250 Yaşındaki Werther Üzerine Bir Değerlendirme
Kemal ASLAN
Goethe,Genç Werther’in Acıları adını taşıyan romanını 1774 yılında yazdı. Bir roman kahramanı olarak Werther, 250 yıldır yaşamımızda. Kısa sürede çeşitli dillere çevirilen) eser, Goethe’ye büyük bir ün sağlamıştır. Mektup-roman şeklinde yazılmış olan roman, dönemin gençliğini oldukça etkilemiştir ve onların yaşadığı ruhsal bunalıma yer verdiği için dünya çapında ilgi görmüştür. Aytaç’ın saptamasıylaWerther’in kıyafeti moda olmuş ve Werther tarzı intiharlar görülmüştür (1).Werther’in giydiği mavi frak ve sarı yelek de o dönemde popüler olur.
Lukacs, 1774 yılında yayınlanan bu romanın kısa sürede olsa Almanya’nın ideolojik önderliğini dünya çapında elde ettiği başarıyla görünür hale getirdiği ve Alman Aydınlanmasında öncü rol oynadığı görüşündedir. Lukacs, Werther’indünya çapındakibaşarısını “burjuva devriminin edebi alandaki zaferi” olarak nitelendirir. O, Alman edebiyatının Fransızların toplumsal-siyasal amaçlılığından ve sağlamlılığından yoksun olduğunuiddiaeder. Alman edebiyatının İngiliz edebiyatı gibi ileri ve her yönüyle gelişmiş bir burjuva toplumunu yansıtmadığını; sosyo-ekonomik olarak geri olan Almanya’da hayatın basitliğinin ve bayalığının izlerini taşıdığını belirtir. Lukacs, Werther’in merkezinde devrimci burjuva hümanizmasının başlıca sorunu olarak insan kişiliğinin özgür ve tam gelişimi bulunduğunu yazar. Goethe’nin insan kişiliğinin bastırılması ve sınırlandırılmasının tezahür eden somut biçimlerini bu eserinde ortaya koyduğu görüşündedir. Lukacs, o’nun toplumsal sınıfların “feodal katmanlaşması”nı ve ayrılmasınıinsanın kişiliğinin gelişmesinde bir engel olarak gördüğünü yazar.Lukacs, Goethe’nin “gerçek insanlardan, gerçek insan kaderlerinden yola çıktığından, tüm bu sorunları bireylerin kişisel kaderlerinde tezahür ettikleri o somut karmaşıklık ve dolayım içinde kavramıştı” diye ifade eder. Werther’i burjuva devriminin hazırlanması sırasında ortaya çıkan “yeni adam” olarak nitelendiren Lukacs, burjuva toplumunun gelişiminin yarattığı bu yeni adamın aynı zamanda trajik biçimde yıkıma mahkûm ettiğine işaret eder (2).Lukacs, şu saptamada bulunur:
“Canlı bir insan olarak, yeni bir dünyanın temsilcisi olarak aristokrasinin ve filistenliğin ölüce taşlaşmasına karşı çıkan Werther değildir, zaman zaman halktan simalar da bunu yapar. Werther, bu cansızlığa karşı her zaman popüler ve canlı olanı temsil eder… (O), bu içeriği üzerinden burjuva devriminin halkçı devrimci ideallerini ilan etmişti(3).
Lukacs, Werther’deki halkçı-hümanist isyanın Fransız Devrimi’nin hazırlık dönemindeki burjuva ideolojisinin en önemli devrimci ifadelerinden biri olduğuna dikkati çeker (4)
Genç Werther’in Acılarıadını taşıyan roman Goethe’nin hayatından izler taşımaktadır. O, 1772 yılında hukuk stajını tamamlamak üzere gittiği Wetzler kentinde tanıştığı Bremen elçilik sekreteri Kestner’in nişanlısı CharlotteBuff’a âşık olur. Bu âşk ileWetzlar’da bir intihar olayını – melankolik elçilik sekreteri Karl WilhemJerusalem evli bir kadına karşı duyduğu mutsuz âşk nedeniyle intihar eder - sentezleyerek romanı oluşturur. Goethe’nin romanda dostluk kurduğu mavi gözlü Charlotte romanda kara gözlü Lotte; Kestner ise Albert olarak romanda yer alır (5)
Goethe, Genç Werther’in Acılarıadlı romanının önsözünde okuyucuya şöyle seslenir:
Zavallı Werther’in hikâyesi ile ilgili bulabildiğim her şeyi büyük bir titizlikle topladım ve burada size sunuyorum, bu nedenle bana müteşekkir kalacağınızı biliyorum. Onun ruhuna ve kişiliğine hayranlık ve sevgi duymaktan, yazgısına ve kişiliğine gözyaşı dökmekten kendinizi alamayacaksınız(6).
