Çağdaş Bir Eğitim Modeli

Sanat

Çağdaş Bir Eğitim Modeli, Bir Hayat Okulunda

Ağaç Dikme Yarışı

 

Prof. Hasan Pekmezci

.

Yukarıdaki görsel, 2. Dünya Savaşı’nda insan ve ülke kıyımlarının en berbat günlerinde toplumlar yaşam savaşı verirken,akıllı politikalarla savaşa girmeyen Türkiye’de Köy Enstitüleri’nin öğrencilerine neler öğretmeye, özümletmeye çalışıldığının somut örneği. Bu eğitim kurumlarının son dönemlerinden, devam eden ritüellerinden, atmosferinden, iç dinamizminden beslenme olanağı bulan şanslı bir köy çocuğu olarak, burada adı geçen bütün alanlarla ilgili yoğun anılar yaşadığımı özellikle belirtmek istiyorum.

İvriz’in kurulduğu, yerleştiği alan diğer Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi o civardakiDurlaz, Gaybi, Dedeköy, Sarıcalar gibi verimli toprakları olanköylülerin ve ağaların itibar etmediği, hatta Allah’ın unuttuğu diye anlatılan yerlerden biri olan Hakvermez Yaylası’’.  Hak vermeyen yerleri kim ne yapacak ki.  Bu yüzden dikili tek ağaç olmayan tamamen taşla kaplı bir bölge. Ağaç olmayan dedim ama mutlaka belirtmeliyim, bir zamanlar futbol sahası yapmak için bütün okulca çok uğraştığımız iki dağ-tepe arasında bir yer vardı, silme taş kaplı. En küçük taşlar yumruk gibi. Biz burada top oynamak istiyorduk, başka yer yoktu zaten. Oradan zor görülen vadinin sonunda tek bir gariban ağaç vardı; ahlat. Merakla oraya mutlaka giderdik. Torosların o nefesi donduran soğuğuna dayanabilmiş bir Şaman miti gibiydi bu ağaç.

Okulun yerleşke alanı da bundan farklı olmayan bir yerdi. Okulu kurmak için buraya gelenlere köylülerin ‘’Burada ot bile bitmez, okul mu olur, emeğinize değmez’’ dedikleri. Ama Köy Enstitüsü’nün fedakâr eğitimcileri ve öğrencileri taş kaplı bu alanlarda bir şehir yaşamı sağlayacak mimari planlama ile yerleşkeyi kurmayı başarıyorlar. Hakvermez topraklarını hak verir ve hak bilir hale getiriveriyorlar, alın teri ve emekleriyle…Her yer yemyeşil ağaçlarla, çiçek tarhlarıyla ve özellikle kayısı ağaçlarıyla kaplıydı. Tek katlı, sıralı lojmanların küçük de olsa bahçeleri vardı. Benim için ev kavramı bu küçük kutu gibi evlerle başladı diyebilirim, hayatımın her döneminde ve bugün. Biz bu hazır binalarda, hazır ziraatta eğitim görmeye başladık. Dersliklerimiz, lojmanlarımız, hamamımız, revirimiz, tam donanımlı iş ve resim atölyelerimiz, müzik salonumuz, işliklerimiz, depolarımız, yemekhanemizle. Merkezi salon ve yanlarda ses geçirmez, bireysel çalışma odacıkları bulunan müstakil bir müzik binası düşünün; 1940’ların yoksulluğu içinde yapılan.

Genel yerleşkeden bir km kadar aşağıya İvriz Çayı’nın etrafına doğru epeyce indikçe yeşile bulanmış toprakla karşılaşılabiliyordu ancak. Mimari yerleşim yayla tarafında, Torosların yamacında, tarım işleri ve üretim için bütün umutlar aşağıda. Her öğrencinin pek çok anılar yaşadığı ve orayı anlatmak için kullandığımız, dilimizdeki tek kelime ‘’Ziraat’’…

Her alanın kendine göre çok anlamlı öyküleri ve anlatılacakları var ama bu yazımda diğer alanlar bir yana ‘Ziraat’ve ağaç dikme çalışmalarımızdan söz edeceğim.

Ziraatta da mutlaka anılması gereken emektar bahçıvan Mehmet Ağanın sorumluluğu altında elma, erik, kayısı, şeftali, vişne, sebze bahçelerimiz, bağlarımız, tarlalarımız, kümesimiz, arı kovanlarımızla.  Ayrıca neredeyse her öğrencinin buradan birkaç elma anısı vardır. Genellikle geceleri çok cesur bazı öğrencilerin yastık yüzleri ile elma çalma ve onlar yatakhanede paylaşım serüveni.

