Ey İnsan, İşgal Ediliyorsun!

Felsefe

 

Ey İnsan, İşgal Ediliyorsun! | İhsan Kurt

İnsanlık topyekûn dünya çapındaki beş on kuruluşun amaçlarına göre düzenleniyorsa durum çok tehlikeli bir hale gelmiş demektir. Bu tehlike sınırı aştığında acaba yazarlar, düşünürler, bilim adamları, sanatkârlar kendileri işgal edilmekten kurtulsalar bile EY İNSAN İŞGAL EDİLİYORSUN! Diye artık hangi kulaklara seslenecekler? Ya da seslerini duyuracak kulaklar bulabilecekler mi?(İ.Kurt. İnsanın İşgali. Net Kitaplık. 2023.S.107)

Dünya, artık birkaç büyük gücün elinde şekillenen, yönlendirilen ve adeta yazılan bir metne dönüşmüş durumda. Ekonomi, siyaset, medya, teknoloji ve kültür, hepsi, görünmeyen ama son derece etkili bir denetimin altında. Bu denetim, çoğu zaman bir dayatma değil; aksine, gönüllü kabullenişle işler. Çünkü artık insanlara ne düşünmeleri gerektiği açık açık söylenmiyor; hangi seçeneklerin "makul", "çağdaş", "doğru" olduğu ustalıkla sunuluyor ve birey, özgür sandığı bir alanda, aslında seçilmiş gerçekler arasında dolaşan bir gölgeye dönüşüyor.

Özgürlük, tarih boyunca insanlığın en kutsal ideallerinden biri olmuştur. Ancak 21. yüzyılda, bu idealin içeriği sessizce değiştirilmiş durumda. Artık insanlar, zincirlerini fark etmeden yaşıyor; özgür olduklarını sanarak aslında zihinsel bir denetim altında günlerini tüketiyorlar. İş yerinden eve, telefondan ekrana, reklamdan habere kadar her alan, bireyin düşünce yapısını belirli bir yönde şekillendiriyor. En tehlikelisi ise bu biçimlendirme sürecinin, bireyin "rızasıyla" gerçekleşmesi.

Netflix'te bir dizi izlerken, YouTube'da önerilen videoları tıklarken ya da Instagram'da saatlerce gezinen biri, aslında algoritmaların sunduğu seçenekler dışına nadiren çıkabiliyor. Algoritmalar, bireyin geçmişte yaptığı tercihlere göre gelecekte neyi seveceğini "tahmin" ediyor. Bu tahminler, bireyin farklılığı deneyimleme ihtimalini ortadan kaldırıyor. Yani seçiyor gibi görünen birey, aslında seçilmiş olanla yetiniyor.

Edward Bernays'in 20. yüzyıl başında ortaya attığı "kamusal manipülasyon" kavramı, bugün reklamcılıktan siyasete kadar her alanda etkisini sürdürüyor. Türetilen ihtiyaçlar, bireyin neye çok değer vermesi gerektiğine dair bilinçaltını şekillendiriyor. Örneğin, son model telefonlara duyulan ihtiyaç, bir teknolojik zorunluluktan çok, "geri kalma korkusu" üzerinden inşa ediliyor. İnsanlar, bu korkuyla tüketiyor; tükettikçe sistemin birer parçası haline geliyor.

Özgürlük, seçim yapabilmekle değil, seçimin ardındaki güçleri anlayabilmekle başlar. Gerçek bağımsızlık, farkında olmadan kabul ettiğimiz günlük alışkanlıkları, "normalleşen" davranış kalıplarını sorgulamakla mümkün hale gelir.

Bugün haber alma kaynaklarımız çeşitli gibi görünse de aslında çoğu aynı kaynağın farklı sunumlarından ibarettir. Medya tekelleri, hem siyasi hem de ekonomik çıkarlar doğrultusunda kamuoyunu yönlendirmekte, gerçeği büyütüp eğerek ya da tamamen görmezden gelerek yeni bir "gerçeklik" inşa etmektedir.

Örneğin, savaş haberleri sunulurken kullanılan görüntüler, dil ve başlıklar, izleyicinin hangi tarafta durması gerektiğine karar vermesi çoğu zaman yönlendirilerek yapılmaktadır. Aynı olay, farklı medya kuruluşlarında tamamen zıt şekilde yansıtılabilir. Bu da bireyin bilgiye değil, kurguya maruz kaldığını gösterir. Yani kurgularla işgal!

