Androjen Bir Kedinin Davranışları Üstüne Notlar 1
Sibel Ünal
Beslediğim sokak kedisi son zamanlarda bir alışkanlık geliştirdi. Her sabah mutfak penceresinin önünde durup gözlerini benden ayırmaksızın yapıp ettiğimi gözetliyor. Onu görmem için yanıp tutuşuyor. Türlü hallere girdiğini, çeşitli şaklabanlıklar yaptığını söylemeye gerek yok. Bazen şaşırttığı da oluyor; camın üst kısmına ayaklarını uzatarak bir jimnastikçi edasıyla bedenini olabildiğince esnetiyor. İşimden başımı kaldırıp şöyle bir anlığına bakıyorum, hemen yakalanıyorum bakışlarına. Sarı tüylerini gösterişli bir biçimde cama sürtmeye, kuyruğuyla havada şekiller çizerek dikkatimi kendisinde toplamaya devam ediyor. Başarıyor da. Elimde su bardağı öylece kalakalmıştım bir seferinde. Derdi ne bu kedinin? İnsana özgü bu tavırları nereden edinmiş? Açıkça ‘Beni gör’, diyor. Görüyorum oysa. Ama kaçamak baktığımdan mıdır, yoksa daha fazlasını istediğinden mi yetmiyor bu ona. Daha fazlasını talep ettiği belli. Görülmeye, seyredilmeye duyduğu ihtiyaç her geçen gün artıyor nedense. Bana öyle gelmiş de olabilir. Bu yazının konusu da tamamen bununla ilgili.
Önceleri böyle değildi, korkardı. Bir ara soğuktan korumak için içeri almıştım, oraya buraya işemeye başlayınca kısırlaştırmam gerektiğini söyledi kedi severler. Kısırlaştırdım da. Bu kez dişi sandı kendini. Cinsiyet bunalımı yaşadı sanırım. Yanlış zamanda kısırlaştırmış olmalıyım. Neyse bu ayrı mevzu… Ama görme ve görülme üstüne düşünmem ondan dolayıdır.
Beni Gör ve Post modern Etkiler
İçinde bulunduğumuz post modern dönem, modern dönemden farklı olarak sürekli değişim ve akışkanlıkla kendini gösterir. ‘Her şeyin sıvılaştığı’ şeklinde ifadesini bulan bu dönem kimliklerin, ilişkilerin ve toplumsal yapıların da durmaksızın değişmesi anlamına gelir. (1)
Marksist düşünürler, bu yapıların değişimini ‘geç tüketici ya da çokuluslu kapitalist toplumsal sistemin derin mantığını duşa vurması’ şeklinde açıklarken, bunu İkinci Dünya Savaşı sonrasında biriken sermaye ve hızla gelişen teknolojiye bağlarlar.
Küreselleşmeyle birlikte dünyada ekonomik, kültürel, siyasal sınırlar şeffaflaştı; eskinin katı-merkeziyetçi ilişkileri yerini daha esnek, belirsiz tutumlar, yeni yaklaşımlara bıraktı. Tüketim ürünlerinin dolaşımı kolaylaşırken, kültürel geçişkenlik arttı ve evrensel olanla yerel olan iç içe geçti.
Kısaca siyasal, toplumsal, kültürel, düşünsel alanlarda çok farklı ve büyük değişim, dönüşümler gerçekleşti (2) Bu yeni formülasyon yani post modernizm, modernizmin yerleşik yapılarını altüst ederken, aynı zamanda onları yeniden gözden geçirdi. Mevcut piyasanın ihtiyaçlarına, yeni yaklaşımına uygun hale getirdi. Bu eleştirel karşı duruşun nedeni çokuluslu sermayenin dayatması ya da öteki alt ve üst kültürel dinamikler de olsa, sonuç modernizmin kabuk değişimi oldu. Esasen, batı merkezli modernizmin vaat ettiği refah ve mutluluk yerine, bolca hayal kırıklığına, umutsuzluğa ve yıkıma yol açmış olması da etkenlerden biridir. İki büyük dünya savaşı, Auschwitz kampları, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarını anımsamak bunun için yeterli. Bunlar, gelişen bilimin ve onca yüceltilen aklın yıkımları ve sonuçları çünkü.
