürleştirici Anne İmgesine Dönüşümü”, KadınlarKadınları Analiz Ediyor, Haz: EldaAbrevaya, Melis Tanık Sivri, YKY, İstanbul 2021, s. 58-59.

[7]Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1992, s. 164.

[8]Sylvia Plath, Sırça Fanus, Çev: Handan Saraç, Can Yayınları, İstanbul 1987.

[9]Çiğdem Sezer, “Şair Kadın-Anne Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı”, Eyvah Annem Şiir Yazıyor (Öteki Oda), Öteki Yayınevi, İstanbul 2017, s. 91.

[10] Çiğdem Sezer, “Öteki Oda’dakiler”, Eyvah Annem Şiir Yazıyor (Öteki Oda), Öteki Yayınevi İstanbul 2017, s. 141.

 

Yorum

Çiğdem Sezee (doğrulanmamış) Pt, 19 Şubat 2024 - 17:32

Sevgili Emel Koşar'a, kadınlar, çocuklar ve şiir adına tüm kalbimle teşekkür ediyorum.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.