Sabah Yürüyüşlerinde Düşünce Jimnastiği
İnsan Manzaraları
Prof. Hasan Pekmezci
‘’Düşünce jimnastiği’’ konumdubu gün, yürüyüşün daha başında kendiliğinden geldi. Yanından geçtiğim tatil sitelerinden birinin park yerinde adamın biri ile eşi arabalarının yanındaydı, arka kapı açık. Hanım ‘’Bu ne böyle, karma karışıklık, bagajı çöplüğe çevirmişsin’’ diye sertçe bağırıyordu eşine. O da sessizce dinliyordu, pısmış bir halde. Karşısında da arabasını hazırlamakta olan bir başkakomşu seslice ‘’Memet Bey, MemetBeyyy, arabanın bagajı karışık bırakılır mı, olur mu öyle şey, fırçayı yersin tabii? Diyerek yangına benzin döküyordu. Komşuculuğun görevi biraz da bu değil mi? Sanırım erkenden pazar alışverişine gideceklerdi, birlikte.
Sabahın yedisi, güne erken başlayarak, sıcağa kalmadan pazar alışverişini yapacaklar. Ama güne azarla-fırçayla başlamak gibi bir de çelişki yaşıyorlar, yolun ortasında. Neşeyi, günlük düşünceleri darmadağın eden bir başlangıç. Konu da tartışmaya değer bir şey olsa; arabanın bagajının karışıklığı? Bir metrekare bile olmayan bir yer. Dağınık olsa ne yazar, eczane gibi düzenli olsa ne yazar. İki dakikada toplanacak bir şey. Kaldı ki karışık olsun. Anlamsız bir çıkışla, beş paralık bir şey için beyin ve duygu karmaşası-kaosu yaratmak niye. Böyle basit gibi görülen bir konu başka soru ve kuşkuları da getiriveriyor akla. ‘’Acaba ev denen ana yaşam mekânlarında tavrı ne durumdadır bu Hanımın? Biliyorsunuz, ‘’diş macunu tüpünü belinden sıktı’’ diye boşanma davaları var bu toplumda.
İnsanoğlu mutsuz olmak için harcadığı zamanı, emeği, çabayı; mutlu olmak için harcasaydı ne olurdu yaşam? Konum buydu beş km yolu yürürken. Bireysel ya da toplumsal açıdan çeşitli sorgulamalar, yargılamalarla.
Elbette bireysel çabaların çapı, etkisi, boyutu ne olur, ne kadar? Bu da çok sorulan bir sorudur ama konu insan ögesine dayandığı için ben bunun çok gerekli olduğuna inananlardanım. Şuna da çok önem veririm; bireysel gibi görülen sorunlar aslında toplumsal sorunların mayasıdır. Sağlıklı, dengeli, empati duygusu gelişmiş bireyler ve bu bireylerin etkin olabileceği toplumlar bu sorgulamayı özümlemiş ülkelerdir.
Bir iki örnek vermek istiyorum:
Biz aile olarak yurt dışı grupla gezilerimizde bazı ülkelere giderken özel hazırlıklar yapardık. Mısır’a, Çin’e, Küba’ya giderken örneğin. Paket bisküviler, şekerler, küçük sabunlar, özellikle sıvı sabunlar, kurşun ve tükenmez kalemler, kolonyalar, kremler gibi. Oralarda tek tek ya da küçük paketler halinde dağıtmak için. Küba’da yaşadıklarımızı yazayım önce. Bir puro işletmesine gittik, Büyükçe bir banko var, ardında da sıralı çalışanlar. Şükran çikolatalı bir büyük paketi öndeki kızlardan birine uzattı. Kibarca teşekkür ederek aldı, açtı ve kendisi yemeden, sırayla bütün arkadaşlarına ikram etti.
Küba devriminde çok önemli bir yere sahip olan Che Guvera ve arkadaşlarının geçtiği Santa Clara Savaşı’nın trenini ziyaret ederken yolda yaşlı bir kadın gördü Şükran. Hemen arabadan bir paket alıp ona götürdü. Yaşlı kadın teşekkür etmiş ve ‘’benden daha çok ihtiyacı olan birine verin’’ diye almamış paketi.
