Aşk Varoluşun Kaynağıdır…
Ümit Yaşar Gözüm
Kendimizi ifade etme becerisini git gide yitiriyor muyuz? Yoksa geleneksel algının üstümüze yığdığı yükün altında eziliyor muyuz, irdelenmesi gereken konulardan birisi. Herkesin yüksekten uçtuğunu sandığı ortamlarda, kimse her şeyi alçak bir dünyada yaşadığını hatırlayamaz.
Aşkı, uğruna ölünecek bir karabasana dönüştürmek, ne hazin bir algıdır. Aşk insanın yaşam kaynağı olarak onu yaşamın kutsallığını anlamaya ve birlikte doyasıya yaşamaya davet eder. Tek başınalığın asla yakışmayacağı değerlerden birisi belki de aşktır!
Bilmemiz gereken, hiç kimse duygularından –az ya da çok- fazlası değildir. Aşk o duyguları bütün saflığıyla duymayı, hissetmeyi, ötekini yaşatmayı hedefler. Aşk adildir, çünkü bütünleştiği yüreği kendi sayar, onunla var olduğunu düşünür. Ancak bu var olmayı kutsal bir bağ sayar.
Sözcüklerden aşk damlarken, yavan cümleler kurma başarısını gösteren yazarlara imrenmemek olur mu? Onlar sözcüklerin ve aşkın yüreğe dokunuşunu algılamaktan yoksun bırakılmış sözde gerçekçilerdir.
Bir de günlük yaşamda karşılaştığımız ironi ile yaşamın gerçekliğini birbirinden ayıramayan tipler vardır ki, hem kendileri, hem toplum hem de karşısındaki için büyük yanlışlardan birisidir: Kendi ihtirasları uğruna başkalarını kullanan insan, zeki ya da aşık değil, duyguları yerli yerine oturtamadığı için ötekini sömüren hayduttur!
Gündelik yaşamın telaşına kendisini kaptıranların pek azının görebilme şansı yakaladığı kavramlara cehalet yükleyenler vardır ki; konuştuğunda uçtan uça savrulan, sustuğunda insan olduğunu düşündüğünüz. ‘Cehalete karşı savaş ama cahil ile uğraşma; önce seni kendi seviyesine düşürür, sonra bir filozof gibi tecrübeleriyle ezer.’ Türünden. Aşkımdan öldürdüm ya da aşkından ölüme yattım. Bu aşkın hak etmediği, karşımızdaki insana yükleyebileceğimiz adil olmayan bir dayatmadır. Bu tarz yaklaşımları asla görmemezlikten gelmemeli. Değersizleştirme , kendi düşüncesini dayatmak ve karşıdakini dinlememekle başlıyor!
Daha yolun başında kendini ortaya seren, ama ötekinin algısına muhtaç bir durum. Birisinin aşkıyla yanabilir, özlem duyabilir, acı çekebilir, sokağın benzetmesiyle geberdiğinizi bile düşünebilirsiniz! Ancak aşk tükenir, ölmez. Ölüm aşka giydirilemeyecek bir kılıftır!
Unutmamalı ki, kalabalık sokakların parlak ışıkları insanı yanıltır, sen kaldırım taşlarının soğukluğuna ve yalnızlığına bak! O zaman anlarız mutluluğun örselenmiş yaşamların yüreklerinin bir yerine sakladıkları sır olduğunu. Korkunun çatı olduğu ilişkilerin saçaklarından ihanet damlar.
Sana sonsuz mutluluğu vaat ediyorum dediğinde, aşkla ulaşılan şey değil miydi ölümsüzlük, diye sormaktan alamazsınız kendinizi. Düşünme yetisini kullanmayan insanın, evrendeki en büyük boşluk olduğunu söylüyor bize zaman!
Tuz kokmuş, su çürümüştü aşksız yuvalarda. Öyle ki, insan aşka yüklediği değerin hatırına, karşısındaki yaprağı öperek saygısını gösterirken, aşk için ölmek ya da öldürmek sağlıklı bir ruh hali olarak asla görülmemeli!
Sürekli farklı gerekçelerle anlamlandırmaya çalışmak aslında bir kaçının ifadesidir. Ki, ser verip sır vermediğimiz aşkın peşinde kılıç sırtında yürümekti yasak aşk.
Yasak ve aşk: Aşk kavramına yükleyemeyeceğimiz eylemlerden birisi de budur. Aşk aynı anda birkaç yüreğe sahip olmayan insanın başaracağı bir şey değildir. Tükenmiş bir aşkın külleri oturmak ya da yüreğinin sesini dinlemek!