Romanı okuyan herkes ağlar mı bilinmez ama karşılıksız bir aşkın yarattığı kederi okuyanın hissetmemesi mümkün değildir. İçiçe geçen iki kitaptan oluşan roman mektup tarzında yazılmış 89 parçadan oluşmaktadır. Avrupa’da ilk roman 17’inci yüzyılda yazılan Cervantes’in Donkişot adlı eseridir. 17’inci yüzyıl kapitalizmin merkantilist dönemine denk gelmektedir. Bu dönemde feodalizmin bağrından yeni ilişkiler ortaya çıkmış, bireylik hali aristokratlardan yavaş yavaş halk kesimlerine doğru inmeye başlamıştır. Birey olma hali, insanın feodalizm ile göbek bağının kesilmesi, bağnaz düşünceden uzaklaşması, kendi iradesiyle yaşamı üzerine görece daha özgürce karar vermesini içerir. Bu süreç 19’uncu yüzyılda daha somut biçimde ortaya çıkmıştır. Dünya edebiyatını etkileyen eserlerin bu dönemde ortaya çıkması bu açıdan tesadüf değildir. Zira eşitsizlik, yoksunluk ve yoksulluk derinleşmiştir. Birey, arzu ve isteklerine ulaşmada zorlanmaktadır. Bu da yaşamında gerilimlere yol açmıştır. Dostoyevski bu süreci bireyin ruh hali üzerinden; Tolstoy ise toplumsal koşullar-birey etkileşimi üzerinden ortaya koyan eserlerle aktarmıştır.
Kendisi de soylu olan Goethe, aristokrasinin ayağının altından kayıpgidenin feodalizm olduğunun farkındadır. Yeni oluşan kentlerde insanların yoksulluğu ve yoksunluğundan rahatsızlığı dolayısıyla daha çok romanda doğal ortamlara yer vermiştir.
Goethe, Genç Werther’in Acılarıromanındakullandığı mektup tarzında olayları aktarması 8 yıl sonra yayımlanan Pierre Choderlos de Laclos’unTehlikeli İlişkiler romanına da öncülük etmiştir.
Mektup, sıradan insanın iletişimde bulunmak için elektronik mesajlar çıkmadan yaygın biçimde kullanılan bir yazım biçimiydi. Bireyin duygu, düşüncelerini ortaya koyan bir edebi metin olarak kullanılan mektupta hem yaşanılan olaylara, kişilere onlarla olan diyaloga o sırada ne düşünüldüğüne, gözlemlerine yer verildiğinden anlatı daha kısa öz biçimde oluşturulmaktadır. Mektup türünde yazılanın eksikliği yazanın bakış açısı üzerinden diğer kahramanların yapıp etmelerini, ruh halini, olayları aktarmasından kaynaklanmaktadır. Olayın diğer faillerinin olaya ilişkin duygu ve düşünceleri, tepkileri yazanın –anlatıcı- öznel bakış açısı çerçevesinde kalmaktadır. Mektupta da gözlemler yer alsa da sınırlı kalmaktadır. Çünkü sonuçta yazanın yaşadıklarına ilişkin enformasyon paylaşımı içermektedir. Yani yazan ne yaşadığını, hayatında nelerin olduğunu, nelerle karşılaştığını nelerin değiştiğini vb. mektupta aktarmaktadır. Mektup, karşı tarafa bir sesleniş, kendi sesini duyurma çabasıdır. Mektubun gerçekliğe dayalı bir yazınsal tür olması Goethe’nin romanın gerçekliğine vurgu yapması olarak değerlendirilebilir. Goethe’nin romanı bu tarzda yazmayı tercih etmesinin bir başka nedeni de okuyucu açısından mektubun okunması kolay, daha bilindikbir metin olması düşünülebilir.Lukacs, bu romanı on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan öznel eğilimlerin doruk noktası olarak nitelendirir. O, bu konuda şu saptamada bulunur:
