MURAT YILDIRIMÇAKAR
Rüyalarını Metallerle Anlatan Sanatçı
Gülseren Sönmez
Genelde sanatçılar sıra dışı insanlardır. Sürrealistlerine az rastlanır. Sürrealist sanatçılara örnek olarak Murat Yıldırım çakar gösterilebilir. Murat görüntüsüyle, yaptığı eserlerle sürrealist, dışavurumcudur.
Sürrealizm 1920’lerde çıkan ve insanın yaratıcı potansiyelini gerçekliğin veya rasyonalizmin kısıtlarından kurtarmaya çalışan avangart, öncü bir sanat hareketiydi.
Murat Yıldırımçakar rüyalarının kendine özgü gerçekliğini metallerle anlatan sanatçılardan.
1971 yılında doğan sanatçımız 1996 yılında heykel çalışmaya başlar. Uzun yıllar heykelle birlikte yürüttüğü matbaacılık ve grafik tasarım alanındaki çalışmalarını 2008 yılında sonlandırarak Senegal’in Dakar şehrine yerleşir. Burada ilk dönem heykel çalışmalarına esin kaynağı olan Afrika tribal (kabile) sanatını yakından inceleme ve Dakarlı sanatçılarla çalışma şansını yakalar. Türkiye’ye döndüğü 2013 yılından bu yana çalışmalarına kendi atölyesinde devam eder.
Son çalışmalarında Türkiye’den Senagal’e uzanan heykel macerasının izleri görülür.
Murat Yıldırımçakar Sıra Dışı Programı videosunda kendisini ve sanatını şu şekilde anlatır.
“Dünyada 8 milyar insan var, ihtiyaçları olmadığı halde, içlerinde ben de dâhil, bir sürü şey tüketebiliyoruz. Tüketime engel olamıyorsak geri dönüşüm yolları aramamız, bulmamız gerekiyor. Sanat bunun için gerekli.
Ben sanatçı ve insan olarak geri dönüşüme inanıyor ve bunu yapmaya çalışıyorum. Balıkla zinciri birleştirmemin sebebi… Çünkü bu zincirin yollarda geçen bir hayatı var. Zincirin bir yolculuğu var. Bir zincir 35-40 bin kilometre yol yapıyor. Balıkları da böyle düşünüyorum; denizlerde durmadan kilometrelerce yol yapan varlıklar olarak düşünüyorum. Hiç durmuyorlar. Motosiklet de böyle. Hayatımıza özgürlük katıyor. Balıklardaki özgürlüğü çok seviyorum.
Sanata ve sanatçıya destek vererek geleceğimizin aydınlık olmasını sağlayacağımıza inanıyorum. Çünkü geleceğimiz için, sanatın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dünyamızın gelecek nesilleri için, yapabileceğimiz şey, eğer tüketimi engelleyemiyorsak geri dönüşüm yoları aramamız gerekiyor. Bulmamız gerekiyor. Tekrar sanat için…”
Tüketimin sonunda atık maddelerin çokluğundan bahseden sanatçımız, geri dönüşüm yolları aramamızı öneriyor. Bu dileğini yerine getirmek için, sanatçıların en az kendisi kadar yaratıcı, enerjisi bol, tüm hayatını adaması gerekir. Sanatçıların hayatlarını incelediğimizde adanmışlığı görebiliriz.
Murat’ınki bir başka. O, atölyesine taşıdığı kilolarca hurdadan yüzyıllara, bin yıllara kalacak sanat eserleri oluşturuyor. O bilinçaltının dizginsiz işleyişinden ilham alan üretiminin peşinden koşuyor. Sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunuyor. Ne mutlu bu düşünceye sahip olanlara…
Diğer sanatçılar gibi o da âşıktır sanata. Onun için sanat ‘YAR’dır. O yârinden bir gün bile ayrı yaşayamaz. Ne Arzu ile Kamber, ne Tahir ile Zühre, ne Kerem ile Aslı, ne Leyle ile Mecnun Murat Yıldırımçakar’ın sanatına âşık olduğu kadar âşıktır aşka…
Dünya var olduğu sürece yüzlerce yazar anlatacaktır, Murat Yılmazçakar’ın sanatının hikâyesini, aşkını. O bir hikâyeye değil binlerce hikâyeye girecek kadar çoktur. Çünkü her yaptığı eserin içinde binlerce hikaye vardır.
