Kendimizi Arama Serüveninin Büyük Parçası

Eleştiri

Sanat, Zanaat, Kimlik:

Kendimizi Arama Serüveninin Büyük Parçası
 

Ümit Yaşar Gözüm    


Sanat ve zanaat üzerine düşüncelerimi paylaştığım bir çok makale yayınladığımı gördüm. Ancak bu yazıya konu temanın öne çıkanı; kimlik kavramı.

Zihinleri açarak başlamak gerekir okuru konunun içine çekmek için. “Sanat; duyuların, insan ruhunda yarattığı estetik ahenktir.”  Sanat tanımlamalarımdan birisi ve sadık kaldığım kavram tanımı; Bu tanımla sanatın, insanın güncel ihtiyaç, beklenti, kaygı veya kavgalarını karşılamak gibi bir derdinin olmadığını, sanatçının da duyu ve duygularıyla biçimlendirdiği, estetik kaygıdan başka öncüle ihtiyaç duymadan ortaya çıkardığı özgün yaratıdır. 

O zaman sanat bireyin maddi ihtiyaçlarını veya beklentilerini karşılayacak bir kaynak değildir. Ancak insan da sadece fiziki ve maddi ihtiyaçlarla evrende var olan bir varlık değildir. İnsanın en önemli yanı, güzeli, mutluluğu, dinginliği, coşkuyu vs. yaşayıp dengeleyeceği bir diğer yanı ruhunu doyuracağı temel argümanların başında belki de doğadan sonra sanat gelir.

Geçmişten günümüze insanın olduğu ortamlarda neyin sanat neyin zanaat olduğu tartışması zaman zaman alevlenir, sanırsınız ki, böyle giderse dünya yanacak ve tartışmanın taraflarından birisi yok olacak! 

Tanık olduklarımdan hareketle şunu söyleyebilirim ki, sanatla zanaatın çakıştığı alanlar vardır . Ki, tartışmayı ister modern anlayışın geleneğe karşı duruşu, isterse geleneksel çizgisinde duranların bu çakışma alanları üzerinde çıkardığı provokasyon uzmanının dilinde saman alevi gibi parlar ve söner. Çünkü temelsizdir: Sanat ayrı bir yerde durur, zanaat ayrı bir yerde. Hiç biri öteki için bir tehdit veya gereksiz değildir. Tartışmaların bu bağlamda ilerlemesi insana, insanlığa da zaman kaybettirmemiş olacaktır.

İnsanın madde ile ilintili ilişkisi mutlaka yarar üzerine kuruludur. İnsanoğlunun maddeyi biçimlendirme çabası bunun açık göstergelerinden birisidir.  Maddenin ilk çağdan günümüze elle biçimlendirilerek günlük yaşamdaki ihtiyacın daha kolay yoldan giderilmesi, hatta kazanılan becerilerin kuşaktan kuşağa usta çırak ilişkisiyle öğretilerek aktarılması zanaatın kendine özgülüğündendir. 

Bazı zanaatların sanayi devrimi ile birlikte varoluş sebebini koruyamamasının arkasında yatan sebep yine insan yarar ilişkisidir. Örneğin bir zamanlar bulunduğu coğrafyada tek düze işler çıkaran, dünyada olup bitene ulaşma şansı olmadığı için, hep aynı tip elbiseler diken terzilerin yerini moda kavramı ile tanışık hazır giyimin alması güzel bir örnektir. Burada yarar ilkesinden hareket edecek olursak, zaman kaybının önlenmesi, seçme şansı, seri üretimden dolayı uygun fiyat aralığı, modern giyinme arzusu vs… 

Bir başka açıdan baktığımızda sanayi üretiminin her köşesine yayıldığı bir dünyada terzilik zanaati farklı bir boyuta evrilerek sanayi üretimiyle ortaya çıkan giysilerin kişilere uyarlanması gibi ara işleri, tamir vs. döndü. 

Çağın getirdiklerini önceden görme kehanetinden çok, getireceklerini ar-ge çalışmalarıyla destekleyen endüstri ağının karşısında, geleneksel yöntemlere sadık kalan ustaların şansının
olmadığını, ancak geleneksele olan ilginin de asla yok olmayacağını bilmek gerekiyor. 

Her çağ kendi sanat anlayışını nasıl yaratıyorsa, aynı şekilde ihtiyaç duyduğu yeni zanaatları da ortaya çıkarıyor. 

Sanat zanaat ayrımı veya çakışmasına onlarca örnek verebiliriz. Ancak “Bütün bunların kültürel kimlikle nasıl bir bağlama oturtulacağı ” üzerine yoğunlaşacağım.