Gerek ilkel gerek çağdaş toplumlarda ilişiğini koparma diye bir sözcüğün varlığından doğdu boşanmak. Ki, ayrılmak daha anlamlı aşkı konuşurken! Aşk yasak değildi, yasak olan ilişkilerin toprak gibi tapulanmasıydı. Öyle olunca da aşk yasak oldu, ihanet oldu, ölüm oldu. Oysa o sadece bir yürekti, ötekine verilen!
Aşkı anlatmanın en güzel yolu yaşamaktır ya da yaşanmışlıklar üzerinden anlatmak: Anlatmaya ve anlamaya önce kendimizden, duygularımızdan, aşk ve sevgimizden, ilişkilerimizden başlamalıyız. Anlamak öylesine bir güçtür ki, beni anlıyor musun diye sorduğunda bir kadın ‘şayet evreni anlama aşkı olmasıydı, antik çağda kalması gereken filozoflar bugün dolaşabilir miydi aramızda’ dediğimde yeniden farkına vardım o gücün ve o zaman daha çok inandım!
Bir kadını düşünürdüm, yaşamın kaynağına yürüyen adımları değil, sanki gözleriydi. Yaktığı mumla birlikte için için eriyen kadınlar tanımıştım oysa hepsi bir tutam aşk, daha çok özlemdiler. Tanımadığım denizden mavi o limanlara çokça dalıp gitmişliğim olduğunu söylediğinde öğrendim, ‘kendi denizine küskün bir yelkenliydi’; o anlarda rüzgâr olmak geçti aklımdan! Asla ardıma bakmadan nefesimi üfledim yelkenlerine, öylece açıldık; yelkenler onundu deniz benim. Oysa şimdi aynı gemide, aynı denizin balıklarıydık. Aşk buydu!
Kafamın içinde nesneler dönüyordu, yüreğimde bir kadın mevsimler gibi. Baharları ayrı telden çalıyordu, yaz ve kışı dingin akıldı sanki. Fırtınaya tutulmuştuk kendi denizimizde, kendi limanına uzak, ama kaptanına güvenin verdiği rahatlık vardı. O fırtınalı havada dökülmüştü dilimden ‘Düş ağrısı, bağrına sözcükler saplanmış aklın, yüreği duymasa da olur!’ aforizması. O büyük dalgararın yarattığı ölüm korkusu değil de kaybetmenin kaygısıydı. Öyle ki; bir yüze, aşkla yüklediğimiz anlamın derinliğini, öfkeninkinde asla göremeyeceğimize tanık olmuştuk.
Bir kadının düş dünyasını anlamak içini fırtına nedir diye sormuştum! ‘Dalgaların bulutlara değmesidir’ diye seslendiğinde; bir kadının dokunulmasını istemediği düşlerine dokunduğunda, kininde boğulmayı da göze almak gerektiğini anlamıştım!
Serzenişlerine ilintilenen bazı sözcüklerden tahtadan kılıcını çektiği anlaşılıyordu. Bunu hissettiğimde su verilmiş çelikten keskin kılıcımı kınından dahi sakladım. Uzak yol kaptanları gibi, kendi limanıma çekilirken gözlerine baktım, sanki birer Ortaçağ dizesi mutsuzluğunu döküyorlardı üzerime.
Kurumuş bahçelerden geçmişti erillik. Bir kanadı aşkta ötekisi zamanda gökte süzülen kartalın yüreğinden kopan bir tüneğe tutunmuştum. Kuş sesiydi, kuşdiliydi bir nehrin suya hasret kıvrımlarıydı her şey… Küskünlüğüne üzüldüğümüz ayçiçeklerinin her bir yüzü, görmek istediği bir aşkı temsil eder.
Sesini duymadığı güneşin, insana değer ya elleri1 Onun zeytin siyahı gözleri değmişti kıyılarıma. Bir kuğunun süzüldüğünü hissettiğinde yüreğim, bütün boş umutları kapı dışarı etmişti!
Miladı dolmuş bir yılbaşı akşamı, gençleştirmişti düşlerimi bir sözcük; selam! Soğuk kış gecesinin sabahında yeni bir yıla, yenilenmiş umutlarla uyandırmıştı beni! Badem ağacındaki çağla tadında tazeydi sesi, sözcükleri aşk kazanında henüz hiç yoğrulmamıştı, yüreğinin yeni bir biçime evrildiğini hissettiğinde geriye dönme isteği uyanmamıştı!
