On Yaşında Bir Çocuk
Ülkü Yalım Günay
Küçük tahta masayı sıkı sıkı tutuyor oğlan. Önünden kayıp gidecek sanıyor. Meyhanede ne varsa yerçekiminden kurtulmuş gibi uçuşuyor çünkü. Tavandaki çıplak ampuller birden yere iniyor, insanlar tavana çıkıyor. Yağmurlu günlerde, camdan oluk oluk sular akarken, pencereden gördüğü sokak lambalarının ışığı gibi titriyor her şey.Masaya yapışmış ellerini daha da sıkıyor,bu anafora kapılıp kendisi de savrulacakmış gibibir korku var içinde.Alkolle ilk tanışması bu.Ağzına aldığı her yudumda öleceğini sanıyor.
Dev, bu kargaşanın içinden yeri göğü inleterek; “İç.”diye buyuruyor.Sigarasının dumanını yüzüne yüzüne savurdukça, öksürüyor, gözleri yanıyor oğlanın.
Annesinin kendisini aramaya çıkmış olabileceğini aklının bir köşesindemıh gibi tutarken, biryandan da başına gelenlerikavramaya çalışıyor.Midesindeki inatçı bulantıyüzünden düşüncelerini toparlaması öyle zor ki...Kısa saçlarının dibi terden ıpıslak. Çevresinde dönüp duran burgaç,tüm görüntüler gibi,bir süre sonra, annesininyüzünü deiçine alarak sürüklüyor usul usul. Bunu hiç istemiyor oysa. O görüntüyü yitirirse, büyük bir suç işlemiş olacak,annesini bir daha göremeyecek sanki. Ama burgaç öylesine güçlü ki, karşı koyamıyor, görüntü de uzaklaştıkça uzaklaşıyor.Buraya geldiğinden beri yinelediği; “Annem beni merak eder”lerin tümü, kimsenin kulağına ulaşmadan ve gittikçe belirsizleşerekmeyhanenin kirli tavanına yapışıp kalıyor.
Babasının okul kapısında söylediklerine hiç inanmamıştı, “Yalan söylüyorsun.” diye bağırmıştı var gücüyle. Buraya geldiğinden annesinin haberi olmadığını kesinlikle biliyor. Olsa, onu almaya gelmez miydi? Sezdiği, adını tam bilmediği, kendi dışında gelişen bir şey; Annesine yönelik bir ihanet.Oysadaha ihanetin anlamını bile bilmiyor. Evlerine beş yüz metreden fazla yaklaşması mahkeme kararıyla yasaklanmış bu adamla aynı masada oturuyor olmasınınnedenini bilmediği gibi.
Havası azalan bulanık bir akvaryumda, çaresiz, küçük bir balık o.
Dev, bir büyük rakıyı henüz bitirmişken, yenisini söylüyor.Bu, her şeyin durmadan döndüğü alacakaranlık, boğucu yerde daha uzun süre kalacakları anlamına gelmekte.Çocuk onun kalın parmaklarıyla şişenin buğulu gövdesinikavrayışındaki gözdağını sezip iyice büzülüyor oturduğu yerde.Korkunun eli bu. Şaklayan tokatların sesi.
Kırışıklar arasına gömülü kan çanağıgözleri de elleri kadarkorkutucu devin.Alkolün uyuşturduğudilini ağzının içinde çevirmekte zorlanarak verdiği buyrukları çocuk hemen anlayıp yerine getirmeli. Baş dönmeleri arasında, kulaklarını iyice açmaya çalışarak, korkulu gözleri ona dikili bekliyor.
“İç.” diyor dev yüksek sesle.Yerine getirilmeyi zorunlu kılan bir kesinliktesöylüyor bunu. İşaret parmağını burnuna uzatıyor oğlanın. Parmak iyice yaklaştığında, bir ahtapotun bacaklarına dönüşüyor, çatallaşıp çoğalıyor, tıpkı şişeyi kavradığı gibi, boğazını kavrayıverecek sanıyor oğlan. Yavaşlamış devinimlerleönünde duran rakı bardağına uzanıp küçük bir yudum daha içiyor.Tiksinti genişleyen halkalarla yayılıyor gövdesine. Her yudumdan sonra, gözlerini açık tutması daha dazorlaşıyor.