Toplumların tarihini oluşturan şey kültürel varlıklarıdır. On binlerce yıl sonra bir topluluğun kodlarını çözebilen bilimin elindeki temel argümanlar ardında bıraktıklarıdır. Buradan hareketle hangi dönemde yaşadığını, bir uygarlık olup olmadıkları veya kimlik bilincinin gelişip gelişmediğini çözebiliyoruz.

Henüz sanat bilincinin oluşmadığı dönemlerle başlayıp, insanın tükenmeyen ihtiyaçlarını karşılama yönünde düşünsel üretimin gelişerek biçimlendiği dönemlerde her toplumun bünyesine uyan el sanatları geliştirdiğini biliyoruz. Bu yanıyla el sanatları insan ihtiyaçlarını karşılarken ustaların giderek derinleşmesi ve kendinden bir şeyler katması ile  ince işçilik dediğimiz emekle birlikte bir evrilme yaşar. 

Bir yanda insanın gündelik ihtiyaçları, diğer yanda ustasının el becerisi ve düşünsel yetisini üstün kılma isteği, toplumun beklentileri ile kuşatılarak kimlik serüvenine uzanan yolculuk başlamış olur.

Aslında toplumsal kimlik dediğimiz şey, bireyin benlik duygusunun bir üst değer olan toplumsal değerle buluşmasına işaret eder. Bu bir olma hali; içine doğulan coğrafyanın dayatmaları, sahip olunan kültürel miras, inançlar, gelenekler,  hatta başka toplumlarla ilişkiler başta olmak üzere çok yönlü bir yetkinleşme halidir.

Bütün bunlar zaman içerisinde etik ve estetik değere dönüşerek, toplumsal kimliklerin pekişmesini sağlar. Dolayısıyla bireyin kimlik algısı bir aidiyet iken, toplumsal kimlik bir uygarlık inşasıdır. Bu üst değere gerçek anlamda toplumların ne kadarı ulaşır sorunu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, her toplumun iddialı olduğu yanıdır.

Toplumsal kimlikler varlıklarını insan ihtiyaçlarının her alanında ürettikleriyle ortaya koyarlar. Her toplumun aynı şeyleri ürettiğini varsayarsak; zanaatçı veya endüstrinin maddi beklentisinin karşısına maddi beklentiden çok daha fazlasını içeren sanatçının düşünsel ve fiziksel yetileri estetik değere dönüşerek işin içine girer. 

Sanatçının kimlik anlayışı estetik algı yaratacak benzeri olmayan değeri hedeflerken, zanaatçı veya endüstri daha çok üretmeyi hedefler ve kendini tekrardan kaçınmaz. 

Bu anlamda modern toplumların kimlik oluşumu sanat üzerinden ilerler. Bu bağlamda yeteneğiyle doğan sanatçı ,  becerisini sonradan kazanan zanaatçıyı da derinden etkilerken, evrensel değer üretme peşinde koşan sanatçı da köklerinden beslenmek üzere toplumun üzerinde yükseldiği kültürel mirastan beslenerek eser ortaya koyar.

Kültürel kimlik, insanın bir ayağının köklerinde sabitlendiği, diğeriyle evreni dolaştığı bir serüvenin eseridir. Öyle ki, varlığı ve gelişmesi öteki üzerinden olan bir durumdur. Aynı malzemeye sahip iki insan düşünelim; birisi sanatsal kaygıdan hareketle evrenseli hedeflerken, diğeri ihtiyaca yönelik üretimin bir parçası olur. Birisi için güzele ulaşarak estetik ahenk yaratarak kültürel kimliği uygarlıkla buluşturmayı hedeflerken, diğeri toplumun ihtiyaç duyduğu şeyleri üreterek katkıda bulunur. 

İnsanı toplumsal bir varlık olarak ele almak zorunda mıyız? 
Bu yanıyla kimlik tanımlamalarında felsefe ve biyolojinin ilgi alanında olmakla birlikte en çok psikoloji ve sosyolojinin çalışma alanlarını oluşturmaktadır. Çünkü bir psişik varlık olarak insanın kendisini anlaması, tanıması ve kendi dışındakilere kendisi olduğunu kanıtlayacağı algısıdır. Bu algının bir toplum içinde biçimlendiğini dikkate aldığımızda, tanım biraz daha netleşir ki, toplumsal bir varlık olarak insana özgü her şey ve kişinin kendisini tanımlamasını sağlayan koşulların tümüdür. Bu sosyolojik yaklaşımı sosyal psikolojinin bakışıyla tamamlamamız gerektiğinde; “bir insanın kendi gözünde ve başkalarının gözünde ne olduğudur.”