Bir amfide toplanmış genç umutları, kürsüsünden kamçılayan, sırmalı bir ortaçağ kişiliği karşılıyordu. Bir yaşam sessizliği seriyordu üzerlerine, bol dipnotlu görmelerle. Sahi ne idi ihanet, tükenen sevginin ardında bıraktığı birkaç kırık dökük anımıydı ötekinde kalan, yoksa küle dönmüş bir yüreğin yeniden harlanması mıydı?
Onları umuda götürecek ne var diye sorma cesaretindeyken birisi, hepsi birden –ne var -dan çok- ne yok olduğuyla yüzleşiyorduk sanki. İşte öylesine yaşamla bağı kopmuştu zamanın!
Aşkın büyülü şafağına kenetlenmiş iki bedenin umurunda olmaz, gecenin gözlerinde titreşen erketeler. Ölüme uzak, yaşama yakın bir şey dile demiştim. Derin bir sessizliğin ardından tek bir sözcük yetmişti alevlenmeye: Aşk! Ve eklemişti ardından dilemiştim, o da verdi sorgulamadan!
Bir ikindi yağmurunda buluştuğumuzda ‘Patikaların bittiği yerde kılıç sırtında yol alır düşler…’ demişti. Ve eklemişti ‘öylesine uzakların gölgesi düşmüşken aşkımızın üzerine, sana geldim. Biz meyvesiz dikenlerin ucunda, kanaya kanaya geçmiştik hiç bilmediğimiz acının küçümseyen bakışlarından.’
Bir sabah dakikalarca sessizce yürümüştük, Kara denizin çılgın dalgalarını seyrederek. Denizin sesini bastıran o naif ses olmuştu: Neden içimize konuşuyoruz, diye sormuştu. Sorunun gün yüzü görmemiş mahrem yanıtını; ‘Susmanın belleği zamanınkinden güçlüdür. Lakin onda her şey yaşandığı anda kalmıştır.’ Diye fısıldamıştım kulağına!
Oysa onun uzaklarda söylediği yalnızlık şarkıları, ben de umudun dirilişiydi! Aşk, zamanı sevmez; ben de tumturaklı konuşmaları. Zamanın kılıç keskinliğinde sözcüklerinin varlığını öğrendiğimden beridir, sevemedim uzun ayrılış cümlelerini. Hâlbuki aşk kimseden duymadığımız, söylenmemiş cümlelerin işitilmesiydi.
Sözcüklerin arasına koyduğum tirelerden anlamışlardı kitleler, onları ötekileştirdiğimi. İşte aşk öylesine bir öpüşün parantezleriydi ki, içinde yalnızca ona yer olduğunu fark etmiştim. İliştiğimiz bankta biz yeni bir dünyayı selamlarken, önümüzde aşkı parayla karşılaştıranların hararetli tartışmalarına yansıyan, bir tek taşın neden tek taşının olduğuydu!
Gülüşmüştük kendi aramızda, aramızı bile ortadan kaldırmamız gerektiği düşüncesiyle sokulmuştuk zamana. Sonra her zamanki muzipliğimle arkamızdaki tükenmeyen ağız dalaşının orta yerine bir çözüm atmıştım kadına dönerek: Sen ederini söyle, ben değerini söyleyeyim, böylece anlarsın aşkın ölçüsünün madde olmadığını demiştim! Daha dakikalar önce ‘senin için ölüyorum diyen birine, asıl ben geberiyorum senin için…’ dedirten akıl ile yüzüğün tokasındaki taşın yetersizliğini tartışan akıl arasında iflah olmaz bir cehalet ya da arsızlık vardı!
Size inanamıyorum, bu ne cüret, ben kendime inanıyorum diye arkadan çıtı pıtı kükrediğinde: ‘Sadece kendisine inananların hep iyi kaldığını söylüyorsun kesin bir hüküm gibi ‘bilmelisiniz ki, başkalarına inanmayanların inancı da yaralanmıştır, ruhları gibi.” demiştim.
Epey zaman süren ağız dalaşının ardından, önümüzden geçtiklerinde sarmaş dolaş şaşırma sırası bana gelmişti. Çölün ortasında gölgeden ayak izlerini takip etmekti bir kadını çözmek. O zaman anladım bütün yangınları söndüren suyun yazgısının, kadınınki kadar berrak olmadığını!