Bu öznellik romanda yapay bir şey değildir, aksine hümanist isyanın yeterli sanatsal ifadesidir...Werther yalnızca on sekizinci yüzyılın büyük burjuva edebiyatının doruk noktası değil, aynı zamanda on dokuzuncu yüzyılın büyük gerçekçi edebiyatının da ilk büyük habercisidir (7 )
İlk mektup 4 Mayıs 1771 yılında son mektup ise 20 Aralık 1772’de yazılmıştır. Yani roman bir yıl yedi ay 16 günlük süreyi kapsamaktadır. Werther mektuplarını yakın dostu Wilhelm’e yazar. Mektuplar bazen günce gibidir yani Werther o gün ne yaptığını, ne düşündüğünü, ne hissettiğini yazar. Aslında okuyucu, bu yanıyla kişinin mahrem hayatına sızar.Romanın özelliği de budur. Bireyin duygu durumları, savrulmaları, çelişkileri, tutarsızlıkları, yaşadığı ikilemeler, gerilimler… Bu anlamda Goethe bizi Werther’in yaşamının tanığı haline getirir. İlk mektubunda yaşadığı yerden ayrılmanın, çok sevdiği dostundan ayrı kalmanın mutluğundan söz der. Üstelik arkadaşının kız kardeşi Leonore’nin cazibesiyle oyalanırken –bir tür gönül eğleme- onun yüreğinde yol açtığı sevgiyi karşılıksız bıraktığının farkındadır. O, Leonore’nin duygularını körüklediğinin farkındadır. “Herkes yaptığıyla sınanır” diye bir kabul vardır. O da karşılıksız bir aşkınpençesinde kıvranacaktır daha sonra. Bir şeyin daha farkındadır Werther: “acı paylaştıkça azalır.”
Bulunduğu kenti sevimsiz bulsa da çevresindeki doğal güzelliklerden etkilenmiştir. Resme yeteneği olmasına rağmen isteksizlik onu bu alanda hareketsiz bırakmıştır. Arkadaşının kitaplarını gönderme talebine “ Artık ne yönlendirilmek ne teşvik edilmek ne de coşturulmak istiyorum, bu yürek zaten yeterince fırtınalı; benin ninniye ihtiyacım var.” (8) diyerek duygu durumundaki karmaşayı ortaya koyar.
İlk mektubundan 7 gün sonra çok sayıda insanla tanışmasına rağmen “henüz bir arkadaş edinmiş değilim” ifadesini kullanır. Yani yalnızlık çektiğini söyler.Werther Wilhelm’e “bazıları için insan yaşamı yalnızca bir düşten ibaret, nereye gidersem gideyim bu duygu benim de peşimi hiç bırakmıyor.” (9) saptaması yaşanılan gerçeğin dışında bir arayış içinde olduğunu gösteriyor. O, insanın yeteneklerinin engellendiğinin ve sınırlandığının farkındadır ve bu durumun onu dilsizleştirdiğini yani yaşanılan gerçekliği uygun sözcüklerle ifade edemediğini dile getirir. İnsanın sözcüklerini yitirdiği, içinde gerilimleri yaşadığı ama bunları karşılayacak kelimelerin olmadığı ya da bulamadığı durumlar olabilmektedir. Bu durum yaşanılan gerçekliğin kavranması duygu durumuna yönelik yeni sözcüklerin ya da ifade tarzlarının geliştirilmesiyle aşılabilir.