Fotograf 1
Yeri gelmişken Küba ile ilgili yukarıdaki tarihi bilgileri de paylaşmakta yarar var, kısaca. Yerinde gördüğümüz anıt tren.‘’Santa Clara Muharebesi, Küba Devrimi sırasında 1958 yılı Aralık ayında Ernesto Che Guevara komutasındaki 26 Temmuz Hareketine bağlı gerillaların Fulgencio Batista birliklerine karşı savaşarak Santa Clara kentini ele geçirdiği muharebeyi anlatır. Şehrin düşmesinden 12 saat sonra diktatör Batista Küba'dan kaçmış[1] ve Fidel Castro birlikleri tüm ülkede kesin zafer kazanmış, Küba Devrimi ilan edilmiştir.
Paylaşımcı tavrın pek çok örneğini yaşadığımız Küba’da herhangi bir yerde dilenci görmedik; Pek çok ülkede gördüğümüz, açgözlü bahşiş bekleyen görevlileri de. Ankara Kalesinde para dilenmek için etrafınızı saran yılışık, yapışkan bebeleri düşününce Küba’daki pırıl pırıl çocuklar. Okul çıkışı tertemiz okul formaları, çantaları ile güle oynaya, etrafa neşe saçarak giden, gelen öğrenci grupları. Bizim gezi grubunun yöneticileri Abidin Demir Bey ile rehberimiz Murat Özsoy çocuk gördüler mi dayanamazlar. Hemensarılıp kucakladıkları için çok temiz koktuklarını anlatırlar çocukların. Çocuklar deyince Şükran çeşitli şeker ve bisküvi paketleri dağıttı her yerde onlara. Bir paketi alan açıp kendisi tatmadan arkadaşlarına dağıtmaya başlıyor. Hangi çocuk olursa olsun, değişmiyor bu kural; köyde kentte, her farklı yerde çocuklar‘’bana da, bana da’’ diye saldırmıyor. Nasıl olsa sıra kendisine de gelecek inancıyla, sakince bekliyor, sırasını.
Küba’da, evlerine misafir ettiler bizi, Cienfuegos’ta, yağmurlu bir günde. Küçücük bir ev. Yerlerde halı malı, camlarda afilli perdeler, sidik yarışında ev eşyaları falan yok. Solda bir kanepe. Küçücük bir masa. Sağda bir piyano, elbette o da küçük; kuyruklu muyrukludeğil; ama çalışıyor. Bir arkadaşımız hemen başına oturup müzik de yaptı hepimize. Üzerinde çocuklarının portreleri. Her şeyden önce gülen, neşeli insan yüzleri. Karşısındakilere çıkarsız, hilesiz, insan gibi insan oldukları için bakan insanlar.
Bunları bir başka toplumda, bir başka kültürde; Mısır’da da uyguladık. Bir çocuk grubuna bir paket verildiğinde diğerleri elinden almak için onun üzerine çullanıp, alt alta boğuştuklarını gördük. Daha vahimi de eğer orada bir yetişkin varsa çocukların elinden kapıp yediğini de.
Bir yerde kurşun kalem dağıttım Mısır’da. Yaşlı başlı adamlardan biri çocuğun elinden kurşun kalemi kaptı, ortasından kırdı ve büyük parçayı cebine attı. Tükenmez kalemler dağıtmıştım, yetişkinler gelip ellerinden aldılar. Daha yok mu diye de bizden yılışarak beklemeye.
Yabahşiş diyeceksiniz; yanınızdan geçen bile bahşiş bekliyor, her kentte, kasabada. Bitkin, bedbin, bayat balık gözlü insanlar çoğunluk. Bir kesimi de ‘’ben bunun canına nasıl okuyabilirim, elindeki kamerayı, belindeki çantasını nasıl alabilirim, çalabilirim’’düşüncesiyle bakan insanlar.
