Mısır’da Mumyanın Dansı

Turizm

Mısır’da Mumyanın Dansı

Murat Özsoy

zorbatv


“Bir Milyon Nasıl Çalınır?” Filminin Motivasyonu 
1996 sonbaharında bir Kahirelinin aklına karpuz kabuğu düşmüş. Mısır Müzesi’nde alarm sistemi olmadığını duymuş bir yerlerden. Akşam, müzede bir kuytuya gizlenmiş ve kapıların kapanmasının hemen ardından, papatya falı açmaya başlamış, çalmaya hangi eserlerden başlasam acaba, diye.
Ertesi sabah müze açıldığında, bekçiler gece çanak çömleğin patladığını fark etmişler ve kısa süre içinde hırsızı müze dışında yakalamışlar. Tutankamun’un altın hançeri hırsızın üzerinde bulunmuş. Sorgusunda müze hırsızı hayli ilginç bir itirafta bulunmuş; “Bir Milyon Nasıl Çalınır?” adlı filmden ne denli ilham almış olduğunu polislere uzun uzun anlatmış.
Kahire’deki Mısır Müzesi 1858’de kurulmuş. Birinci kattaki eserlerin çoğu binlerce yıl öncesinin mezarlarından müzeye taşınmış. Louvre Müzesi ziyaretçilerinin Mona Lisa’ya kilitlenmesi gibi Mısır Müzesi ziyaretçileri de Tutankamun’un 1.700 objeden oluşan dillere destan koleksiyonuyla büyülenmekte.
Yabancı arkeologlar hiç de boşuna kazmamışlar Mısır’ı. Kim ki mezarları kazmış, onlar kazanmış! Paha biçilmez Mısır eserlerinin önemli bölümü günümüzde Berlin, Londra, New York ve Paris müzelerinde, kazıp kazananların ellerinde bulunuyor. Napolyon’un ordusu pek çok mumyayı mezarlarından çıkardığı gibi Paris’e taşıyıp Louvre Müzesine teslim etmiş. Mısır’dan gemiler dolusu antika eser Avrupa ve Amerikan müzelerine taşınmış. Anlaşılan o ki, bal tutanlar parmaklarını öyle bir yalamışlar ki, demeyin gitsin.

zorbatv

Ruha yol Gösteren Kapılar
Milyonlarca insan ve hayvan mumyası bulunmuş Mısır’da. En eskileri MÖ 3000’e tarihlenen Mısır mumyaları, mezarlarından çıkarıldıktan sonra ilaç yapımında bile kullanılmış. Mumyalamadan hayvanlar da nasibini almış. Hayvan mumyalarının birçoğu da kedilere aitmiş. Tabi mumyalar bu kadar bollaşınca, serin havalarda kimi Mısırlıların binlerce yıllık mumyaları yakıp bir güzel ısındıkları da olmuş. Üzerlerine reçine sürülmüş olduğundan çıtır çıtır yanarmış mumyalar. 1900’lü yıllardan bazı Mısır fotoğrafları, ilk gördüğümde beni şaşkına çevirmişti. Fotoğraflarda, toprağın altından çıkarılmış mumyalar duvara yaslanmış halde turistlere pazarlanıyordu!
Bedenin mumyalanmasının binlerce yıl önce son derece ciddiye alınmış olduğu besbelli. Öyle ki, ayak tırnaklarının ayrı ayrı sarılıp sarmalandığı mumyalar bile bulunmuş. 
Zengin Mısırlıların cenazelerinde profesyonel ağlayıcı kadınlar kiralanırmış. Kadınlar ağlar, feryat figan eder, yeri göğü inletirmiş. Tam mumya mezarın içine doğru çekilip lahde yerleştirilirken havaya toprak atılırmış. Aynı gelenek, kimi Hıristiyan cenazelerinde rahibin tabutun üstüne bir avuç toprak atıp “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz” demesi şeklinde günümüzde de yaşıyor. 
Lahdin başına ve ayakucuna işlenmiş iki kapı görüntüsü ilk gördüğümde beni çok şaşırtmıştı. Oysa hiç şaşırmaya gerek yokmuş. Ruh tabuta girer çıkarken yolunu şaşırmasın ve bu kapıları kullansın diye düşünülmüş... Belli ki ruhun, ait olduğu mumyayı bulabilmesi uğruna hiçbir masraftan kaçınılmamış ve en ufak detay bile ihmal edilmemiş. Ruhun giriş-çıkışı için lahdin iki ucuna kapı deseni yaptırmış kişiler yaşadıkları mekânlara da aynı özeni göstermişler miydi acaba? 