Kentten uzak pastoral ortamlar ilgisini çekmektedir. Homeros’u okumayı sever. İnsanın ayağındaki zinciri kırmasını, özgürleşmesini kendi kaderindeki rolünü fark etmesi yani birey haline dönüşmesini temel alan bu eser, bir anlamda Werther’in de kendi arayışını ortaya koymaktadır. Öyle ki “gelecekte yalnızca doğa ile ilgilenme planımı bu gözlemim güçlendirdi” (9) diye yazarak kent yaşamından uzak kalmayı yeğlediğini ortaya koymaktadır.
Kapitalizmin çalışma temelinde zamanı bölerek yaşama anlayışıyla –iş zamanı, boş zaman, vb.-aşkıuyumlaştırılmasına yönelik egemen anlayışı açığa çıkarır. Ancak, “sevmek insanca bir şey, ancak insanca sevmeyi bilmek lazım!” sözüyle de verili koşullarda aşkın ne kadar mümkün olabileceğini sezdirir Goethe.
Pastoral ortamda bulunmak resim yeteneğini kullanma yönünde de fırsat tanır Werther’e. Burada kendisine selam veren, kocası kuzeninden kalan mirası almak için İsveç’e giden iki çocuklu bir kadınla tanışır. Duyguları dizginlenemez halde mutlu bir kayıtsızlık hisseder. Bir anlamda yalnızlığından kurtuluşudur bu onun. Yaşadığı yerde dul bir kadının genç bir erkekle aşkınıduyduğunda “hayatım boyunca şiddetli bir arzu ve ateşli bir özlemle yanan bir aşkı hiç böyle bir saflık içinde görmemiş, hatta böyle bir saflık içinde düşünmemiş ne de düşlemiştim” (10) diye yazar.
Yeni yaşadığı yerde bir ay geçince sekiz kardeşi olan bir kızla tanışır. Bu durumu “gönül meselesi” olarak açıklar ve onu “melek” olarak nitelendirir. Kent dışında düzenlenen baloya güzel bir kızla gitme teklifinde bulunur. Kızın teyzesi de ona şunu söyler: Güzel bir hanımla tanışacaksınız. Ona âşık olmamak için dikkatli olun. O sözlü biri.” Werther’in kaderi bu tanışma ile değişir. Lotte, siyah gözlü, diri dudaklı, kitap okuyan bir genç kızdır. Werther, ondan ilk görünüşte etkilenir. Lotte’yi dans ederken gözlemleri ona karşı derin hislerini de ortaya koyuyor: “ Onu dans ederken görmelisin! Tüm kalbiyle, tüm ruhuyla dans ettiğini, bütün bedeninin uyum içinde olduğunu, dans her şeymişçesine, başka şey düşünmüyor, hissetmiyormuşçasına endişesiz ve serbest olduğunu görüyorsun; o an onun gözlerinin önünde her şey siliniyor.”(11).
Werther, Lotte ile uçarcasına dans ettiklerini ve büyük bir haz yaşadıklarını ifade eder Wilhelm’e mektubunda. Dans, iki kişinin yakınlaşmasında önemli bir rol oynar. Lotte, dans sırasında ilk kez nişanlı sayıldığı Albert’in ismini açıklar ona. Werther’in aklı karışır, kendini kaybeder. O, artık Lotte’siz bir zaman düşünememektedir. Yarım sat uzaklıktaki Lotte’ye gidince hissettiklerini şöyle ifade eder: “Orada hem kendimi hem de bir insanın sahip olabileceği tüm mutlulukları duyumsuyorum” (12)