İki ayrı toplum. Biri paylaşımcı bir kültürden, ‘’Hep bana Rabbena’’ demeyen. Yaşamın alabildiğine sınırlılığı içinde var olma bilincinin ne olduğunu, sağlık içinde ve güvenle yaşamanın anlamını; var olanla mutlu olmanın ne anlama geldiğini özümlemiş. Açgözlülüğü kimliğine işlenmemiş. Yarın ne yiyeceğim, çocuklarımın sofrasına neler götüreceğim’’ kaygısı olmayan. Çocuklarının okul sorunu, hastanede sağlık sorunu olmadan adam gibi karşılanabilen. Şatafatlı AVM’leri, tepesine bakmak isterken insanı sırt üstü düşüren gökdelenleri, ucu bucağı bulunamayan Şehir hastaneleri, yok. ‘’Dünyanın en büyük bilmem nesi yarışında olmayan bir beyin takımı. Elbette dünyanın en büyük hava alanlarına, hastanelerine, AVM’lerine, gökdelenlerine sahip olabilirsiniz ama içinde insan gibi insan olmayan bir cehennem yaratmaktan kurtulamazsınız.
Yeri geldi gelmedi, demeden bu cehennemden de söz etmekte yarar var. Neden derseniz, verdiğimiz örneklerden biri olan Mısır bu cennet-cehennem öyküleri ve inancı içinde yetiştirilenler. Diğeri de bundan ayrı bir başka dünya, insanı. ‘’Cehennem, çeşitli inançlarda ölüm sonrası ceza çekilen ateşli bir yer olarak gösterilir. Cehennemde kalma süresi inanca göre değişiklik gösterebilir. Cehennemde günah borcu ödeninceye kadar kalınıp sonra tekrar cennete gidilebilir. Ancak, cehennem bazıları için sonsuza dek ateşte yanmak anlamına gelir. Cehennem görevlilerine İslam inancında zebani adı verilir.’’
Bir ülkenin, bir toplumun mutluluk ölçütleri onu formüle eden zihniyetin mutlu insan kavramından ne anladığına ya da insan denen canlıyı nasıl gördüğüne ve görmek istediğine bağlı. Kimine göre ve genellikle büyüklük kompleksine ve onun da dayanağı olan aşağılık kompleksine bağlı olarak değişen. Kimine göre de insanı insan yapan gökdelen, devasa villalar, şatafatlı bir yaşam değil; bir tas çorbasını adam gibi huzurla, sağlıkla içebilen, etrafına gülücüklerle yaşama sevinci saçabilen insan. Aynı kıtadan iki ülke; biri bir ayağı dünyada, öteki ayda, Mars’ta; bir eli kendi kıtasında, diğeri Japon denizinde olan jandarma ABD. Her gün bin türlü rezaletin yaşandığı. Filitle sinek öldürmek gibi içi sızlamadan, atomla çoluk-çocuk-genç-ihtiyar suçsun yüzbinleri öldürmek vizyonu ve misyon olan ABD. Onun burnunun dibinde ve yetmiş yıldır ablukası altında yaşayan; suç oranı dünyada en düşük, eğitim ve sağlık alanı dünyanın en gelişmiş ülkelerinden sayılan Küba. Bir sivrisineğin ölümüne bile razı olmayan bir insani anlayış. Kaldığımız yerler elbette hep deniz kıyılarıydı Küba’da. Doğal olarak sivrisinekler de ‘’biz buradayız’’ diyorlardı. Bir de yollarda, tatil evlerinde, deniz kıyılarında sürüler halinde gezen çok renkli yengeçler. Önlem almasak kaldığımız odalarda yatakların yanına kadar ziyarete geliyorlardı. ‘’Bunlar için filit ya da ilaç milaç yok mu’’ diye sormuş bulunduk. Elbette güldürdük adamları. ‘’Yok böyle şey, onlar da yaşayacak. Siz önleminizi onlara zarar vermeden kendiniz alın.’’
Fotograf 2- Bizim dokunulmazlığı olan doğal misafirlerimiz. Caddeler, yollar, deniz kıyıları tıklım tıklım.