Sosyal medyada ise "trend olan" başlıklar, gündemin ne yönde gelişeceğine karar verir. Sosyal ağlarda bir sözcük veya sözün başına "#" işareti eklenerek oluşturulan bağlantılar, sponsorlu içerikler ve trol ordularıyla gerçeğe ulaşmak giderek daha da zorlaşır. Gerçekler kaybolurken, "popüler olan doğrudur", “popüler olan iyi yazardır, bilgindir” yanılsaması ortaya çıkar.

Günümüzde bireylerin kimlikleri, tüketim tercihleriyle özdeşleştirilmektedir. "Ne yiyorsan osun" anlayışı, "ne giyiyorsan, neye sahipsen osun" anlayışına evrilmiştir. Pazarlama stratejileri, sadece ürün satmaktan çok, yaşam tarzı ve kişilik inşa etmeye yöneliktir. Görünüş, gösteriş kişiliklerin vaz geçilmez özellikleri arasına sokulur.

Bilmem ne marka telefon kullanan birinin "yaratıcı ve yenilikçi" biri olarak algılanması, meşhur edilmiş bir kahve markasının bardağıyla dolaşan birinin "kentli ve modern" görünmesi, bu türden kimlik inşalarının günlük hayattaki örnekleridir. Birey, bu tür sınıflandırmalar içinde kendine bir yer bulmaya çalışır. Ancak bu yapay kimlikler, içsel bir boşluğu gizlemeye yaramaktan fazlasını yapmaz. Tükettikçe tatmin olması beklenen birey, aslında tükettikçe daha da eksilir. Zygmunt Bauman'ın "akışkan modernlik" kavramı tam da bu noktada anlam kazanır: Hiçbir şey kalıcı değildir; ne mutluluk ne de kimlik.

Sanat, tarih boyunca iktidara, yozlaşmışa, bürokrasiye ve adaletsizliğe karşı bir ses olmuştur. Ancak bugün sanat ve düşünce alanı, ticarileşmenin ve gösteri toplumunun bir uzantısı haline getirilmektedir. Sanatçının, aydının muhalif sesi, reklam kampanyalarının içine gömülmekte, düşünürlerin yazdıkları ya "elitist" diye aşağılanmakta ya da görmezden gelinmektedir. Niteliğe, nitelikli olan her şeye karşı görmezden gelme saldırganlığı sürdürülmeye devam edilmektedir.

Pop müzikte sürekli tekrar eden söz kalıpları, sinemada kopyala-yapıştır senaryolar ve sosyal medyada "trend olan" sanat, sanatın sorgulama gücünü felce uğratıyor. Oysa sanatın özü, konforu bozmaktır.

Tüm bu anlatının sonunda gelinen nokta şudur: Değişim tepeden inme ya da sistem dışı bir devrimle değil, bireyin kendi bilincini yeniden inşa etmesiyle başlar. Bireysel farkındalık, sistemsel dönüşümlerin çekirdeğidir. Her birey, kendi yaşam tarzını, tüketim alışkanlıklarını, bilgi kaynaklarını sorgulamalıdır.

"Ortak vicdan" kavramı, sadece bir ahlaki duyarlılık değil, aynı zamanda toplumsal sağlığın koruyucusudur. Farklı düşüneni anlamak, empati kurmak, hakikat arayışında samimi olmak bu ortak vicdanın temelleridir.

Son bir kez soralım: “Ey insan, işgal ediliyorsun!” diye bağıran bir ses kaldığında, onu duyacak kulaklar var mı hâlâ? Bu denemeyi okuyorsanız, belki de o kulak sizsiniz. Ve belki de bu satırlar, insanlık vicdanının yeniden uyanışına atılan küçük bir adımdır. Şu anda bile kendi bilincinizi yeniden inşa etme çabasına girişebilirsiniz.

Bireye/lere yönelik bir çağrımı yineliyorum: Ey insan, bu sistem seni izliyor, biçimlendiriyor, yönlendiriyor, kitlelerin içine sürüklüyor. Ama sen bireysin, hala düşünebilir, fark edebilir, değiştirebilirsin. İşgal edilmek bir yazgı değil, uyanmak bir tercihtir. Artık modern ninnilere kulak verip vermemek de sizlere düşmektedir.

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.