Lotte’ninWerther’e ilgisi arkadaşlık, dostluk çerçevesindedir. Onunla yaptıkları konuşmalardan ikisi de keyif almaktadır. Ama ruhu mayalanan Werther’dir. Lotte için o arzu nesnesi değildir. Karşılıksız bir aşk, eskilerin kara sevda dedikleri durum söz konusudur Werther için. Her an Lotte’yi, kara gözlerini düşünmektedir. Aşk, insanın gözlerini mühürler. Bir başkasını düşünmez, hayatının odağına arzu nesnesini koyar bu durumda insan. Onun adının geçtiği ortamlarda “aptalca tavırlar” ortaya koymaktadır. Ruhu mayalanan biri ötekinin gözlerinde kendini görmek ister. Werther’de bu durumu şöyle izah eder: “Onun siyah gözlerinde bana ve yazgıma karşı gerçek bir ilgi okuyorum. Evet, hissediyorum, bu konuda yüreğim beni yanıltmaz… Beni seviyor!-O beni sevmeye başladığından beri gözümde değerim arttı…”(13)
Karşılıksız âşık olanın yanılgısını yaşamaktadırWerther. Her gösterilen ilgi, karşı tarafa verilen değer aşk değildir. Karşılıklı aşkta öteki de kendi arzusunu ortaya koyar, sözcükleriyle beden diliyle bunu ifade eder. Aşk, sürüngen beyni etkilediğinden her söz, her davranıştan âşık kendine yoran, yontan bir şey bulabilir. Tesadüfen parmakları ya da masanın altında ayakları birbirine değince heyecanlanır Werther. Ama Lotte’nin bu durumda ne hissettiğini anlatıcı ifade etmediğinden bilemeyiz. Küçücük tesadüfü olayların bile nasıl farklı değerlendirilebildiğine örnektir bu ifade.
Werther’de, aşık olmanın insanda yarattığı neşeli ruh hali onun satırlarına yansır. Yeni bir güne başlarken Lotte’yi görebilmenin, onunla konuşabilmenin coşkusunu okuyucu derinden hisseder. Üstelik o, Wilhelm’e “aşk olmasa hayatın ne anlamı olur? Işık vermeyen büyülü bir fener gibi” diye yazarak aşkın insanda yaşattığı dönüşümü dile getirir. Werther, resim çizme yeteneğini Lotte’nin portresini çizmeyi deneyerek ortaya koymak istese de bu konuda üç kez başarısız olur. Lotte’den gelen mektupta onun kokusunu hissetmek için öper. Ancak mektupta kum olduğundan ona sitemde bulunur: “Bugün okuduğum notunuzu hızla dudağıma değince dişlerim gıcırdadı.”(14)
Zaman zaman onu sık görmemeye karar verse de her âşık insan gibi gönlüne söz geçiremez. Werther, karşı konulamaz bir sebep bulur ve Lotte’yi görmeye gider.
Lotte’nin nişanlısı Albert’in gelmesiyle işler değişir. Albert sakin, duygulu bir insandır. Ancak o, artık Lotte’nin yanındayken duyduğu sevinçten yoksun kalır. Bu durum onu duygularıyla hesaplaşmaya yöneltir. “Lotte’nin üzerinde hak iddia edemeyeceğimi biliyordum, etmedim de…” (15) diyerek yaşadığı duygu durumunu paylaşır. Artık Lotte’ye gittiğinde onun Albert ile birlikte küçük bahçedeki ağaçların altında otururken görmenin şaşkınlığını yaşar. Lotte’yi ne zaman yalnız bulsa o zaman neşesi yeniden yerine gelir.Werther, “duygularla davranış biçimleri, kemerli burunla yassı burun arasında var olanlar kadar çeşitli” diye yazarak herkesin duygu durumunu farklı biçimlerde gösterebileceğine işaret eder.
Duygularıyla gerçek arasında bir çatışma yaşayan Werther, yaşadığı hissiyattan kurtulmasının söylemesi kadar kolay olmadığının farkındadır.Üstelik Albert, nişanlısı Lotte’den sonra en çok Werther’i sevmektedir. Ya da bu Werther’inkişisel değerlendirmesidir.
