Farsça Edebiyatta İskender

Akademik

Farsça Edebiyatta İskender

Farsça edebiyatta İskender dinsel açıdan da önemli bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm sonrası Farsça edebiyatta İskender’in dinsel yüzü hem manzum ve hem mensur edebiyatın önemli temalarından biri olmuş, aynı zamanda İskender adı eksenli oluşturulan anlatılar Farsça seçkin eserlerde önemli yer edinmiştir. Söz konusu eserlerde İskender çoğu zaman bir peygamber seviyesine bile yükseltilmiştir. Bunun en önemli gerekçesi de bazılarınca gerçekte iki farklı kişilik olarak kabul edilen İskender ile Zülkarneyn’in bir tek bir ad ve tek bir kişilik altında toplanmasıdır. [1]

İskender konusundaki ilginçliklerden biri de, İskender’in iki farklı kişilik olarak birçok mensur ve manzum metinde yer almasıdır.  Bu iki tip çoğu zaman birbiriyle tamamen zıt ve asla uyuşmayacak şekilde işlenmektedir. Bu tiplerden biri onun bilindik tarihsel kişiliğidir. Öteki tipleme isi; gizemli, efsanemsi, bazen “İki boynuzlu” ya da “Zülkarneyn” diye anılan kişiliktir. İskender’in bu tarihsel kişiliği ile Zülkarneyn kişiliği örtüştürülmüş ve böylece iki farklı kişilik karıştırılarak tek bir kişilikte ilginç bir tip ortaya çıkarılmıştır. Çünkü bu iki birbirinden farklı kişiliğin huyları, yaratılışları ve davranışlarının birbiriyle asla bir ilgisi bulunmamaktadır. Bunlardan biri yarı delicesine macera peşinde koşan, gününü gün eden, içki ve eğlenceye düşkün olan bir kişiliktir[2]:

Kadınlarla aşk oyunları oynuyor

Kucak kucağa sarmaş dolaş eğleniyordu

Bu nedenle teni zayıf düştü

Tenini korumaya dikkat etmedi

Bu durum ilerledi. Bir gün doktor geldi ve

İdrarını inceledi, hastalığın sebebini buldu

Sonra da: “Kadınlarla çok oturup kalkmakla

Gençler bile yaşlanır, tenleri dayanamaz

Sanırım üç gece üst üste uykusuz kalmışsın

Konuş ve bütün olanları bana söyle!” dedi

Bazı eserlerde; Makedonyalı İskender’in despot bir hükümdar olduğu öne çıkarılır. Bu yönüyle İskender, kendini beğenmiş, şımarık bir dünya fatihi olarak ele geçirdiği şehirleri yerle bir eden, dinsel kitapları gibi kutsal metinleri bile yakıp ortadan kaldıran, o şehirlerin halklarını acımasızca kılıçtan geçiren İranşehr’i yıkıp yakan bu yüzden de Pehlevî dilindeki önemli eserlerden Kârnâme-yi Erdeşîr-i Babekân’da kendisinden “Lanetli İskender” olarak söz edilen bir kişiliktir. [3]

Öte yandan son derece gizemli ve sembolik bir adlandırmayla iki kişiliği taşıyan İskender-i Zülkarneyn, bilge, iyilik düşünen ve peygamberler arasında sayılan üstün nitelikli bir kişiliktir. Batınîlerin düşüncelerine göre bir “pir” olan ve düşkünlerin yolda kalmışların ellerinden tutan Hızır’ın kılavuzluğunda, karanlıklar ülkesine gitmekte ve orada hayat suyunu aramaktadır. Bu Zülkarneyn’den Kur’ân’da Kehf suresinde söz edilir ve hikâyesi de özet olarak aktarılır. Bu yüzden de Genceli söz ustası Nizamî, İskender’i üç temel özelliğiyle Şerefnâme’sinin baş kısmında bilgeliği, peygamberliği ve hükümdarlığıyla öne çıkarmaktadır. Diğer bazı şair ve yazarlar gibi Nizamî-yi Gencevî de, İskender’in değişik metinlerde sergilenen birbiriyle ters iki ya da üç kişiliğini bir tek kişilikte birleştirerek onun yirmi yedi yaşında peygamber olduğu kanısındadır. [4]