İlgi Manyağı
Dijital çağ ve kapitalist tüketim toplumunun bireyi doğaldır ki bütün bu değişimlerden etkilendi. Yaşam ve varoluş algısı değişti. Artık kimse sıradan değil ve aynı zamanda kimse kendi de değil. Neredeyse herkesin birden fazla maskesi, imgesi, imajı, birden fazla yüzü var! Bireyin narsisizmini besleyen yeni bir dönem başladı. Yunan mitolojisindeki Narkissos’la özdeşleştirilen narsisizm, özseverlik veya kişinin kendi imgesine duyduğu aşkı ifade eder. Ancak tüketim kültüründe bu kışkırtma daha da artmış durumda. Kişi, benliğinin değerli olduğunu göstermek, beğenilmek, kendini başkalarının beklentilerine göre biçimlendirmek için aşırı bir çaba içine girmekte.
İlgi Manyağı (Sick of Myself) yakın zamanda izlediğim ve sözünü ettiğim günümüz bireyini ve onun ‘görülme’ ihtiyacına yönelik sıkı eleştiri getiren bir film. Gerilimli, kara komedi unsurları barındıran ve yer yer absürt özellikler taşıyan filmde; Signe şöhret olmak, ilgiyi üzerinde toplamak isteyen ve bu uğurda kendini ‘kurban’ eden bir karakter. ‘Görülmek’ için yapıp ettiklerinin dozu film boyunca giderek yükselir, hatta inanılması zor boyutlara ulaşır. Peki, bu narsistik bireyin kişilik örüntüsünün oluşumunda ve gelişiminde içinde buluğundu toplumun hiç mi rolü yok? Her birimiz ondan azade miyiz? Moda deyimle, anlatılan bizim hikayemiz değil mi? Çığırından çıkmış bir toplumun ve dijital çağın bireyleri olarak her an tetiklenmiyor muyuz? Haz üzerinden ilerleyen ve her bireye enjekte edilen ‘görülme’ arzusunu mevcut toplumsal koşullardan bağımsız düşünebilir miyiz?
Yaşadığımız kentlerde, oturduğumuz odalarda, çalıştığımız ofislerde kısaca her yerde hepimiz her an görülmekte ve görmekteyiz. Görmek ve görülmek olguları durmaksızın yer değiştirir. Görülen nesneleşirken, yer değiştirdiğinde ötekisi aynı konuma gelmekte. Kimse ‘nesne’ olmaktan kurtulamamakta.
Dijital çağın yaşamlarımızı biçimlendirdiği, ona el koyduğu yadsınamaz bir gerçeklik. Öte yandan bu imgelerin, mesajların algılarımız üzerindeki etkilerinin kalıcı olmaması da düşündürücü. Hızla unutulur, giderler. Su yüzeyini hafif süpüren bir esinti gibi gelir ve geçerler. Çok geçmeden yerini hemen bir başkası alır. Yüzler, isimler, sözler, resimler, fotoğraflar, logolar, şarkılar ve yüzlerce görsel imge uzak bir istasyona doğru koşan hızlı trenler gibi durmaksızın önümüzden geçerler (3)
Geçmeyen hiçbir şey yok elbette ama bu hız hiçbir şeyi derinlikli düşünmemize, sorgulamamıza da olanak vermiyor, şaşkına çeviriyor bir yandan.
Bütün bunları düşünüp yazarken hava kararıyor aniden. Lodostan sonra yağmur iyi, diye geçiriyorum içimden. Tam o sırada kedi yine görünüyor. Hiç hızlı değil, hatta yavaş. Yumuşak adımlarıyla pencere önündeki yerini alıyor. Cama, geceden yapışmış yaprağın gerisinde şimdi. Lodosun etkisiyle her yer yaprak doldu. Yer değiştiriyor. Beni tam görmek için olmalı ya da onu daha net görmem için. Dikkatle gözetliyor içeriyi. Mutfak masasında, ekranın karşısında ne yaptığımı merak ediyor sanki. Başımı ekrandan ona çeviriyorum. Gözleri yanıp sönüyor bir anlığına. Düşünüyorum. Yazdığımın kendisiyle ilgili olduğunu biliyor mu acaba? Sahi öyle mi?
(1) POSTMODERNİST ANTİPATİ: POSTMODERNİST SINIF(SIZLIK) YAKLAŞIMLARINA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ,
Yrd. Doç. Dr. Cengiz Yanıklar, (https://dergipark.org.tr/tr/pub/ausbf/issue/3073/42600)
(2) Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Mike Featherstone, Çev. Mehmet Küçük, Ayrıntı Yay., (2005) 2.Basım
(3) Görme Biçimleri, John Berger, Çev. Yurdanur Salman, Metis Yay., (1986), s. 130
Yeni yorum ekle