zorbatv

Kefenin Cebi mi Varmış O Zamanlar?
Eski Mısır’da kefenin cebi varmış anlaşılan. Firavun mezarlarında ele geçen eşyalara dikkat buyurun lütfen: Terlik var, makyaj malzemesi var, sandalye var, küpe var, ekmek var. 
Çocuk Kral Tutankamun, mezarına oyuncaklarını bile götürmüş. Mısırlı dilberler ise peruktan aynaya, taraktan yelpazeye pek çok eşyayı mezarlarına taşımışlar. Kimi müzisyenler enstrümanlarıyla gömülmüş. Bir müzisyen yaşamında çaldığı bronz zilleri mezarına götürmüş. Masa oyunlarından hoşlananlar, öteki dünyada da felekten bir gün çalmak için oyun tahtalarıyla birlikte gömülmüşler. Kimi mezarlardan 3.500 yıllık incirler çıkmış. Anlaşılan o ki, canın boğazdan geldiği binlerce yıl öncesinden bile besbelliymiş. Mezar eşyalarının pek az hasarla günümüze ulaşmasını sağlayan unsur hiç şüphesiz Mısır’ın o müthiş sıcak ve kuru iklimi.

zorbatv

Zengin Mumyaya Mezarında  Kim Hizmet Edecek? 
Eski Mısır inancında, zengin mumyalara kimlerin hizmet edeceği en ince detayına kadar düşünülmüş. Uşabti denilen minik hizmetkâr heykelcikleri imal edilip mezar eşyaları arasına yerleştirilmiş. Hayatı boyunca bir pastırmanın üzerine iki yumurta kırmamış firavunun öte dünyada uşaksız yaşamasının mümkün olamayacağı aşikârmış. 
Cenazenin lahde yerleştirilip mezarın mühürlenmesinin ardından bu heykelciklerin canlanıp mumyaya hizmet edeceğine inanılıyormuş. Şöyle bir hayal kurmaya ne dersiniz? Heykellere can gelmesiyle “Ne emredersiniz efendimiz?” deyip örneğin bir çırpıda soğuk ve sıcak mezeleri saymaya başlıyormuş bir uşabti. Bir diğeri ise meze arabasını çeke çeke getiriyormuş. 
Eski Mısırlılar biraya pek düşkünmüş. Bira imalathanesi heykelleri bile yerleştirmişler mezarlarına ki, akşamdan akşama ufak ufak demlenebilsinler.
Gel de şimdi bu derece geniş hayal dünyası karşısında, Emel Sayın’dan “Rüyalar gerçek olsa, seni her gün görürdüm, o incecik beline sarılarak yürürdüm” klasiğini anımsama. 
Eski Mısır inancına göre, öteki dünya, bu dünyanın kavramlarıyla hayal edilmiş. Dünyadaki yaşamda, her Mısırlının belirli bir süre tarım ve sulama işlerinde firavun için çalışması zorunluymuş. Mısırlılar cennete “Kamış Tarlası” adını vermişler. Nasıl ki dünyada malın mülkün sahibi firavunsa, cennetin, yani kamış tarlasının sahibi de Tanrı Osiris imiş. O halde Mısırlının, dünyada firavun, cennette ise Tanrı Osiris için tohum ekip ekin biçmesinden daha doğal ne olabilirmiş ki?
Firavun göreve çağırdığında, zengin Mısırlı ne yaparmış? Tabi ki kendi yerine çalışacak bir işçi tutarmış. Dünyada çalışmaya hiç alışmamış, tarlayı, sabanı bilmeyen soylu Mısırlı, acaba Osiris’in kamış tarlası cennetinde ne iş tutabilir, hangi baltaya sap olabilirdi? 
Sabancı’ya bir vatandaş sormuş, “Ey Sabancı, demiş, bu dünyada işlerin yolundaydı, amma ve lakin öteki dünyada ne yapacaksın, hiç düşündün mü?” Sabancı gevrek gevrek gülmüş. “Canım kardeşim,” demiş, “biz onu da düşündük; unutma ki, iSA da bizden, muSA da bizden!” deyivermiş...
Zengin, soylu Mısırlı da öteki dünyada ne yapacağını uzun uzun düşünmüş. Sonunda Tanrı Osiris’in tarlasında kendi yerine çalışmak üzere 401 işçi heykeli gömdürmüş mezarına. Yılın her günü için bir işçi... Ya geri kalan 36 tanesi? Onlar da ellerinde kırbaç, kaytaran işçilerin hakkından gelecekmiş. Kendi çalışmıyor ama adam çalıştırma organizasyonunda üstüne yok firavunun. 
Antik Mısır cenazelerinde okunan metinleri içeren Ölüler Kitabı’nın 6.bölümü işçilere şöyle sesleniyor: Öteki dünyada ölüden bir iş yapması istendiğinde, sen diyeceksin ki “Ben buradayım, ben yaparım!” 
Antik Mısır’ın inanç kitabı gayet net biçimde işçiye şunu öğütlüyor: 
“Tanrılar, cennette 
Soylu, asil ve zengin ölüden 
Bir iş yapmasını istediğinde, 
Sen gönüllü ol,
Zengine buyrulan işi 
Seve seve yap…”
Melike Demirağ’ın Ninni şarkısının sözleri çınlıyor kulağımda:
Uyu yavrum ninni, 
Uyutayım seni
Masallarla ninnilerle, 
Avutayım seni…