Her şey tamam gibi görülse de buraların her yıl bakımı, ürün verir hale gelmesi, yeni ağaçların dikimi, zamanı gelince hasadı, bizlerin de yoğun katılımı, çalışması ve çabası ile devam ediyordu. Bu çalışmalar köy çocuğu olarak hepimizin yabancısı olmadığımız, ama yeni yeni öğrenmelerle zenginleştirdiğimiz kazanımlardı. Örneğin bir ağaç, bir fidan nasıl dikilir, bunun için kirizma nasıl kazılır, çapı-derinliği kaç cm olmalıdır? gibi bilgiler alın teri ile harmanlanarak öğreniliyordu. Rahmetli Salih Ziya Büyükaksoy öğretmenimizin kazmanın sapı ile ölçümü cm şaşmamalıydı. Tavizsiz 80 cm derinlik…

İvriz öğrencisi olup da kuruluş yıllarından başlayarak Salih Ziya Bey ve Ali Tutal Bey gibi işinin tam ehliöğretmenlerin tezgâhından geçmeyen olmazdı tarım derslerinde. Rahmetli Ali Tutal öğretmenimizin uygulamalı arıcılık dersimizde balı anlatışı bugün de gözlerimin önündedir. Onun bir özelliği de yemeklerde tabağında yemek bırakan öğrencilerle özel olarak ilgilenmekti. İlk günlerden birinde akşam yemeğinin sonuna doğru masamıza geldi,  elinde bir defter-kalem, sırayla hepimize tabağımızda kaç pirinç kaldığını saydırdı. Herkesin sayılarını yazdı, topladı. “Toplam şu kadar pirinç artığı var tabaklarınızda, çöpe gidecek; burada kaç masa var, 100.   Hepsini toplarsak şu kadar pirinç. Bakın çocuklar, hemen yakınımızdaGaybi, Durlaz köyleri var. Çöpe atılacak bu kadar pirinçle o köylerden on çocuk doyardı. Tek pirincin ne anlama geldiğini bilin.”Aradan 66 yıl geçti, bugün bile tabağımda tek pirinç bırakmam; eşim ve çocuklarımız da aynı anlayışta.

Öğretmenimle daha sonra Arifiye Öğretmen Okulu’nda birlikte çalışma şansı buldum. O yıllar yönetici görevim vardı;ilk işim öğretmenimden hiç istemediği tarım şefliğini üstlenmesini dilemek oldu, beni kırmamak için bir süre kabullendi. Öğretmenlik, yöneticilik, aile yaşamı, çocuklarının eğitim konularında çok şey öğrendik kendisinden, genç öğretmenler olarak.

*

Genel yerleşke ile Ziraat arasında Köy Enstitüsü İlkokulu vardı. Kıraç bir alanda tek bina. Etrafı taşlı tarla. Öyle ki bir kilo toprak bulmak hazine sayılacak kadar taş kaplı. Okul yönetimi buraları da ağaçlandırmak istedi. Bizler için de burada ağaç dikme yarışı. Derslerde, öğrendiğimiz, Ziraatta uyguladığımız kirizmanın burada uygulanması mümkün değil. Taşları kaldırabildiğimiz, oyuklar yaratabildiğimiz oranda başarılı olunmayla yetinilecek. Çok uzaklardan toprak taşıma yarışı da var. Buralara kan ter içinde, ellerimiz su toplayıp patlamış halde fidanlar dikiyoruz, kuraklığa en dayanıklı olan akasya.

Bizim işimiz “Ders bitti, paydos” değil; diktim, oldu, bitti, hiç değildi’. Herkes ağacının tutmasından, sulanmasından da sorumlu. Öyle bir sorumluluk ki işin içinde not korkusu, öğretmen korkusu değil; onun yerine bu kadar emekle, alın teri ile diktiğimiz fidanımızın tutması, kurumaması, kocaman bir ağaç olduğunun görülmesi isteği yarışı, içten içe…

Bir iki kafa dengi arkadaşla gündüzden gidip mutfak görevlilerine yalvararak zeytin tenekeleri alır, iki yandan çivi ile delik açıp iple bir sap uydurarak gece için hazırlık yapardık. Herkesle birlikte yatar, Nöbetçi öğretmenlerin ve öğrencilerin gittiğinden emin olarak doğru Ziraat tarafında bulunan fosseptik çukuruna. Tenekeleri buradan doldurup,  yalap*şalap, üstümüze, paçalarımıza döke saça daha yakın olan ağaçlık yapacağımız yerdeki fidanlarımıza. Birkaç sefer yapardık ki ta taşların içlerine, derinlere kadar doysun;fidanlarımız daha çabuk büyüsün ve diğerlerinkini geçsin.