Werther, intihar provasını Albert’in boş tabancası ile yapınca o sinirli bir biçimde tepki gösterir. Hatta şöyle bir cümle kurar: “tutkularının esiri olan bir insan, düşünce gücünü tamamen yitirdiği için bir alkolik, bir deli muamelesi görür.” (16) Aşkın insanı kendinden aldığı, hiçbir şeyi, kişiyi umursamadığı, arzunun esiriolduğu duruma işaret eder bu ifade ile yazar. Werther, bu konuda tartışmayı sürdürmez ama aklından şunları geçirir: “Ben çok içten duygularla konuşurken, başkasının konuyu anlamsız beylik sözlerle yaklaşması kadar beni çileden çıkaran bir şey yoktur… Karmaşık ve aykırı güçlerin labirentinden bir çıkış yolu bulamıyorsa, insan ölmeli” (17) Son cümle onun intiharı bir seçenek olarak düşündüğünü ortaya koymaktadır. Üstelik o, artık karşılıksız aşkın umutsuzluğunu yaşadığından “bu dünyada birinin diğerini anlaması o kadar kolay bir şey değil” (18) diye yazarak içinde bulunduğu umutsuz ruh halini ortaya koyar. Aşkın hem mutluluk hem de mutsuzluk kaynağı olduğunun bilincine varan Werther, “böyle mi olacaktı, insanı sonsuz derecede mutlu kılan şey, aynı zamanda üzüntüsünün kaynağı mı olmalı?” (19) diye yazarak aşkın insanı iki karşıt kutba sürüklediği gerçeğini dillendirir.
Aşkına karşılık bulamamanın, ötekinin yokluğu ve yoksunluğundan kaynaklanan kederi mektubunda şu satırlara dönüşür: “Hayal gücümü yitirdim, doğa artık beni duygulandırmıyor, kitaplar tüylerimi diken diken ediyor. Kendimizden yoksunsak elbette her şeyden yoksun kalıyoruz.” (20) Arzu nesnesinin hayatınızdan çekip gitmesinin yarattığı boşluğu, o süreçte yaşanan anlamsızlığı Goethe bir anlatıcı olarak Werther üzerinden etkili biçimde ortaya koymuştur.
Lotte’ye duyduğu aşkın imkânsızlığını Werther, şu satırlarla ifade ediyor: “Talihsiz adam! Sen bir budala değil misin? Kendini kandırmıyor musun? Bu bitmek bilmez fırtınalı tutkunun sonu nereye varacak?” (21) Werther, Lotte’den uzaklaşması gerektiğinin farkındadır ama bunu bir ikilem ile şöyle ifade eder: “Ya Albert –ya- ben gitmeliyim!” (22) Aslında bu hâlâ içinde “aşka ilişkin kırıntıların” olduğu gerçeğini gösterir. Albert’in Lotte’nin yanında kalıcı olmasını kabullenmemeyi, bu durumu içine sindiremediğini bu ikilemle anlarız. Ancak duygu durumundaki gelgite rağmen Lotte’nin yaşadığı yerden uzaklaşmaya karar verir ve onunla vedalaşır. Bir âşık için zor bir an olsa da ilişkinin olamayacağı yönünde gerçekliğin kabulüdür bu. Ayrılık sahnesi etkileyicidir. Werther şöyle aktarır bu durumu: “Lotte, dedim gözlerim dolu dolu ona elimi uzatarak, ‘birbirimizi yine göreceğiz. Hem burada, hem orada görüşeceğiz’ konuşmamı sürdüremedim.” (23)
Yeni bir kente yerleşen Werther burada elçilikte çalışmaya başlar ve tanıştığı Kont C. ile yaşadığı can sıkıntısını az da olsa unutur. Var olan toplumsal ilişkiler ağır-resmi toplantı, ziyafet sofraları- da ona mutsuzluk vermektedir. Bunda aşkta yaşadığı hüsranın da rolü vardır. Buradan Lotte’ye yazdığı mektupta yaşadığı derin mutsuzluğu şöyle ifade eder: “Sabah yataktan çıkmıyorum; gündüzden ay ışığını görünce mutlu olmayı umduğum halde, akşam odamdan dışarı çıkmıyorum.”Bu durumun gerekçesini de şu satırlarla ifade eder: “Yaşamımı hareketli kılan mayalı hamurdan yoksunum; gece yarıları beni canlı tutan, sabahları beni uykudan uyandıran dürtüden yoksunum” (24) Werther, bu son satırlarla aşk yoksunluğu yaşadığını dile getirmektedir. Burada Lotte’yebenzeyen Bayan Von B ile tanışır. Werther, ona Lotte ile ilgili hayallerini anlatır. Bir kadın açısından bu duruma katlanmanın zorluğunun farkında olsa da aşkın takıntılı halini yaşamanın ne olduğunu gösteriyor bu satırlar bize.