Eserlerini oluştururken vücudundaki tüm elementleri harekete geçirir… Ateş, su, hava, toprak… En önemlisi de beşinci element olan ruhtur. O Mevlana gibi her şeyi ruhuyla sever.
Mevlana şöyle der: “Ben dostlarımı ne kalbimle ne aklımla severim. Olur ya kalp durur, akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim, çünkü ruh ne durur, ne de unutur.”
Murat Yılmazçakar metalleri ile yaşamayı çok sever. Gecesi gündüzü onlardan gelecek sese cevap vermekle geçer. Günlerce, günlerce arayıp bulmuştur o metalleri, atık maddeleri. Onun topladığı her metalin kaynak makinasında kaynayacak kadar özelliği olması yeterlidir. Gerisi onun yaratıcılığına bağlıdır.
Araba hurdalıklarından topladığı metal parçalarını izlerken, her obje ona göz kırpar ve şöyle der: “İyice bir bak bana; ben yapacağın kuşun, balığın, baykuşun, atın, horozun, aslanın gözü olabilirim, gövdesi olabilirim”. Artık hurdalar obje olmaktan çıkmış, canlanmıştır. Sanatçının düşünde, yapacağı kuşun veya balığın gözü, gövdesi olmuştur. O anda şekillenen düş, imkânsızı mümkün kılar. Hayal ürününün gerçek görünmesine olanak verir. O an düş, mantık krallığını devirme potansiyeline sahiptir. O anda çocukluk ve delilik halleri esin kaynağıdır. Çünkü o haller, görgü kurallarının getirdiği kısıtlamalardan kurtulmayı ve mantık karşısında içgüdülere öncelik verilmesini sağlar.
Eline aldığı kaynak makinesi onun kalemi, boyası gibidir. Yaptığı eser bulunduğu ortamın mekânını boşluğunu doldurur. Sanatçının rahat çalışabilmesi için, boşluğa, yani mekâna ihtiyacı vardır. Boşluk, istediği yönde hacim, derinlik, üç boyutluluk yanı sıra içsel hazzı da verir. Sanatçı kaynak makinesinin arkasından oluşturmakta olduğu eserini izler. Yavaş yavaş düşü şekillenerek, boşlukta yer kaplamaya, heykel olmaya başlar. Son noktayı koyduğu an o heykel bitmiştir.
Sergilediği topluma sunduğu anda, heykellerinin görkemi, dengesi, sağlamlığı, çokluğu, estetik güzelliği izleyiciyi içine çeker. Yaptığı aslanlar, balıklar, horozlar, kelebekler, kendine has ve özeldir.
Sanatçı duygunun gözle görülmeyen mikroskobik değişimlerinin, hayalinde şekle girmeye başladığı o kısacık anı, önce ruhunda hissetmekle yetinmiş. Eline aldığı kaynak makinesiyle hayatın üstüne eğilerek, ruhla bedenin birleşme vaktinin geldiğini, “evrenin bilmecesi” denilen şeyi hissetmiştir. En ufak bir algı ile en büyük gerçeğe ulaşmıştır. Çok çalışarak heykelini oluşturmuştur.
O, yaptığı her heykelde kalbinin ne istediğini anlamıştır.
O 52 yıllık yaşamına evrenleri sığdırmıştır. Yaptığı eserlerin çokluğu ve çeşitliliği hayallere sığmayacak denlidir. O, özel bir insan olmanın getirisini bilir ve ruhunu eğitir. Yumuşacık bir kalbe, yumuşacık bir ses tonuna sahiptir. Mütevazılığı da çokluğundan gelir. Eserleriyle çoktur, mütevazı ruhuyla çoktur.
Yapıtlarının çoğu neredeyse sfenkstir. O her heykelinde birçok hayvanı estetikgüzellik içinde birleştirmeyi bilir. Murat Yıldırımçakar’ın heykelleri canlıdır yaşarlar; hemen konuşacak, uçacak, yüzecek gibidirler. Mitolojide sfenkslerin kimileri kötülükleri simgelerken Murat Yıldırımçakar’ın heykelleri sevgiyi, bereketi, güzeli simgeler ve anlatır. Her heykeli binlerce metal parçasından oluşur. Bazen yalın haldeki figürleri başka hayvan figürleri tamamlar. Bazen bir heykel üzerinde veya çevresinde birçok hayvan ve obje görülebilir.