O halde yatakhaneye dönerdik, ama pantolonlarımız berbat olduğu için lavaboda sabunsuz-mabunsuz yıkamaya çalışır, gücümüz yettiğince sıkardık. Çocukluk bu ya, bu yaş pantolonu çarşafın altına yerleştirir, üstüne yatardık ki sabaha kadar hem kurusun, hem de ütülensin.

Bu fosseptikten taşıma oyununu neredeyse her hafta yaptık ki fidanlarımız kurumadı, gerçekten de daha çabuk gelişti. Bu yaptığımızın yanlış olduğunu ve sağlık için tehlikesini anlattı, duyan ağabeylerden biri.  Ondan sonra ziraattaki bir gübre toplanma yerini keşfettik, oradan taşımaya başladık. Okul da o açık çukuru kapattı zaten. Bir iki yıl sonra ayrıldım ben bu okuldan, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri sınavlarını kazanarak.  Ama aklımdan hiç çıkmadı o ağaçlarımız, arkadaşlarımıza mektup yazardım, ne durumda olduklarını öğrenmek için.

Buradan altı-yedi yıl sonra İvriz’le kader ortağı Eski Köy Enstitüsü-Arifiye Öğretmen Okulu resim öğretmenliğine atandım, kısa bir süre sonra da idareci olarak, Eğitim Şefliği gibi etkin görevler üstlendim. Yetiştiğim İvriz gibi, gelenekleri, iç dinamizmi aynı olan 21 Köy Enstitüsü’nden biri olduğu için ayrı bir duygusal bağla.  Her yıl 16 Mart Öğretmenler Gününde Marmara Bölgesi’ne dağılmış olan eski mezunlardanulaşabildiklerimiziokula davetle, misafir ediyor; onların anılarını, yaşam deneyimlerini okulumuzla, öğrencilerimizle paylaşmaya çalışıyorduk. Bu konuda en çok dikkatimizi çeken ve benimle birlikte eşimin ve diğer öğretmenlerimizin yoğun duygular yaşamasına neden olan sahnelere tanık oluyorduk. Her gelen öğrenci iken diktiği ağaçlarını arıyor, bulunca büyük bir hasret giderircesine sıkı sıkı sarılıyor ve ağlıyordu.

Önce Orhan Veli uğrardı, Arifiye Köy Enstitüsü’ne ve yol türküleri şiirinde söylediği gibi bu ülkede ümidin tarifi o köylü çocuklarıydı:

Arifiye! şoför durdu,         
enstitü mektebi, dedi.       
Süleyman Edip Bey müdürün adı.                   
bir yol da burada duralım; 
ellerinde nasır, yüzlerinde nur,    
yarına ümitle yürüyenlere 
bir selâm uçuralım.

https://medium.com/@skocax/geri%CC%87-kalmi%C5%9Flik-94c688e36455

1975 yılında iktidarı eline geçirenlerin ayrımcı olmak ne demek, yıkıcıpolitik paylaşım kavgalarında bu okuldan uzaklaştırıldık. Bizden sonra aylar geçmeden, her yıl kırk ton elma topladığımız, öğrencilere verdiğimiz,  marmelat yapıp bol kepçe kahvaltıda yedirdiğimiz elma, erik, şeftali, kayısı,ayva, vişne bahçelerinin; kökten kesilip yok edildiğini üzüntüyle öğrendik. Dahası eski öğrencilerin yetiştirdiği, okula geldiklerinde sarılarak ağladıkları yol boyu ağaçlarının dayok edildiğini. Bir iki yıl sonra İstanbul’a bir tren yolcuğumuzda eşimle birlikte Arifiye’ye yaklaşınca iç sızıları içinde oraları, binalarımızı görmeye çalıştık. Hemen tren yoluna sınırı olan o geniş meyve bahçelerinin cascavlak tarlalarını gördük. O gündür bu gündür oralara yolumuz düştüğü halde okulu bir daha görmeye gidemedik, içimiz, duygularımız izin vermedi.