Çalıştığı ortamda elçiye tahammülü olmayan Werther, işinden de memnun değildir. İyi anlaştığını sandığı Kont C’nin sosyal ilişkilerinde yani soyluların arasında yeri olmadığını fark eder. Hem aşk hem iş süreci benzer biçimde olumsuzluk içeren Werther giderek ümitsizliğin pençesine düşer. Sosyal ilişkilerini de sınırladığından mutluluğun göklerdeki yıldız kadar kendisine uzak olduğu kanısına kapılır. İşinden istifa eder. Bu onun açısından ikili bir yıkımdır –hem aşk, hem iş-. Dolayısıyla artık hayatta tutunacak bağları da zayıflayan Werther, doğduğu yere döner. İnsanın yaşadığı mutsuzluklarda hep bir sığınak arayışı vardır içine gireceği, içinde kalacağı. Savaşa gitmek ister yaşadıklarını unutmak, kendini yeniden bulmak için. Ama bu isteği de gerçekleşmez. Ruh hali değişkendir. Albert’in ölmesi durumunda Lotte ile ilişkisinin nasıl olacağını tahayyül eder. Sadece onun siyah gözlerini görmek arzusuyla yanar tutuşur. Bir yandan da göğsünün içinde korkunç boşluğuhisseder. Bu duygusunu şöyle ifade eder: “İnsanların birbirleri için pek az şey ifade etmesi bende genellikle göğsümü parçalamak, beynimi dağıtmak isteği uyandırıyor… O kadar çok şeye sahibim ama o olmayınca benim için her şey değersiz… Çok acı çekiyorum, yaşamımın tek neşesini içinde bulunduğum ortamda dünyalar kuran canlı gücü kaybettim; o yok artık!” (25). Bu ifade zihninde giderek yaşadığı bunalımın onu nasıl adım adım intihara sürüklediğiniLotte olmadan hayata tutunamayacağını göstermektedir. Psikolojik açıdan bu ifadeler bağımlı bir kişilik yapısını ortaya koymaktadır. Bu açıdan eserin incelenmesi ayrı bir yazının konusudur.
Werther, tükenmiş, çaresiz bir konuma sürüklendiğinin farkındadır. Onu hayata bağlayan bir şey kalmamıştır. Wilhelm’e bu durumu şöyle izah eder: “… bitmiş haldeyim, daha uzun süre dayanamayacağım.!” (26).
Albert’in Lotte’denWerther’i hayatından uzaklaştırmasını istemesi ve onun bunu Werther’e söylemesi kaçınılmaz sona sürüklenişini hızlandırır. “Hiçbir yerde mutlu değilim, hem her yerde mutluyum. Hiçbir şey arzulamıyor, hiçbir şey istemiyorum. Gidersem kendimi daha iyi hissedeceğim.” (27)Werther, Noel öncesi son kez evde yalnız olan Lotte ile aralarında şu diyalog geçer: “Sizi bir daha görmeyeceğim –Nedenmiş? Werther bizi yine görebilirsiniz, görmelisiniz de, yalnız ölçülü olmak şartıyla. Ah bir kez dokunduğunuz her şeye niçin önüne geçilmez bir sadakatle bağlanıyorsunuz, ruhunuz niçin bu kadar şiddet dolu… Ölçülü olun! Zekânız, bilginiz, yetenekleriniz size çok şey vaat ediyor! … Erkek gibi davranın, sizin için üzülmekten başka bir şey yapmayan insan duyduğunuz üzücü bağlılığa son verin… Kendi kendinizi kandırdığınızı, bilerek kendinizi mahvettiğinizi anlamıyor musunuz? Niçin ben, Werther? İlle de ben. Niçin bir başkasına ait olan ben? İlle de ben? Korkarım, korkarım, bu arzuyu sizin için cazip kılan şey, bana sahip olmanızın olanaksızlığıdır… Yüreğinizin arzularına karşılık verecek başka bir kız yok mu şu koca dünyada? Duygularınıza hâkim olun, ararsanız size yemin ediyorum onu bulacaksınız… Duygularınıza hâkim olun, bir seyahat sizi kendinize getirir.Ararsanız aşkınıza karşılık verecek değerli birini bulursunuz… Döndüğünüzde gerçek dostluğun vereceği mutluluğun tadını çıkarırız.” (28)Lotte, bu sözleriyle ilk kez açık ve samimi biçimde Werther ile ilişkisinin arkadaşlık-dostluk sınırları içinde olduğunu ona karşı bir arzu duymadığını ifade eder.
