Masal ile Gerçek Arasında Kalan Ben ve Garip Ülkem; Türkiyem

Felsefe

Masal ile Gerçek Arasında Kalan Ben ve Garip Ülkem; Türkiyem

Prof.Dr. Süleyman Dönmez

 

Yeni bir Eğitim ile öğretim dönemine başlarken zamansız zamanlara gidip gelen hafızam ve zihnim beni ilkokul çağlarıma götürdü. Oradan bugünlere sürükledi ardından. Ve masal ile gerçek arasında bir yol aradı.

Bizim dönemin kavramları ile “ilkokul ”da iken birçok kitap okumuştum. O dönemde –maalesef artık şimdi yok, kapatmışlar- ilçemizde bir çocuk kütüphanemiz vardı. Hocalarımız –öğretmen dememizi isterlerdi yine o zaman; ama ben “Nasreddin Hoca” gibi eğitmen ve öğretmenlere duyduğum muhabbetten olsa gerek “hoca” lafzını daha çok tercih ediyorum- –Şimdinin öğrencisi- biz talebeleri -öğrenciden öte ilme “tâlib” birer “talebe” olduğumuzdan olmalı- sıkça -Antalya’nın Elmalı ilçesindeki- küçük ve sessiz kütüphanemize yönlendirirlerdi. Ödevlerimizi o şirin kütüphanemizde yapardık. Öte yandan ödünç kitap alma imkânımız da vardı. Kütüphanede başladığım birçok kitabı bitiremediğimde ödünç alır, evde okumaya devam ederdim. Yanımıza en çok üç kitap alabilirdik. Bu nedenle okuduğum kitabın yanına iki tane daha eklerdim. O güzel kitapları uzun kış gecelerinde çıtır çıtır yanan odun sobasının başında sessizce örgüsünü ören anımın yanına toplaşarak sırayla okur, evde olan herkes de okunanı dinlerdi. Anam bizi ustaca bu okuma işine sürekli yönlendirirdi. Bazen sabah ezanlarına kadar sürerdi bu okuyup dinleme işi. Coşkulu, hüzünlü bir dizi masal, hikâye, destan ve roman okumuştuk ben ve kardeşlerim anamın dizi dibinde o zamanlar. Okuduklarımızla kâh ağladık, kâh güldük, kâh hüzünlendik, kâh sevindik…

Sanıyorum ilk defa ilkokul üçte okumuştum “Fareli Köyün Kavalcısı” başlıklı masal kitabını. Beni hüzünlendiren bir masaldı.–Şimdi büyüdüm mü, bilmiyorum ama- çocukken masalın16. Yüzyılın Avrupası’ndan izler taşıdığının farkında değildim. O zamanlar Johann Wolfgang von Goethe, Grimm Kardeşler ve Robert Browning'in eserlerinde yer alan meşhur bir masal olduğunu da bilmiyordum. Bugün masal bana dünkü çocuk muhayyilemin ötesinde başka bir kavrayışla sesleniyor. Yaşı, belki de kaleme alındığı tarihten çok daha gerilere giden masalın anlattıkları ile bugünün Türkiye’sindeki olup bitenler arasında bağlantılar kuruyorum. Aslında bana da ilginç ve garip gelen bu dünde olanı günümüzle bağlantılandırma, nedenlere dayalı bir çıkarımdan çok sosyo-psikolojik açıdan dünde olanla bugünde olan arasındaki benzerliğe yaslanıyor.