Ama mutlaka haberler geliyordu, oralarla ilgili. Günlerce uğraşarak öğrencilerle yaptığım 50.Yıl Atatürk Anıtı ve etrafındaki gül bahçesi yok edilmişti. Başka binalar yapılmıştı, tıklım tıkış, okul başka amaçlar için kullanılmaya başlanmış, o gerçek eğitim kurumunun kimliği çapaçul hale getirilmişti.

“Peki İvriz ne oldu?” diyeceksiniz biliyorum. Hatta Hasanoğlan, Akçadağ, Aksu, Kepirtepe yani tüm 21 Köy Enstitüsü. İçim yanar her andığımda. Ben değil, bütün İvrizlilerin, bütünbu kurtuluş yuvalarımızdan yetişenlerin aynı duyguları yaşadığını biliyorum. Bütün Cumhuriyet kurumlarına karşı olduğu gibi ‘’Bir düşman istilasının yapamayacağı vandallıkla’’ her şeyin yok edildiği bir perişan viranelik.  Aksu ve Akçadağ Köy Enstitülerini gördüğümüzde ağladık, gördüğümüz manzara karşısında. Akçadağ Köy Enstitüsü yerleşkesini görmeye Rahmetli Zafer Gençaydın ile birlikte gitmiştik. “Gitmeyelim, hayal kırıklığı bir yana, anılarımızdaki yaşam alanlarımız, okullarımız yıkılmasın” dediğimde “Malatyalılar tarihlerine düşkündür, bölgenin aydınlanma odağı olan okullarına mutlaka sahip çıkmışlardır” dedi. Anılarındaki okulu anlatmaya başladı. “Ana yoldan sağa dönünce yemyeşil ağaçlarla kaplı bir yol. Bir kilometre kadar sonra sağda görkemli idare binası, arkasında derslikler, yanda Atatürk büstü ve parkı”.

 

Ana yoldan sapmak için ağaçlarla dolu bir yol arıyoruz, sağa dönen bütün yolları ile geri gidip geliyoruz. Ağaçlı yol yok. Birine sapıyoruz. Tek ağaç yok sağda solda. Üstelik toz toprak bir yol. Kaygıyla ilerliyoruz.

Evet solda bir bina var, ama çatısı, kapısı, penceresi yok, derslik denenlerin de öyle perişan halleri. Ya büst ve park! İneklerin dolaştığı yabanileşmiş otlarla kaplı bir yer. Zafer Bey başına balyoz yemiş gibi, dili tutuldu, dudakları sarktı. Konuşacak, ama konuşacak hali kalmadı. Bir canlı arıyoruz insan sıfatlı, ‘’Nedir bu, yanlış bir yere mi geldik? Yolun ilerisinde bir hareket gördük, onlar da arabayı görmüş olmalı, yanına vardık, ayaklarında tokyo ile bir bahçe işçisi olabilir diye düşündük, Zafer Bey ‘’Buranın bir sorumlu yöneticisi yok mu, görüşebileceğimiz’’ dedi. Karşımızdaki kişi ‘’Ben okul müdürüyüm’’ demez mi! Zafer Bey müdür gibi müdür görseydi karşısında o sivri dili ile mutlaka boyayacaktı adamı. Ama karşısında aciz bir canlı, konuşmaya, bir şeyler söylemeye değer mi demiş olmalı ki “Yav arkadaş nedir bu okulun hali?’’ diyebildi sadece. ‘’Efendim, bakanlık, ödenek, maarif müdürlüğü” gibi kem küm.

O günden sonra epeyce kaldığımız Malatya’da bir daha Akçadağ sözünü anmadı üzüntüsünden, hayal kırıklığından.Bir düşünün; orada üniversite var, onun da mutlaka eğitim fakültesi vardır; burayı faklı bir dizgede eğitim alanı yapabilir. Sivil toplum örgütleri var. Zafer Beyin güvenerek söylediği ‘Malatyalılar tarihlerine, değerlerine sahip çıkar’ düşüncesi var. Ama hiçbiri kalmamış. Buralara emek veren, umutla, ülkü ile bu ülke için yaşamlarını heba eden öğrenci, öğretmen, görevli, yönetici kim varsa sevgi ve saygı ile anmak varken, kinle yerle bir etme güdüsü baskın olmuş; bu özellik insan sıfatlı bir canlıya ait olamaz.