Werther, bu konuşmadan sonra ölmeye karar verdiğini belirten mektubu yazar,Lotte de Werther ile yaptıkları son görüşmeden sonra onun acı çekeceğini hisseder. Kocasına aşk ve sadakatle bağlı Lotte, Werther’i karşılaştıkları andan itibaren ruh uyumları olan, yüreğinde silinmez iz bırakan biri olarak değerlendirmektedir. Ancak bu bir aşka dönüşecek bir yeterlilik içermemektedir.
Werther, Lotte’den uzaklaşmanın yaratığı umutsuzluk ile dolu silahı saat 12.00’de sağ gözünün üstünden ateş ettiği dolu silahla intihar eder. Bu intihar şekli daha sonra gençler arasında da yayınlaşır.
Goethe, bu romanında psikolojinin daha bir bilim dalı haline gelmediği bir dönemde -20inci yüzyılın başında psikoloji bilim dalı olur- aşkın âşık olan bireyde yarattığı ruh hallerini –neşe, coşku, üzüntü, keder, öfke, sabırsızlık, merak etme, özleme, onun yanında olma isteği, hep onunla olma isteği vb.-oldukça gerçekçi biçimde ortaya koyar. Âşık olanın karşılık görmemesi durumunda yaşanan ruhsal çöküntü, gerilimlere romanında yer veren Goethe, Werther’in ayrılık sonrası yas sürecini –bu süreç, inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul aşamalarından oluşur- kabullenmemesini de etkili bir biçimde anlatır. Yas, kaybın ardından gelen keder sürecidir. Ancak, keder kayba verilen tepki; yas ise bu kederi işlemden geçirme şeklidir (29). Bu yaşanılanların artık geçmişte kaldığı ve bir anıya dönüştüğünü kabullenmektir. Şimdiyi yaşamak için adım atmaktır. Werther’in başaramadığı tam da budur!
Kaynakça
- Aytaç, Gürsel (2021), Thomas Mann ve Goethe, Hece Yayınları: Ankara, s.11.
- LukacsGeorg (2011) Goethe ve Çağı, Çev. Ferit Burak Aydar, İstanbul: Sel Yayıncılık, ss. 41-53
- A.e., s.51
- A.e. s. 52
- Aytaç, a.g.e. s. 10-11.
- Goethe, Johann Wolfgang Von (2023), Genç Werther’in Acıları, Çev. Mahmure Kahraman, 333. Basım, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 1.
- Lukacs, a.g.e. s. 53
- Goethe, a.g.e. s. 6
- A.e. s. 9
- A.e. 11
- A.e. s. 15
- A.e. s. 21
- A.e. s. 25
- A.e. s. 35
- A.e. s. 38
- A.e. s. 40
- A.e. s.44
- A.e. ss. 45-47
- A.e. s. 48
- A.e. s. 49
- A.e. s. 51
- A.e. s. 53
- A.e. 54
- A.e. 55
- A.e. 64
- A.e. ss.84-85
- A.e. s. 92
- A.e. s.101-104
- LeaderDarian(2021), Depresyon Yas ve Melankoli, 2’inci Baskı, Çev. Ayça Göçmen, İstanbul: Encore Yayınları, ss. 28-29
Yeni yorum ekle