Doğaya, doğa canlılarına, insanlar kadar önem vermesini bilen bir doğa inancı.
Bu anlayış elbette insanların yaşamına dâhil olan her konuda köyde, kentte, doğada, dağda, tarlada, denizde, nasıl sahiplenme ve koruma bilinci kazandığının örneği. Bu yüzden her koşulda doğallığın getirileriyle mutlu olunmasını sağlayan önemli bir unsur. Her küçücük evin önünde demirden bir iki sandalye. Oturunca öne arkaya sallanarak ayrı bir keyif yaşama elemanı. Bunlara oturup karşıdaki gökdelenleri seyretmiyorlar; küçük, kutu gibi, ama aybaşında ödenmesi gereken kira gibi derdi olmayan, insanı ezmeyen, komşu evleri.
İnsanı karınca gibi gören, ezen, astronomik aidat ve kira ile yarışan. İnsanın duygu dünyasını un ufak hale getiren insanlık dışı kentleşme yerine. Dünyada cehennem azabı denen sıkıntıları yaşatan.
Eski Ahit'te Kudüs'te Hinnom'un Oğlunun vadisi (Gehinnom veya Gei-ben-Hinnom) çocuk kurbanlarının (yakılarak) gerçekleştirildiği lanetli bir vadiydi. İncillerde İsa Ondan "kurtçukların ölmediği ve ateşin sönmediği yer" olarak bahsetti. (Markus 9:48) 2. yy. da yazılan Ezra'nın apokrif kitabında Gehinnom aşkın (transendental, manevi) cezalandırma yeri olarak ortaya çıktı. 500'lerde yazılan Babil Talmudunda bu değişim tamamlandı.[1] Kur'anda da cehennem azabından sıklıkla bahsedilir.’’https://tr.wikipedia.org/wiki/Cehennem
Manzarası güzel olsa da tarihinde yatan acılar nedeniyle dünyanın en korkunç yeri olarak nitelendirilen bu yerin adı GeHinnom. Cehennem sözcüğünün İbranice'deki adıdır…Peki buranın tarihteki işlevini biliyor musunuz?
1- Eski devirlerde İsrail Krallığı'nda yaşayan insanların çocuklarını molek adlı puta kurban olarak sundukları bir yerdi. Kız ve erkek çocukları diri diri ateşe atılarak kurban edilirdi.
2- Günah işleyen günahkârlar, burada ateşte diri diri yakılırdı.
3- Molek isimli put adına günahkârlara çeşitli işkenceler yapılırdı.https://www.hurriyet.com.tr/seyahat/dunyanin-en-korkunc-yeri-gehinnom-40598046
Fotograf 3
Sabah yürüyüşlerimdeki düşünce kırıntılarından söz ediyordum. Sabahın erken saatleri olduğundan serin ve pırıl pırıl bir havada sessiz, sakin ve insanın çevreyi daha iyi anlayabildiği, kendini de dinleyebildiği çoklu kazanımlı bir spor.
Kedileri izliyorum, yavrularıyla, sağda solda çokça var. Arada bir iki de köpek. Bunlardan biri yol boyu kanal var, onun belli bir yerine günün belli saatlerinde girip bekliyor, geleni gideni oradan, suyun içinden seyrediyor; ‘’keyfe bak’’ diyorum. Bugün de kedi yavruları beni görünce panikle sağa sola, otları arasına kaçmaya çalışıyordu. Hele bir simsiyahı vardı ki sabah güneşiyle pırıl pırıl parlayan ama endişeli gözlerle izliyordu beni. Biraz sonra yolumun üzerinde birkaç kedi daha, onlar da kaçacak yer aradılar. Düşünce dünyamızda doğaya, canlı cansız ne varsa, özellikle kuşlara ve oğlak* kuzu gibi çocukluğumuzun en yakın dostlarına dair elbette çok yer var ayırdığımız. Hayvanlar bizden şimdiki kadar ürkerek, kaçarak korkularını gösteriyorlar mıydı diye düşünmeye başladım, yürüyüş boyunca. Elbette bunun bir de insanlar boyutu var.