Buradan hareketle bir sonuca ulaşmamız gerekecek ise; bireyin aradığı, anlamaya çalıştığı ve kendisini ait hissettiği kimliği biçimlendiren içine doğduğu kültür çevrenidir. Bu çevreni oluşturan şeyler de gelenekten geleceğe akmakta olan serüveni oluşturan sosyo-kültürel unsurlardır. Ki, bunların başında hem bireysel hem toplumsal bir kimlik yaratmanın temelini oluşturan şey, günlük yaşamda gördüğü, kullandığı her şey ve kendiyle bütünleştirdiği sanat-sanat eserleridir. 

Kimlik aidiyet duygusunu ret edemeyeceğimiz kadar kesin, ancak biçimlendirebileceğimiz kadar da estetik serüvenin bir parçasıdır. Bu yanıyla içine doğduğumuz coğrafyadan aileye, toplumdan evrensel değerlere kadar besleyebileceğimiz gelenekli olanı reddetmeden, geleceği kucaklayabileceğimiz bir varoluş biçimidir.

Yorum

Sezin S. (doğrulanmamış) Çar, 16 Kasım 2022 - 21:36

Merhaba yine derin bir yazı ile karşı karşıyayız. Şiirsel bir dil keşke siirlerinizden paylaşıp mutlu etseniz okurlarınızı. Bir söz yeter. Sevgilerimle

zorbatv Sa, 22 Kasım 2022 - 08:02

In reply to by Sezin S. (doğrulanmamış)

Sevgili Sezin, 

Yazdıklarının anlaşılması ya da insanın anlaşılması kadar mutluluk veren ne vardır sorgulamalıyız. Ben bir düşünce insanıyım ve istiyorum ki, öyle de sürüp gitsin.Üzerimde taşıyacağımdan çok unvan var. Buna bir de şair olmayı eklemek istemem. Şiirlerim dost meclislerinde okunur ve bırakalım öyle kalsın. Zarif yorum ve yüreklendirici düşünceleriniz için teşekkür ederim. Sevgiyle

Konuk (doğrulanmamış) Çar, 16 Kasım 2022 - 21:42

Üstat selamlar
Geleneğe karşı bir duruşunuz var. Ama sanatta gelenekli olanı da değerli buluyorsunuz. Kimlik kişilik bağı ile ayrı bir tat katmışsınız yazıya.

Yenilerinin yolu açık olsun.

zorbatv Sa, 22 Kasım 2022 - 08:12

In reply to by Konuk (doğrulanmamış)

Sevgili Okur kardeşim, ADSIZ KAHRAMAN gibi ADSIZ OKUR

Bu yeni çağın yazıdan tasarruf etme anlayışının bir sonucu mu, yoksa başka bir gerekçeniz var bilmek isterdim.

Ama yorumunuza yansıyan yazıyı didiklediğiniz, ne mutlu bana. Değişimin,gelişmenin önündeki her engele karşıyım, gelenekli olana değil. Sanatta gelenekli olana karşı olmak, geçmişi inkar anlamını taşır. Bu aklın kabul edeceği bir tavır değildir. Ancak Nuh Nebi zamanının dünyasında ki, şeyleri Dijital Çağda savunur ve yaşamaya kalkarsanız gülünç olursunuz. Asırlar öncesinde binecek atı veya devesi olan dünyanın şanslılarından sayılırdı. Ama atalarımın geleneği sefere atla, hatta Timur fillerle çıkmıştı, diye bugünTürkiye'den Uzak Asya'ya atla veya deveyle gitmeye çalışmak ironi-fantazi, saplantı vs. ama modern insanın savunacağı bir eylem değildir.

Bir kez daha gelenekli sanata saygı ve onu çağla bütünleştirerek yaşatmak ayrı şey, geleneksele saplanıp binler, yüzlerce yıl öncesini kopyalamak ayrı şeydir. 

Sevgiyle ve sağlıkla.