İşçi heykelciklerinde çapa, kazma, tohum sepeti gibi araç gereç hiç mi hiç ihmal edilmemiş. Heykelciklerde kamçıya da yer verilmiş. Antik Mısırlı bu dünyada kaytardığında nasıl kamçıyı yiyorsa, öte dünyada da kaytaranın kaderi belliymiş anlaşılan. 
Antik Mısır inancına göre, bu dünyada işçiysen, öteki dünyada da işçi olacağın en ufak bir şüpheye yer vermeyecek kadar açık. Bu kez de Cem Karaca takılıveriyor dilimize, “İşçisin sen, işçi kal...” şarkısıyla.

zorbatv

II. Ramses’in 100 Küsur Çocuğu 
II. Ramses’e “Büyük Ramses” denirmiş. MÖ 1274’te Anadolu’dan gelen Hitit ordusuyla günümüz Suriye’sinde savaşan Ramses kendine “Büyük Savaşçı” dedirtmiş ancak bu payenin önemli ölçüde abartı olduğu düşünülüyor. Pek çok eşi, 100’ü aşkın çocuğu olmuş Ramses’in. Öldüğünde 90 yaşındaymış. Oysa o zamanlar insanlar öyle pek fazla yaşamazmış. 30-35 yaş, ortalama ömürmüş. Haydi, zenginler olsun olsun 40-45 yıl yaşasınlar. II. Ramses’e bakar mısınız, 90 yıl ömür sürmüş.
Eski Mısırlılar boy fukarasıymış. 1.60’lar civarındaymış insanlar. Oysa II. Ramses’in mumyası, 1881’de bulunduğunda 1,83 boyundaymış. 90 küsurluk bir ömür, sayısını ve isimlerini Ramses’in bile hatırlayamayacağı kadar eş, 100 küsur çocuk, 1,83 boy... Ne demeli Tanrı Osiris, II. Ramses’e “Yürü ya kulum!” deyivermiş hiç şüphesiz.