Masalın Türkçeye aktarımında küçük ekleme ve çıkarmalar var. Ben daha çok çocukluğumda okuduğum sürümün etkisi altındayım. Bu nedenle masalı okumayan ya da duymayanlar için daha çok benim -çocukken- okuduğum eklentileri öne çıkararak kısa bir hatırlatma yapayım: Kedileri kovulan bir köyde geçer olay. Kedisiz köyün başına gelecek olan açıktır. Fareler istila eder köyü. Yemedik buğday kemirmedik mısır bırakmazlar. Yiyecek bir şey kalmayınca beşikte yatan çocuklara saldırmaya başlarlar. Hatta bir çocuğun kulağını bile yerler. Çocuğu zor kurtarır konu komşu. Köylünün canına tak eder olup bitenler. Durum gerçekten çok vahimdir. Derken köye renkli elbiseleri olan bir kavalcı gelir. Ben, der, Sizi farelerden kurtarırım. Karşılığında da bir kese altın alırım. Muhtar kabul eder öneriyi ve anlaşma yapılır. Köylüler hemen aralarında toplarlar bir kese altını ve muhtara teslim ederler. Adam da kavalını çalmaya başlar. Kavaldan nağmeler yükseldikçe fareler köşe bucak çıkmaya ve adamın etrafında toplanmaya başlarlar. Adam bütün fareleri topladığına kanaat getirdikten sonra köyün deresine doğru yürür. Kavalcı önde fareler ise onun ardındadır. Adam kavalını çala çala dereden geçer. Fareler de dalarlar dereye. Ama geçtikleri yer farelerin boylarını aştığından boğulmaktan kurtulamazlar. Kavalcı anlaştığı bir kese altını almak için muhtara gelir. Ama muhtar fareler öldü nasılsa der, anlaşmaya uymak istemez. Altınları vermez kavalcıya. Bunun üzerine adam çıkar köy meydanına yine üflemeye başlar kavalını, bu kez nerde bir çocuk varsa toplaşır kavalcının başına. O kadar güzel nağmeler çıkmaktadır ki kavaldan çocuklar âdeta büyülenmiş gibidir. Kavalcı çocuklar topladıktan sonra köyün dışına doğru kavalını çala çala yürümeye başlar çocuklar da onu takip ederler. Köyün bütün çocukları kavalcının peşindedir. En arkada ise topal olduğu için diğer çocuklardan sürekli geri kalan bir çocuk vardır. Öndekilere yetişmeye çalışmaktadır. Ama yetişememektedir. Derken bir mağaranın kapısına getirir kavalcı çocukları ve girerler içeriye. Arkada kalan topal çocuk uzaktan görür mağaraya giren arkadaşlarını. Acele eder o da mağaraya girebilmek için. Ama o mağaraya giremeden mağara kapanıverir. Dışarda kalmıştır. Üzüntüyle geri döner topal çocuk. Köylüler, korku ve merakla sorarlar arkada kaldığı için mağaraya giremeyip köye geri dönen topal çocuğa olup biteni. Anlatır gördüklerini topal çocuk birer birer. Topal çocuk, çocuklara bir cennet gibi görünen/gösterilen mağaraya girememiş olmanın üzüntüsü içindedir. Ana-babalar ise perişan.

Masal mutlu sonla bitmez. Giden çocuklar geri dönmez. Akıbetleri de meçhuldür. Farelerden kurtulmuştur köy, lakin çocuklarından olmuştur. Sorun farelerden çok verilen sözlerin tutulmaması, yapılan antlaşmaların ihlâl edilmesinin doğuracağı ya da doğurduğu olumsuz sonuçlarda düğümlenmiş görünür. İmdi, günümüz Türkiye’sinin ne ilgisi var bu masalla bu sonuçla diyebilirsiniz. Düz bir okumayla masalın 16. Yüzyılın Avrupa’sında şeytanlaştırılan kedilerin öldürülmesine bağlı fare sayısındaki artışı ve farelerden bulaşan vebayı konu edindiğini dile getirebilirsiniz… Bütün bunlara hiçbir itirazım olmaz. Benim derdim, aslında çok başka. Ben masalın hangi tarihsel gerçeklere gönderme yaptığından çok, bana göre içtimaı bir hafıza ve yol bulmamızı sağlayıcı birer kılavuz olan ve daha çok destanlarda, masallarda ve fıkralarda saklanan eğretilemelerin peşindeyim. Bir başka ifadeyle; özellikle destanlar ile masallar vasıtasıyla koruma altına alınarak mekânları ve zamanları aşıp bugünlere akan hakikatlerle şimdiyi değerlendirmek istiyorum. Zira çok uzaklardan sesleniyor belki de masallar. Ama bir o kadar da yakınımızdalar.

“Fareli Köyün Kavalcısı” masalındaki “köy”, diyorum, acaba hangi köy? Çocuk zihnimin somut gerçekleriyle düşünürsem, farelerin işgal ettiği bir köy bulmam zor görünüyor. Şimdiki daha çok soyutlayarak yol alan zihnime yönelirsem manzara değişmeye başlıyor. İlkokul öğretmenim sonradan Ahmet Kutsi Tecer’e ait olduğunu öğrendiğim bir şarkı öğretmişti. Şöyle başlıyordu: “Orda bir köy var uzakta. Gelmesek de gitmesek de o köy bizim köyümüzdür.” Gelip gitmediğimiz o köy ya da “Fareli Köy” hangi köydü? Evet, o köy, bizim köydü. Lakin uzakta değildi. İçindeydik.