Murat Yıldırımçakar’ındüşünce gücü yalnızca beyninden kaynaklanmaz. Hayatı açık seçik kavrayan bir düşüncede olduğu için, varlığının tüm hayati özleri ve düşleri, düşüncesinin ta içine girmiş ve onu etkilemiştir. Bu coşku, yeni ürünler olarak bir bir ortaya çıkar. Gerçek, şu ki Murat Yıldırımçakar’a ait olan şeyler, ta içeride ruhunun derinliklerinde taşacağı anı beklemekteler. Topladığı geri dönüşüm metalleri gibi…
Murat Yıldımçakar atalarından getirdiklerini, Anadolu’da ve dünyanın birçok köşesinde, Afrika Senegal’de görüp incelediklerini içinde birleştirmiştir. Her yaptığı eserin içinde binlerce öykü vardır.
Onda nice güneşlerin ışığında ısınan, nice ülkelerin havasını soluyan bir ruhun varlığı hissedilir.Gelişmenin susuzluğunu duyan, yaşanmışlığın doyuramadığı, bıktırmadığıbir hayatın zenginliği hissedilir.Hayatla dolup taşan köpükler halinde dışarıya doğru akan ruh, artık kabına sığamaz.
Murat Yıldırımçakar son sergisini Ankara Kalesi Emin Antik Sanat Galerisi’nde açtı. Bu galeride heykellerinin yanı sıra resimlerini de sergiledi. Sanatçımız 20 yıldır resimle de uğraştığını, ancak o ana dek sergilememiş olduğunu söylüyordu. Ruhunu dinlendirmek ve heykellerine zemin olarak resim çalıştığını anlatıyordu.
Heykellerinde kullandığı metaller sanki yan yana gelerek, tuval üzerinde üç boyutlu halleriyle görünmekteydi. Heykellerinde nasıl yüzlerce metal çiviyi kullanmışsa, resimlerinde de yüzlerce çizgi ve doku vardı. İzlediğimiz resimler gerçeküstücülük, kendiliğindencilik ve doğaçlamanın, soyut dışavurumculuğun güzel örnekleriydi. Sanatçının benzersiz kişiliğini, duygularını yansıtan tamamen soyut çalışmalardı. Arada beliren figürler de,balıklar, horozlar, portreler bu çizgilerden payını alıyordu. Ayrıca silindirimsi formlar da üst üste gelerek ve yüzeye yaklaştıkça irileşerek, biçim ve renk katmanlarıyla derinlikler oluşturuyordu.Tabloları izleyeni düşündürürken sanatçısı ile bağ kurulmasına neden oluyordu.
Soyut dışavurumculuğun en önemli örnekleri bana göre Picasso’nun Guernica’sı ve Kandinski’nin saf soyutlama çalışmalarıdır. Alman göçmeni ressam Hans Hofmann yeni yerleşen akımın önde gelen öğretmeni ve kuramcısı oldu. Hofmann, sanatçının konuya odaklanması verine, kullanacağı araçları araştırması gerektiğine inanıyordu. Murat Yıldırımçakar’ın resimlerinde soyut dışavurumculuk kuramının tüm özelliklerini görebiliyoruz.
Çalışırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyen Murat Yıldırımçakar’ın matematik zekasını yapay zeka mühendisleri ölçseler, elde ettikleri verilerle yeni sanat akımlarının doğmasına neden olabilirler belki de. Ondaki zekanın, iş zekasına dönüşümünü ölçmek hayattaki başka problemlerin çözümüne de yardım edebilir sanki. O, genlerinde bulunan analitik zekâyı kullanarak eserlerini oluşturmakta ve izleyeni eserlerine hayran bırakmakta.
Güçlü, özgür, çocuk ruhlu sanatçımıza her zaman yolun açık olsun diyor, makalemi Murat Yıldırımçakar’ın dileği ile bitiriyorum: “Sanata ve sanatçıya destek vererek geleceğimizin aydınlık olmasını sağlayacağımıza inanıyorum.”
Yorum
Gülseren hanım kutlarım…
Gülseren hanım kutlarım güzel hir söyleşi olmuş Sanatçısı yeni ortaya çıktı sanki. Heykelde zirvelerde, resimde iyi biraz daha zaman gerekiyor. Çok başarılı. Sevgilerimle
Yeni yorum ekle