Yakalanırsan Kazığa Oturtulmak da Var…
MÖ 2500’lere tarihlenen Giza Piramitlerinde kral mumyası bulunamamış. Anlaşılan, hazineler ve mumyalar yağmalanmış. Şu kadere bakar mısınız? Uğraş didin, piramit inşa ettir. Mezar soyguncuları gelsin hazinelerini çalıp götürsün. Haydi mücevherleri, kıymetli taşları çalıyorsun, bari mumyaları rahat bırak, değil mi? Yok bırakmamışlar. Mumyaları lahitlerinden çıkarıp ya satmışlar, ya da ısınmak için çıtır çıtır yakmışlar. Alıp götüremediklerinde de mutlaka parçalayıp bandajların arasında değerli muska, nazarlık aramışlar. Vay gelen firavun mumyalarının başına! 
Aslında soyguncunun işi de hiç kolay değil doğrusu. Gizli girişleri dev taş bloklarla mühürlenmiş mezarın ta derinliklerine süzüleceksin. O zindan gibi kapkaranlıkta dar geçitlerde ilerleyeceksin. Bir dolu sahte koridora girip çıkacak, tuzaklara düşeceksin... Ya bir de yakalanırsan? Yakayı ele veren mezar soyguncusunu bekleyen tek bir ceza varmış: İdam! İnfaz, suçlunun başı kesilerek gerçekleştirilirmiş. Diğer infaz seçenekleri ise suda boğmak ya da kazığa oturtmakmış. Ölümlerden ölüm beğen, kısacası.

zorbatv

Mumya mı , Kurutulmuş Balık mı?
MÖ 1500’lerde başlayıp beş asır süren Yeni Krallık döneminin ünlü firavunları, hazineleriyle birlikte, gözden uzak ıssız bir vadide kayalıkların derinliklerine gömülmeyi tercih etmişler. Peki, dağın içine gizlenmiş mumyalar ve hazineleri soygunculardan kurtulabilmiş mi? Hayır! Defalarca soyulmuş mezarları. Soygunların ardından rahipler mumyaları her defasında yeniden sarıp sarmalayıp gömmüşler. 
MÖ 1000’lere gelindiğinde rahipler kendilerince dâhiyane bir fikir bulmuşlar. Kraliyet mumyalarını bir araya getirip iki gizli mezara gömmüşler. Neredeyse üç bin yıl boyunca firavun mumyaları, huzur içinde uzanıp yatmışlar orada. Ta ki 1870’lerde, yakın köyde yaşayan üç kardeş birinci gizli mezarı bulana dek. Üç kafadar kimseye bu buluşlarından bahsetmemiş ve ele geçirdikleri hazineleri parça parça satmışlar.
Birinci gizli mezarı, soyguncuların ardından 1881’de arkeologlar da keşfetmiş ve 40 mumyaya ulaşmışlar. I. Seti’den II. Ramses’e kadar kimlerin mumyaları bulunmamış ki bu mezarda… İkinci gizli mezarda ise 16 mumya daha ele geçmiş. 
Mumyalar Teb’den Kahire’ye gemiyle yollanmış. Kent kapısında gümrük görevlileri bu mumyaları ne şekilde sınıflandıracaklarına bir türlü karar verememişler. Gümrük listelerinde “mumya”ya rastlayamayınca, gümrük işlemlerini “kurutulmuş balık” kategorisinden kaydetmeye karar vermişler… 
Neye niyet, neye kısmet… Sen ki koskoca firavunsun! Tanrı Osiris’in cennetini hayal ederek gözlerini yumdun. Aradan binlerce yıl geçti ve sonunda şu başına gelenlere bak: “Kurutulmuş balık” kategorisinden gümrük kayıtlarına geçirildin… 
Örmüş kader ağlarını bir kere… Artık netsen, neylersen zaid… Piramitler çok uzaklarda… Mezar eşyaların ise kim bilir kimlerin ellerinde kaldı… “Bana kaderimin bir oyunu mu bu”, desen de işte dans sona erdi artık… Perde…

zorbatv


 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.