Köy, Türkiye’dir. Şimdilik bana öyle görünüyor. Ya köyün ahvâli ne âlemdedir? Farelerin istilasına uğradığı da açıktır. Kimdir ya da nedir “fare”? Güzel köyümün huzurunu bozan -siyasî, ekonomik, felsefî, dinî, ahlâkî- musibetler mi? … Köy halkı malum; sen, ben, biz… Ama muhtar kim? Cumhurbaşkanı mı, başbakan mı, bakanlar mı, vekiller mi, valiler mi, kaymakamlar mı, amirler mi? Her köyün bir muhtarı var elbet. Ya muhtar yanlış yaparsa ne oluyor? Masala göre, bedeli çok ağır. Çorsuz çocuksuz kalma ihtimali var. Soyun kuruması, kurutulması tehlikesi söz konusu. Demek ki, sadece muhtara, muhtarlara –idarecilere, yöneticilere- güvenmek sorunu çözmüyor. Canına tak eden milletin derdini çözecek olana verilmesi için toplanan altını muhtara teslim etmesiyle iş bitmiyor. Muhtarın yanlış yapmasını da engellemek gerekiyor.

Sorumlu olan sorumluluğunu yerine getirmiyorsa ne yapılacak? Masalda bunun yolu gösterilmiyor. Ama sadece muhtarlara güvenirseniz bedel ödemeye hazır olun deniyor. Bu durumda ne yapmalı, insanlar? Hukuk mu devreye girmeli, din mi dur demeli, yoksa kıyametin kopmasını mı beklemeli? Bir de kavalcı ile arkada kalmanın bedbinliğini yaşayan topal çocuk var masalda. Sahi kavalcı kim? Medya olabilir mi? Sorunları hem çözen hem düğümleyen.

Ya topal çocuk? Topal çocuk kısmı, masalın birçok sürümünde yer almıyor. Ama benim okuduğum kitapçıkta vardı. Dün gibi hatırlıyorum. O zamanlar topal çocuk için üzülmeli miyim, sevinmeli miyim bilememiştim. Kavalcı, topal çocuğu da büyülemişti büyülemesine; ama o hızlı yürüyemediğinden arkada kalmıştı. Cennete girememiş olmanın üzüntüsüydü onu kuşatan. Lakin gitmek isteyip de gidemediği o yer, gerçekten cennet miydi? Masalda o da açık değil. Gerçek olan şu: Elde kalan topal bir çocuk…

Kendimi o topal çocuğa benzetiyorum çokça. Cenneti de cehennemi de gören, kavalcının ne çaldığını sezen. Topallığım, arkada kalışım yarınlara umut olmama engel değil. Topallığım belki de büyüden çıkmamı sağlayan bir velinimet.

“Masallar gerçeklerden beslenir” derler. Köyü saran fareler… Bir Ortaçağ hikâyesi/masalı belki de Fareli Köyün Kavalcısı. Bir devir hakkında ince detaylar sunuyor olabilir. Ancak her masal, dünden bugüne akan bazı gerçeklere de işaret eder. -Gerçi demode oldu; ama biz yine kullanalım- “Yeni” Türkiye’yi anlatan bir masal okumak/yazmak istesek nasıl bir masal çıkardı?

Hangi masalı okuyalım da yeniden “büyük” Türkiye olalım? Keloğlan masalları olabilir mi? Ne kaval çalan ne de sorumsuzca davranan kimseye minnet etmeyen Keloğlan’ın masalları buldurur mu bize kaybettiklerimizi. Kim bilir? Belki!

 

Yorum

Zekeriya (doğrulanmamış) Cu, 15 Eylül 2023 - 21:15

Hangi masalı okumamız gerektiğini ben de düşüneceğim. Ancak yıllar önce okuduğum 'Beşiktaş Nasıl Kurtulur' makalesini tekrar okumam lazım.

Kenan Olcan (doğrulanmamış) Ct, 16 Eylül 2023 - 14:59

Tarih tekerrürden ibaret derler.
Ders alınsaydı hiç tarih tekerrür eder miydi.