Çocuklar, yetişkinler. Eşim bir kız çocuğunu görmüş sitede, kırk yıldır birbirimizi çok yakın tanıdığımız bir dostlar sitesinde. ‘’Sen ne güzel bir kızsın, kimin kızısın, adın ne’’ demiş. Dört, beş yaşlarında bir bebenin yanıtını anında almış eşim: Asık, ciddi bir yüz ifadesiyle ‘’Ben tanımadığım kimselerle hiç konuşmam’’
Dedeler, nineler sınıfındayız, çocuklara gülümsemekten korkuyoruz, Gülümsemeden bile ürken, sırtını dönen, yüzü asılan çocuklar yetiştiriyoruz toplum olarak. Çin’de herhangi bir çocuğa gülümsediğinizde anası, babası mutlu, memnun bir yüz ifadesiyle hemen çocuğu neredeyse kucağınıza verir; fotoğraf çektirir. Birbirinden farklı kentlerde bir kez bile olumsuz bir yüz ifadesi görmediğimizi de belirtelim. Kaldı ki çocuk sayısının çok az olduğu ve ‘’Çin’de her evde bir imparator ya da bir imparatoriçe bulunur’’ sözünün bu çok azlığı ve nadideliği vurguladığı halde.
Bu konuyu çok önemsiyorum, Kendinden başkasına kuşkuyla bakan insan modeli mi; insan içinde, ancak onlarla birlikte yaşadığı için insan olduğunun bilincinde bir insan modeli mi? Yürüyüşüm boyunca karşılaştığım sera çalışanlarına kadın erkek ayırmadan; yürüyüşe çıkanlara, erken işe güce gidenlere selam veririm, ‘’Günaydın’’ Günüz sağlıkla geçsin’’ derim. Hatta arabalara da el sallayarak. Bazılar ‘’kim bu yaratık, neden selam verdi’’ diye anlamsız bir bakışla yanıt veriyor.
Bunun çok iyi analiz edilmesi gerek. Dünkü yürüyüşümde sabahın erken saatinde arabalarının bagajı için dalaşan aileyi yazmıştım. Bugün de denize elli metre yakında bir ağacın dibinde hanımın biri avaz avaz elindeki telefonun öteki ucunda birileri ile kavga ediyordu. Sabahın en erken saatlerinde berbat bir ses Akdeniz’in kıyısında. Kadın sırtını dönmüş denize, yüzünü dönse sakin, pırıl pırıl, ‘’bana gel, seni arındırayım’’, diye mırıl mırıl konuşan denizden utanacak. Nasıl bir kavga, ‘’senin ağzına, yüzüne’’ saymaları dâhil. Onun bulunduğu yerden uzunca bir yoldan yürümek zorunda olduğum için ister istemez duyuyorum ağır suç sayılabilecek hakaret ve konuşmaları.
Kim bilir ta nerelerden geldi, Akdeniz’in kıyısındaki bu siteye. Site önündeki arabaların plakaları neredeyse her ilden, ama Ankara ve İstanbul ağırlıklı. Bu da dünyanın yolunu aşıp gelmek demek. Mutlu olmak için geliyor, ama sabahın köründe gününü zehir edecek bir telefon dalaşı. İnsanoğlunun anlaşılması güç çelişkilerinden biri değil mi? Her türlü teknolojiyi kavga aracı olarak kullanmak.