“Ulan anası kılıklı sünepe, içsene şunu adam gibi.” diye yeniden kükrüyor dev.
Titriyor oğlan, soğuk soğuk terler iniyor sırtından. Ağlıyor bir yandan daomuzları sarsıla sarsıla. Ama buyruğu yerine getiriyor. Bir yudum daha içiyorgözyaşıyla tuzlanmış rakıdan.
Gözlerini, masanın, sigara yanıklarıyla dolu, kirli örtüsüne indirdiğinde yaşlar bu kez, kısa pantolonun açıkta bıraktığı dizlerine, oradan da bacaklarına akıyor sessizce. Aşağıya kayıyor, botlarının üzerine yığılmış çoraplarını ıslatıyor.
Meyhane kalabalık. Sigara dumanıyla buğulanmış, sarımsak, soğan, ter, anason kokularının karışımıekşi hava, insanların kulağından içeri, bol gırtlak nameli arabesk ezgilereşliğinde, ağır bir eriyikgibi akıyor, sağır ediyor onları. Alkol dizginleri gevşetmiş, masalardan yükselen yakası açılmadık küfürlerin, cinselliği bayağılaştıran açık saçık konuşmaların hepsini duyuyor çocuk. “Annem duyduğumu bilmemeli.”diye geçiyor aklından.Bu düşünce, silik bir cümle olarak akıp hiçbir yere tutunamadan karışıyor havaya. Her şey sudaki balık kadar kaygan, hiçbir şeyi tam yakalayamıyor artık. Oturduğu yerden, çok uzaklardaymış gibi gördüğü kapıdurmadan açılıp kapanırken, yeni tipler ekleniyor kalabalığa, kimsenin kalkıp gitmeye niyeti yok. Gelenlere sandalye koşturuyor kirli önlüklü garsonlar. Hava daha da ağırlaşıyor.
Meyhanenin gıcırtılıtahta sandalyeleri deayrı bir işkence aracı. Kemikleri etine batıyor sanki. Durmadan kıpırdanıyor oğlan. Saatlerdir bu rahatsız yerde ne aradıklarını sormak istiyor babasına, ama daha ağzından çıkmadan dağılan sözcükleri toparlayamıyor bir türlü, babası bağırdıkça her şey birbirine karışıyor, kör düğüm oluyor, cevapsız sorular deliklere kaçışıp saklanıyor.Soluksuz kalıyor.
Ayaklarının hemen dibinde duran okul çantasını, yerinde mi diye yokluyor ara sıra. Öğretmenin kırmızı kalemle “Aferin” yazdığı Türkçe ödevi çantanın içinde. Annesi onu görünce çok sevinecek. Aklındaki tek iyi şey bu.Yarınabir sürü ev ödevi var.Eve gidip ders çalışması gerek. Başı ne denli dönerse dönsün bunları unutmamak için direniyor.
Dev,ölgün yatan soğan piyazının yanındaki, soğumuşarnavut ciğerinden bir parçayı çatalına takıp çocuğun ağzına sokuyor. “Bu meret mezesiz içilmez.” diyor. “Yemezsen geberirsin. Çöp gibisin zaten bak, kimse on yaşında olduğuna inanmaz.”
Çiğniyor oğlan. Ciğer midesindeki bulantıyı iyice azdırıyor.
“İç” diyor adam yeniden, bardağını bardağına vuruyor. İçiyorlar. Dev ikiye bölünüp çift görünmeye başlamadan hemen önce, akşamüzerini anımsıyorçocuk hayal meyal. Babasını okul kapısında gördüğünde, başından nasıl kaynar sular döküldüğünü,ona görünmeden kaçmaya çalışmasını. Zamanından önce olgunlaşmış sezgisiyle, “anneme kötübir şey oldu.” dediğini.
Oldu mu olmadı mı bilmiyor. Çünkü kaçamadı. Babası kolunu kırarcasına kavrayıp soktu arabaya.
“Ananın haberi var.” Dedi.
Hiç inanmadı bu yalana oğlan.
Kaç saattir buradalaronu da tam çıkaramıyor.Merak, küçük kurtçuklar gibi kemiriyor içini.