2. Erkan YAZARGAN (doğrulanmamış) Sa, 26 Eylül 2023 - 14:41

DOZ MESELESİ

Neden menkıbe?

Elmalı denince AbdalMusa zikredilmeden olmaz. Olmaz çünkü Balkanlara akıp giden AlpErenlerin piri, önderidir AbdalMusa. Pekiyi, Onu birey yapan nedir? Nedir Fareli Köy ve köylülerle farkları?

Alman mühendisliğini masallarındaki çatı aktaran ergen çocuğun marangozluk iddiasına ve babasının "olmamış bak, damlatıyor" sözüne bağlayıp Mercedes fabrikasının giriş kapısına kocaman harflerle "bizden iyisini tanrı yapar" mottosunu kazıtan bilinçtir bireylik.

Pekiyi, ne oldu da büyük Türkiye yerine borçlu, travmalar yaşayan, savaşan, barışamayan, boğuşan, geri, cahil, ilkel, bağnaz, yoz, yobaz, kıvranan, hastalıklı, Zübüklerin yönettiği, banal, istismarcı, tahammülsüz, fırsatçı, çıkarcı, acımasız, vicdansız... Türkiye oldu?

Masal bu ya biraz gerilere gidelim; tarih cetvelimizin AbdalMusa noktasına ve etkilediği tarihi diğer olaylara bakalım. Selçuklunun son dönemi, yaşamayacağı anlaşılmış, ölmek üzere, parçalanmış, yeni bir şeyler yapmak lazım. Çatı gibi, akıtmayan bir çatı...

Şimdi rahatlama zamanı

Yağlı güreşlerde neden Antalyalı, özellikle Elmalı yöresi öne çıktı, çıkıyor?

Devam

Sonra öyle bir zaman geldiki ocakları topa tutuldu, mezar taşlarına varıncaya kadar tüm varlıkları imha edildi, ormanlara saklananlar ormanlarda yakıldı, önderlerinin tümü idam edildi, adına da Vaka-ı Hayriye dendi

Ne bekliyordun, Elon Musk gelip seni Mars a mı götürecekti? :)

yazargan.tr.gg de seneler önce dediğim gibi; inim inim inleyin, sürüm sürüm sürünün, geberin, yanın, yok olun, mahvolun diyeceğim de masum çocuklar geliyor aklıma.

Masalı menkıbeden menkıbeyi masaldan ayıran dozudur. Bir miligram bile eksik veya fazla olursa istenen sonuca ulaşamaz uğraşıp durursunuz. Kısacık insan ömrümüzde boşa uğraşmak yerine yerinde, yerine göre, zamanında, uygun dozlara ihtiyacımız var. Bu masal mutlu sonla bitecekse uzmanlar çıkmalı ve hiç olmazsa Mercesin babası kadar iddialı olup benden iyisini hiç kimse yapamaz diyebilmeli ve yapmalı. Masal çağındaki çocuğa ne anlatırsan onu yiyip onunla beslenir. Bizi zehirleyen kim?

Yine bir yığın soru sorduk. Yanıtlarsanız bir yığın soru daha soracağım. Yaşam budur. Büyüklük budur.

Akl-ı selim salimle..

S.D (doğrulanmamış) Cu, 29 Eylül 2023 - 08:45

Erkan Bey,
Zorbatv'deki yorumunuz ve katkınız için çok teşekkürler. Yorumunuzu hemen cevap yazamadım.
Her şey ortada değil mi? Masal dedik gerçek olana. Lakin ortak bir irade, maşeri bir vicdan olmadıkça ağzınızla kuş da tutsanız, ardı gelmiyor. Devlet ve millet elele olmadan bireylik kâr etmiyor. Kendimiz söyleyip kendimiz bile dinleyemiyoruz artık.
Çünkü söylediğimiz etki edecek olursa başına türlü çoraplar örülüyor.
Anladık ki, devlette etkili ve yetkili olanlar evvela akl-ı selim ile yol olacak ve devletini milletini ülkesini sevecek. Adil olacak. Meşveret ile iş görecek. Emanete sahip çıkacak. Ehliyet ve liyakat sahibi olacak. İş dağılımını ehliyete ve liyakat uygun yapılmasını sağlayacak.
Türkiye bu yapıdan uzaktır artık.
Selam ile...
S.Dönmez

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.