Akdeniz’in kıyısında denizi görmemek için arkasını dönerek kim bilir, nerelerdeki biriyle kavga ile başlamak güne; bu hal akşama kadar kaç kişinin ruh sağlığına çomak sokma potansiyeli değil midir? Eşine, çoluğu-çocuğuna bu gerginlik yansımayacak mı? Bireysel gibi görülen her olumlu-olumsuz tavrın, toplumsal bir yansıması mutlaka olacaktır, inancımızı tekrarlayarak.. Bu kişiler bir de yönetici, erk sahibi ise her tavrının daha geniş bir etki alanında olumsuzluklar yaratması söz konusudur. Sevecen bir yüz, sevgi-saygı taşıyan söz ne denli insanca bir iklim yaratır. Abus bir yüz, her sözcüğü kin ve nefret saçan bir erk ne berbat bir cehennem azabı taşır. Çoğu toplumlarda tabu sayılacak dokunulmazlıkları ve örneklikleri olan böylesi insan modellerinin peşinden körü körüne giden milyonların oluşturduğu bir toplum düşünün. Bu iki insan modeli arasında bocalayan ve çoğu zaman ikincisine teslim olan toplumların sağlıklı bir toplum olması mümkün değildir. Bu toplumlar Ay’a da-Mars’a da gitse, dünyanın en büyük hava alanlarını, hastanelerini de yaptığı ile övünse sonuçta; hava alanları kaçmak, hastaneleri de ruh sağlığı ile dengeleri birbirine karışmış insan yığınları için tedavi merkezleri olmaktan öte gidemez. Teknolojik üstünlük ve zenginlikle, dinsel baskınlık insani üstünlük anlamına gelmez. Bakınız, Talibanların elinde son model telefon, son model silah. Sayıları altmışı bulan Arap ya da Arap anlayışlı ülkelere bakınız; bir yandaOrtaçağ yaşamı özlemiyle Ortaçağı aratmayan. Öte yandagökdelenler, son derecede lüks içinde bir yaşam, son model arabalar, uçaklar ama ya beyinleri nerede? Burada ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un 1918’de yazdığı ‘’Şark’’ şiirini herkesin bulup okumasını dileyerek. Hele bu iki alanı ana konu sayıp kendini dünyanın mihveri olarak gören erkler egemenliği eninde sonunda duvarlara toslamaya aday demektir. İran, Katar Sudiler, BAE gibi, ABD gibi. Teknoloji ile insani değerler sistemini dengeli geliştirmeyen toplumlar tökezlemeye, psiko-patolojik sorunlar içinde debelenmeye mahkûmdur. Toplumsal mutluluğu paraya pula bağlayarak güveni, sevgiyi, saygıyı, insanca kucaklaşmayı yok edenler, beş adım sonrası toplumsal geleceklerini ateşe atan aymazlık içindedirler.
Bugün bu sorun pek çok ulusun ana sorunudur. Küba gibi, Japonya gibi örnek ülkeler insani değerleri sadece inanca bağlamadıkları, toplumsal dengeyi çok başarılı olarak sağladıkları için ‘’yağma hasanın böreği’’ bir insan ilişkisi görülmez, insan onuru her şeyin üstündedir. Bu bilinçtir ki İzmitköprüsü inşaatında görevli bir Japon mühendis bir çelik halatın kopmasından kendini sorumlu görüp intihar edebiliyor. Kaldı ki bu halatın kopması kimsenin sağlığına en küçük bir zarar vermemişken.
İzmit Körfez Geçiş Köprüsü halatı koptu, Japon mühendis intihar etti
İzmit Körfez geçişi asma köprüsünde Cumartesi günü 'Catwalk/Kedi Yolu’’ olarak bilinen halatın kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis 51 yaşındaki KishiRyoichi intihar etti.Ryoich’in geride bıraktığı Japonca notta “Bu hata benim mesleki ve normal hayatıma son verir. Bu iş benim ve ülkemin gururuydu. Bu hatadan kimse sorumlu değil” yazdığı belirtildi.KishiRyoichi’nin asma köprüler konusunda dünyanın sayılı uzmanlarından biri olduğu belirtildi.https://www.haberturk.com/gundem/haber/1056995-izmit-korfez-gecis-koprusu-halati-koptu-japon-muhendis-intihar-etti.