Arkaları sıra seslenmiştim ‘Unutmayın insan kardeşlerim hiçbir aşk ölüme övgü yazmaz! Siz de yazmamayı öğrenin. Yoksa zaman insana tükürüğünü yalamayı öğretiyor.
Sonra kendime döndüm, ta derinlerime: Hiç kimse masum sayılmaz düşlerine ihanet suçunu işlemede; en suçsuzu bendim ki, yüz bin kere, yüzlercesini katlettiğimi anımsadım.
Biraz utanmış, biraz da yelkenlerimin su aldığını hissine kapılıyordum. Sonraki zamanlarda her karşılaştığımızda gizli gizli eritiyordu çelikten katı kırgınlığını, bunu hissettiğimden beri, su taşıyorum! Öyle ki, nehirler kuruttum onun için!
Aşk tükenince, bütün büyülü güzelliklerin de insanı terk etmesini, epey zaman önce öğrenmiştim. Bu yüzden hep temkinliydim!
O da hissetmişti gittiğinde artık herkesin, hiç kimse olacağını. Onun için gitmek yerine kalıp herkesim olmayı seçmişti.
Yorum
Ama üstat kaleminiz…
Ama üstat kaleminiz kendimden alıp götürüyor. Aşkı yaşayarak anlattığınızı düşünüyorum. Aşkın Estetik Halleri ile tanıdım kaleminizi . Derin konularda sanat diliniz okuyucuyu rahatlatıyor. Sevgilerimle
Yanıt
In reply to Ama üstat kaleminiz… by Simge D. (doğrulanmamış)
Sevgili Simge
Yorumunuz için teşekkür edeceğim elbette ama öncelikle iyi bir okur olduğunuz için kutlarım. Yazmak ile yaşamak arasında derin bir uçurum var. Ancak aşk üzerine yazmak bilmeyi ve teslim olmayı gerektirir. Sevginin, sanatın, düşüncenin ve yazının aydınlığında buluşalım.
Sözcüklerden aşk damlarken, …
Sözcüklerden aşk damlarken, yavan cümleler kuran yazarlar... Üstat okudukça kelimeler gülümsüyor sanki. Aşka olan inancını yitiren gençlere nasıl umut veriyorsunuz bir bilseniz. Yazıya sırtını dönenler bile kendinden parçalar buluyor yazilarinnzda. Umutla ve aşkla
Sevgili Derin, Adınız gibi…
In reply to Sözcüklerden aşk damlarken, … by Derin Sude Ç. (doğrulanmamış)
Sevgili Derin,
Adınız gibi derinlikli bir yorum. Kendi payıma düşen övgüyü alıyorum. Ancak, iyi bir okurun aynı zamanda derinlikli bir yazma birikimi olduğunu görmek mutlu kılıyor insanı. Sevginin, sanatın, düşüncenin ve yazının aydınlığında buluşalım.
Aşk
Aşk olsun! Her damlasında coşkuyu, akıp dalgalanmayı, varoluşu hissettirdiğiniz yazınız için aşk olsun!
Sevgili Ayşe Öztekin, Ne…
In reply to Aşk by Ayşe ÖZTEKİN (doğrulanmamış)
Sevgili Ayşe Öztekin,
Ne mutlu ki, hala üstün değerlerin farkında olanlar var. Eğer evren bir gün kurtulacaksa bu aşkla ve kadınlarla olacak. Sevginin, sanatın, düşüncenin ve yazının aydınlığında buluşalım.
Merhaba Ümit Yaşar bey…
Merhaba Ümit Yaşar bey
Bodrumda karşılaşmaktan mutlu oldum. Sibeklihandaki konuşmanız etkileyiciydi tabii ki Aşkın Estetik Halleri bunu pekiştiren şey oldu. Bu yazınızı da aynı tatla okudum. Sevgilerimle
Üstat sizi okuyan bir daha…
Üstat sizi okuyan bir daha aşk üzerine yazılmış suradan hikayelere kulak vermez. Iyiki sizi tanıdım. Esenlikler dilerim
Merhabalar Umarım aşk…
Merhabalar Umarım aşk üzerine yazılarınız bir tutkuya dönüşmez bense. Etkilediginizi söylemeliyim. Yazararda genelde cımbızla cumle arayıp seçerken her cümleniz bir başlık. Yazarken sizi ve Cemil Meriç üstadı örnek alıyorum. Yazıyla ve sağlıkla kalın.
Yeni yorum ekle