Bir köy çocuğu olarak buralardan yetişenler adına sadece İvriz’den birkaç isim: Tümünden yetişenleri saymaya kalksam birkaç makale tutar.Yazar Mahmut Makal, Prof. Dr. Ayşe Baysal, Hüseyin Fehmi Özcan, eski spor bakanı Fikret Ünlü gibi nice akademisyen, bilim, kültür ve sanat insanı. Bu insanları yetiştiği okul ne hallere getirilmiş, buyurun: Alttaki resim de benim 1958-59’da yaptığım ve o günden bu güne resimle uğraşmama kaynaklık eden bir İvriz Manzarası. 50x70.YB. Ağaçlar, dipleri de çiçek bahçesi.

.

 

Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü’nün, Konya Valiliği’ne gönderdiği 4 Ocak 2000 tarih ve  2863 sayılı yazısında:

“Bilindiği gibi Köy Enstitüleri’nin Cumhuriyet dönemi çağdaş kültürel gelişmemizde çok özel ve önemli bir yeri bulunmaktadır. Toplumsal aydınlanmamıza büyük katkıda bulunan ve dünyanın birçok ülkesinde örnek eğitim kurumu olarak esin kaynağı yapılan Köy Enstitülerinin birçoğunun binaları da halen Cumhuriyet dönemi anılarını taşıyarak varlıklarını sürdürmektedir.”

Denmesine rağmen“Son 10 yıldır, okulun kapatılması için başka girişimler de olmuş. İvriz mezunu ve bu konuda çok mücadele veren Hasan Can, basın ve hukuk yoluyla mücadele ederek o girişimleri boşa çıkarmışsa” da“Okulun 3 bin dekarlık arazisi, 32 binası yıllardır rantçıların hedefinde. Son marifetleri de okulun boynuna ‘depreme dayanıklı değil’ raporu asmak oldu.”

Bir Muhtarın anlattıkları: “Okulun kapatılmasıyla ilgili hiçbir kurumdan bilgi alamadıklarından yakındı. Dumlu, arazinin Karapınarlı bir şirkete peşkeş çekildiğini iddia etti.”https://aydinlik.com.tr/haber/ivriz-koy-enstitusu-peskes-mi-cekiliyor-201402-1

Anıların yazılması, belgelenmesi vefasızlığın, inkârcılığın,kindarlığın ilacı olabilir mi diye düşünmeden olmuyor. Çünkü o kadar büyük yıkıcılık örnekleri yaşanıyor ki yazmaya, çizmeye, belgelemeye ve hatta korumak içim tavizsiz mücadeleye çok ihtiyacımız var. Her şeyden önce bu ülkede geçmişte emek ve alın teriyle ortaya konan ne varsa saygı duymayı, kutsal birer emanet gibi korumayı özümlemeliyiz. Asıl kutsal olan anamızın, atamızın, soyumuzun-sopumuzun bizlere bıraktıklarıdır. Bu bilinç insanı gerçek insan yapan en büyük değerlerdendir ki buna haince yaklaşmak bütün güzel sıfatlara ihanettir.

Ey Cumhuriyet’in eğitim kahramanları, hepinize sonsuz sevgi, saygı ve minnet duygularıyla….

Anamur,2024

 

 

Yorum

Yavuz Ali Sakarya (doğrulanmamış) Çar, 21 Ağustos 2024 - 20:41

Aklına, eline ve kalemine sağlık, enstitülerin dünkü ve bugünkü durumlarını karşılaştırarak, kanatan yaramıza parmak bastın. Onları bu hale getirenlerin elleri kırılsın, gözleri kör, kulakları sağır olsun. Çiçekleri koklayamasınlar, dokunamasınlar. Yattıkları yerde kurt kaynasın. Ülkeye sınırsız kötülük ettiler. ettiklerini bulsunlar. ilenmek istemezdim ama çoktan hak ettiler.

Dr A. Pasin (doğrulanmamış) Cu, 30 Ağustos 2024 - 12:37

Değerli hocam yüreğimde hissederken okudum. Üzüldüm Çağdaş eğitim kurumunun kuran Çağdaş olduğunu düşündüğümüz bir siyasi yapı tarafından kapatılması canımı daha çok acıttı. Ki bu Kadro kendi ulusalcı aydınlarını harcamakta bayağı mahir çıktı. Sevgilerimle

Şükran Şahin (doğrulanmamış) Sa, 24 Eylül 2024 - 16:55

Hocam teşekkürler. Eğitim şart ve fakat Cumhuriyetimize başlayan idealizm yerlrde sürünüyor günümüzde. Yinede anılar belge niteliğinde. Çağdaş eğitime gönül verenlere saygıyla teşekkürler. Enerjiniz bol olsun. Kaleminize sağlık.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.