“Onur intiharı” olarak nitelendirilen ölüm şeklini seçerek yaşamına son veren KishiRyoichi gibi intihar eden pek çok Japon bulunuyor. İşte onlardan bazıları:
*2014’te kök hücre araştırmaları yapan bilim adamı 52 yaşındaki YoşikiSasai’nin çalışmalarında bilimsel yanıltıcılığı olan 2 bulgu belirlendi ve bu nedenle derin bir utanç duyduğunu dile getirerek…
*2007’de hakkında mali yolsuzluk iddiaları bulunan Japonya Tarım Bakanı ToşikatsuMatsuoka (62)…
*Japonya’nın liman kenti Kobe’de 1995’te meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki depremden sonra kurtarma ve yardım çalışmalarında yaşanan aksaklıklar nedeniyle, kentin su işleri müdürü TakaşiNakanişi… Kentin yeniden imarından sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı TagumiOgava açıkta kalan halka ev yetiştiremediği için…
*1945’te Japon Milli Eğitim Bakanı HaşidaKunihiko, 2. Dünya Savaşı’nda işlenen suçlardan dolayı savaş suçlusu ilan edilmesi üzerine…
*Japon romancı ve oyun yazarı YukioMişima, 1970 yılında, Japonya’nın geleneksel değerlerini yitirmesine karşı sert muhalif tavır sergileyerek, hazırladığı manifestoyu ve taleplerini okuduktan sonra harakiri yaparak intihar etti.https://www.haberturk.com/gundem/haber/1056995-izmit-korfez-gecis-koprusu-halati-koptu-japon-muhendis-intihar-etti.
Bu gibi örnekler elbette çoğaltılabilir ama bulunduğumuz coğrafyadan herhangi bir örnek verilebilir mi verilemez mi sorgulamak gerek.
Konuya bir başka açıdan bakıldığında:
Anadolu Ajansı haberi.
Japonya'da Ulusal Polis Ajansınca (NPA) açıklanan verilere göre, ülke geneli geçen yıl 614 bin 303 suç işlendi. Bu oran, önceki yıla kıyasla yüzde 17,9 düştü. Son 6 yıldır sürekli düşen ülke geneli suç işleme oranı, son 75 yılın en düşük seviyesine geriledi.https://www.aa.com.tr/tr/dunya/japonya-da-2020de-suc-isleme-orani-1945-sonrasi-en-dusuk-seviyeye-geriledi/2134576
Türkiye suç endeksinde dünya sıralamasında 14’üncü sırada yer aldı.
Dünya’da yaşanan suçlara ilişkin Uluslararası Organize Suç İnisiyatifi tarafından oluşturulan Küresel Organize Suçlar Endeksi 2023 raporu yayımlandı. Türkiye Avrupa’da organize suç endeksinin en yüksek olduğu ülke olarak rapora yansıdı. Bir önceki yıla göre skoru daha da kötüleşen Türkiye dünyada 193 ülke içerisinde 14’üncü oldu.
Küresel Organize Suçlar Raporu, Türkiye’de çeşitli mafya gruplarının hükümet ve diğer siyasetçilerle yakın ilişki kurarak polis ve yargı karşısında koruma sağladıklarının aktarıldığını bildirdi. Türkiye’nin 2023 skoru 7,03 puan olurken bu skor 2021 yılında 6,89 idi.
Genel organize suç oranı 7,03 olan Türkiye, alt başlıklarda ise devlet bağlantılı suç aktörleri ve insan kaçakçılığında 9 puan alarak en kötü sonuçlardan birini aldı.
Silah ticareti, eroin ticareti ve mafya benzeri suç gruplarında ise Türkiye’nin puanı 8,5. İnsan ticareti puanın 8 olması da bunun Türkiye’de ne kadar büyük bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.
Küresel Organize Suç Endeksi’nin zirvesinde ise 8,15 puan ile Myanmar yer alıyor. Ardından Kolombiya ve Meksika geliyor. İran, Türkiye ile aynı puan ile yine 14’üncü sırada bulunuyor. Rusya ise 6,87 puan ile 19’uncu sırada.