Masanın karşısından uzanıp bileğini yakalıyor Dev. Oğlanı iyice kıvama getirdiğini düşünüyor olmalı. “Şimdi de anana küfredeceksin” diyor. F sesi, biraz uzunca, ıslık gibi keskin çıkıyor ağzından. Çocuk sarsılıyor. Başını kaldırıp,göz pınarlarında akmaya hazır yaşlarla bakıyor çift başlı deve; “Ben küfür bilmem.” diyor usulca.
“Ulan eşşşoğlueşşşek, ne biçim erkeksin sen? Şuna bak, korkudan sapsarı kesildin lan.” Bırakıyor bileğini, “kırılacak, elimde kalacak. Biz de oğlumuz var diye övünüyoruz güya. Gören de bir bok sanır.”
Adamın kıskacından kurtulunca, küfürden vazgeçti sanıp rahatlıyor çocuk. Bileğindeki zonklamaya aldırmıyor.
Daha on yaşında, alkolün,insana neler yaptırabileceğini bilmiyor. Takıntıları nasıl tetikleyip azdırdığını, kinleri çoğalttığını, koca koca adamları nasıl tutsak edip insanlıktan çıkardığını bilmiyor.
Adam daha yüksek sesle;“Küfret” diyor yeniden.
“Edemem.” sesi cılız çocuğun.
“Doğru sen hanım evlâdısın” diyor adam yayvan yayvan. “Anan gibi jıtkırıldımsın.” Koca bir yudum rakıyı yuvarlayıp “o zaman ben söyleyim sen tekrarla.”
“Koca kıymeti bilmez orospu. Dayak düşkünü şırrrjfıntı. Söylesene lan. Bojanacakmıjş bir de... Çok beklersin daha düdük. Sen kim oluyorsfuun da koca boşamaya karar veriyorsun ha?”
Pis pis sırıtıyor. “Biliyor musun hanım evladı, okulun kapısına gelmeden önce ananı ziyaret ettim bugün. Boşanacak hali kalmadı, haberin olsun.”
Elini masaya vurup bağırıyor; “tekrarlasana ulan. Beni parmağında oynatacağını sanmıştı. Ne demekjmiiiş karına, oğlunabeş yüz metreden fazla yaklaşmayacaksın? İçine sıçarım ben böyle mahkeme kararının. Bunlara papuç bırakacak adammıııyım ben? Daha tanıyamamışfo bunca yıllık kojasını.Ama bu gün öğrendidünya kaç bujaaakmış. Çok iyi öğrendi hem de.”
Çocuğun içi çekilir gibi oluyor. “Anneme bir şey…” Bitiremiyor düşüncesini. Midesi.
Bir dikişte boşaltıyor kadehini dev. Kan çanağı gözleri iyice şehlalaşıyor.
Yeniden kükrüyor; “Tekrarla ulan, dayak düşkjüünü orospu de.”
Sesi çocuğun kulaklarında çınlayıp yankılanıyor.
“Annem” diye geçiriyor içinden,bir top ateşin beynini sardığını duyumsuyor. Annesini koruyamadığı, onu bu adamdan uzak tutamadığı için kendinden nefret ediyor. Birden karar veriyor, nereden ve nasıl geldiğini anlamadığı bir cesaretle ayağa kalkıyor, yumrukları sıkılı,babasına doğru bir iki sarsak adım atıyor.Botunun çözülmüş bağına basıp sendeliyor, diz kapakları çarpıyorbirbirine.Dengesini zorlukla bularak duruyor önünde, sağ yumruğunukaldırıyor, adamın burnuna indireceği sırada, o koca el yine yapışıyor bileğine.
“Seni pij kurusu, ulan babaya el kalkar mı deyyus?” İnce bir dal gibi çarpıyor oğlanı yere.
Çocuğun duyduğubu son tümce çok uzaklardan, yankılanarak vuruyor kulağına. Sırtüstü yattığı soğuk betonda, kendinden geçmeden hemen önce, kirli önlüklü meyhanecinin, puslar içinden koşarak geldiğini görüyor. Bir de meyhanenin kirli tavanını.
Yeni yorum ekle