Felsefi sanri (doğrulanmamış) Çar, 16 Kasım 2022 - 21:45

Üstat felse yazılarınızı biz de yayınlamak istemiştik. Dönüş yapmadınız. Uygun zamanda bekleyeceğiz. Saygıyla

zorbatv Sa, 22 Kasım 2022 - 08:16

In reply to by Felsefi sanri (doğrulanmamış)

Felsefi Sanrı

İlginize teşekkür ederim. Uygun bir zamanda konuşalım. Düşündüğünüzden çok daha yoğunum. Yayınlanmamış yazı yazmam çok zor görünüyor. Sevgiyle ve dostlukla

Kevser Aydın (doğrulanmamış) Çar, 16 Kasım 2022 - 21:49

Hocam bilgilendim. Size bir sorum olacak izninizle. Geleneksel ile gelenekli arasındaki ayrım neresi. Ve kimlik üzerinde etkin olan hangisi .Esin kaynağınız bol olsun.

zorbatv Sa, 22 Kasım 2022 - 08:29

In reply to by Kevser Aydın (doğrulanmamış)

Sevgili Kevser Aydın, zarif düşünceleriniz için teşekkür ederim. Bu konudaki düşüncelerim aslında yazıda saklı. Geleneksel ile gelenekli arasındaki fark, birinci de geçmişe tapınma ya da atalar mirası diyerek sana ait olmayanı tekrarlama, ikincide ise bir ayağın köklerinde sabit içinde bulunduğun çağı dolaşıyorsun. Yani, Köken kültürden beslenip, medeniyet/uygarlık ailesine yeni eser-düşünce vs. katıyorsun. Bundan dolayıdır ki, geleneksel sanatlar değil, GELENEKLİ SANATLAR aklın, yüreğin ve geçmişe vefanın yeni adı olmalıdır.

Kimlik üzerinde etki konusu uzun bir tartışma. Şunu söyleyebilirim ki, hepimiz bir "Kültür Çevreni" içerisine doğuyoruz. Ailenin, çevrenin ve yaşadığımız coğrafyanın şekillendirdiği varlıklarız. Ancak, unutmamamız gereken şey akıl denilen bir yetiye sahibiz ve bunu kullanmakla sorumluyuz. İşte yaşadığın kültürü, coğrafyayı, insanı, düzeni geliştirmekle sorumluyuz. Kültürel anlamda atalardan aldığımızla, onları geleceğe taşırken kendi yaratılarımızın adı kimliğin biçimlenmesidir. Kültürel kimlik, düşünen ve sorgulayan bireyler ister. Düşünün ve sorgulayın, o zaman kendinize, ailenize, çevrenize, ülkenize ve nihayetinde insanlık ailesinin gelişmesine, arkaik değerlerin değişmesine katkı vermiş olacaksınız.

Sevgiyle ve sanatla kalın.

Tahsin Uyar (doğrulanmamış) Pt, 21 Kasım 2022 - 20:33

Üstat Aşkın Estetik Halleri kitabınızı baş ucu yaptım. Üslup beni çekti. Aforizmalar derin düşüncenizi gösteriyor. Bu yazınızda aynı lezzeti bıraktı çok faydalandım minnettarım.

zorbatv Sa, 22 Kasım 2022 - 08:18

In reply to by Tahsin Uyar (doğrulanmamış)

Sevgili Tahsin Bey, bu güzel yüreklendirmeler için sadece teşekkür etmek ya da Eyvallah demem yeter sanırım. Aşkın Estetik Halleri'nin hedef kitlesine ulaşması mutluluk verici.

Sevginin,sanatın, yazının ve düşüncenin aydınlığında buluşalım.

Hanzade Çapa (doğrulanmamış) Sa, 06 Aralık 2022 - 15:41

Üstadım her zamanki gibi zevkle okuduğum bir yazı. Sorum her çağ kendi sanatını yaratır diyorsunuz. Bu çağın sanatını nasıl tanımlarsiniz.sevgilerimle

Mustafa şen (doğrulanmamış) Sa, 16 Mayıs 2023 - 18:54

Sayin hocam gönulde yasamda zaman geceginde algın bir kapı açmişsıniz bunu butun ilgili okullarda ve sanayi merkezinde ana gundem olarak degerlendirmeleri verekir vurguladiğiniz gi zanaat bitmez her ihtiyacın beyindeki tasavuru el ile ifsa edip bir ışıgin temrlinin zahiri batini agilmasidir tpkı ressamin hayalini goze sermesi gibi zanaatta sanayinin bitmeyen temeli olarak alinmasi insanin ne denli kiymetli bir varlik oldugunu anlatmissiniz elinize kaleminize saglik dilerim esen kalın

zorbatv Sa, 16 Mayıs 2023 - 21:03

In reply to by Mustafa şen (doğrulanmamış)

Azizim Mustafa Bey, konuyu özetleyen yorumunuz ve dostane düşünceleriniz için teşekkür ederim.

Bütünü yakalayan yorumların, yeni söylemlere ihtiyacı yoktur. Bu anlamda Eyvallah demekten başka söz söylemem. Düşüncenin aydınlattığı sevginin, sanatın ve yazının izinde yürüyelim.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.