Türkiye Avrupa ülkeleri arasında ise ilk sırada. Organize Suç Endeks skoru en yüksek olan AB ülkesi ise İtalya oldu.https://www.politikyol.com/organize-suclar-endeksine-gore-turkiye-avrupada-en-cok-suc-islenen-ulke-oldu#:~:
Bu değinmeler 1958’den beri eğitimci olmak adına maddi-manevi yükümlülüğü ile hayatı sorgulayan biri olarak özelden genele ya da genelden özele bir düşünce pratiği ve bu ülkenin altmış yıllık eğitim serüveni içinde İlkokul öğretmenliğinden başlayarak her kademede eğitimci ve yönetici olarak yer alan biri olarak yaşanan erozyonların tanığıyım. Düşüncelerimi içtenlikle paylaşmak asli görevim sayılır.
İnsanıyla, doğasıyla, yer altı ve yer üstü değerleriyle, tarihiyle, soyuyla*sopuyla onur duyduğumuz bu ülkenin, bu ulusun çağdaş toplumsal dengeleri birbirine kurban etmeden özgür ve mutlu insanlar ülkesi olarak ebediyen var olması ana dileğimizdir. Anamur. 2024
Yorum
"Sabah yürüyüşlerinde düşünce jimnastiği"
Gözlemlerinizi, yorumlarınızı çok güzel yazıya dökmüşsünüz. Zevkle okudum.
Farklı kültürler, farklı davranış biçimlerini oluşturuyor.
Sabahleyin Halk TV kanalında Çifteler Köy Enstitüsünü izledim. İlyas Hocamdan Köy Enstitüsü felsefesini dinledim. Çok güzeldi.
Hüseyin Erkan Öğretmenimden Haftalık Söyleşisini okudum. Gelecek haftayı merakla bekliyorum. Yazaılarında merak uyandırmayı çok iyi biliyor. Kutluyorum
Ankara'dan saygılarımla.
Hocam kaleminize yüreğinize…
Hocam kaleminize yüreğinize sağlık.
Ne yorum yapılabilinir ki..
Yorum yaparsak..
Revanım üzerine türlü yenmiş gibi olunur. Şükran ablama ve size sağlık ve esenlikler diliyorum. İyiki varsınız. İyi ki sizi tanımışım.
Saygıyla sevgiyle kalın.
ZİHİN CİMNASTİĞİ ÜZERİNE
Değerli Hasan Pekmezci'nin yazısını ilgiyle okudum. Ülkemizin bu günleri " sabah yürüyüşleri" ni bile sorumluluğa çağırıp, düşünme zorunluluğu getiriyor. Tanık olduğumuz her olumlu veya olumsuz olay, olaylar, insan, hayvan ve doğa durumları, bizi nereden, nerelere götürür, Ancak çoğu zaman paylaşmayız. Oysa Sayın HASAN Pekmezci, her bir gözlemini, kendi dağarcığında okur için derlemiş, içeriden dışarıdan kıyaslamalarla bize yeni düşünme pencereleri açmış. Teşekkürler, Sayın Hasan Pekmezci
Saygı ve esenlik dileklerimizle...
Hasan Pekmezci hocanın "ZİHİN CİMNASTİĞİ ÜZERİNE" yazısı için.
Değerli Prof. Pekmezci,
İnsan duyarlığı ile kaleme aldığınız çok değerli yazınız için sizi kutlar ve teşekkür ederim.
Dr. Ahmet SALTIK
16.9.24
Sabah Yürüyüşlerinde Düşünce Jimnastiği
Hasan hocam öncelikle bu sabah yuruyuslerindeki düşünceleriniz duygularınız bir anlamda düşünce jimnastiğiniz ne insanı. Duyarlılığınız ve yazıya dokmeniz ilham verici. Teşekkürler. Küba, Mısır, Japonya karşılaştırmaları iz düşündürücü. Olumlu örneklerinizde Küba ve Japonya , demekki din kavramı olmadan da iyi insan olabiliyorlar. İyilikte etik yaşamakta İonna'nın dediği gibi eğitimle okuyarak emek vererek oluyor. Bir aracıya kutsal guclere ihtiyaç duymadan. Bizim gibi yazınızı okuyanlara da düşünce jimnastiği yaptırdınız, sevgiler selamlar.
Yeni yorum ekle