Bazıları onu taht taç sahibi bir hükümdar

Ülküler fatihi, belki dünya fatihi sanıyor

Bazıları onun divanından emirlerini

Hikmetle yazdılar fermanını

Bazıları ise temizliği ve dindarlığıyla

Onu peygamber olarak kabul ederler

Ben bilgelerin açtığı bu üç daneden

Meyveli bir ağaç dikip yetiştireceğim

İlkin hükümdarlık kapısını çalacağım

Ülkeler fatihi oluşundan söz edeceğim

Sonra hikmetle sözü süsleyeceğim

Zahmetle toparladıklarımı yenileyeceğim

Sonra kapısını peygamberlikle çalacağım

Çünkü Allah da ona peygamber der[5]

İskender’in zaferden zafere koşması, sonunda bir yeryüzü hükümdarı olarak ortaya çıkması ve bütün dünyaya ün salması, bir taraftan da onunla ilgili anlatımların simgesel anlatılarla dolmasına neden oldu. Burada dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan biri de, halk hikayelerinde ve Farsça edebiyatınönde gelen söz ustalarının eserlerinde İskender’in Fars ülkesi ve İran platosunda yaşayan, Farsça konuşan halkın kültürel zenginliği ve övünç kaynağı geçmişine bir çizgi çeken böyle bir kişiliğin neden bir ulusal kahraman ve bilge bir hükümdar ve daha da ileri gidilerek bir peygamber olarak kabul edildiği ve hemen bütün edebî yapıtlarda da böyle nitelendirilmesidir?! Zamanla İskender tiplemesi Farsça edebiyatın en önemli eserlerinde bir güç, saltanat ve adalet abidesi olarak ortaya çıktı, gerçek üzerine giydirilen efsane elbiseleri birçok şairin dizelerinde kendini yoğun olarak göstermeğe başladı. [6]

Mevlana:

Hızır değilsen, hayat suyunu arama

İskender değilsen önderlik yapma!

Elbette burada Mevlana örnek alınması gereken bir önder ve bir güçlü hükümdar olarak İskender’den söz ederken kastettiği kişilik, kafasında oluşturduğu özgün nitelikli İskender’dir, Makedonyalı İskender değil.

 Sadî de; İskender’i kendi bakış açısı ve kendi penceresinden bakarak değerlendirir; İskender’i, Tanrı’nın emirlerine uyan, aynı zamanda halkını ve yönetimi altındakileri de koruyan ve gözeten bir hükümdar olarak kabul eder. Bazen “ayaklarım, feleğin başının üzerindedir” sözleriyle kendisine, bazı zamanlar da değişik putlara tapan İskender değil.

Allahın kulu, kulların koruyucusu ol

Bu iki özelliği taşırsan İskender’sin sen[7]

İskender ile ilgili klasik Arapça ve Farsça kaynaklarda yer alan bilgiler, gerçeklerini asılsız olanlarından ayırma imkânı olmayan rivayetler, kahramanlık anlatıları, daha çok efsaneler ve hurafelerden oluşmaktadır. Muhtemelen bu rivayetlerin önemli bir kısmı eski İran’da Pehlevî dilinde kaleme alınan Dinkerd, Bundehişn ve Ardavirafnâme gibi eserler aracılığıyla ya da Pehlevî dili dışında dillerde yazılmış örneğin Yunanca ve Süryanice metinlerle günümüze ulaşmıştır.

Birinci grup kaynaklarda İskender her zaman ve her yerde, despot, yıkıcı, lanetli ve Ehrimen yanlısı olarak nitelenirken (Kârnâme-yi Erdeşîr-i Bâbekân, Ardavirafnâme, Şehristânhâ-yi İrân); ikinci grupta yer alan kaynaklar ise İskender’in ölümünden birkaç yüzyıl sonra yunan toprakları dışında dünyanın değişik yerlerinde Yunanca olarak kaleme alınmış daha sonra da Pehlevice, Arapça ve Süryanice gibi dillere çevrilmiştir. Özellikle bu tür kaynaklardaki rivayetlerde İskender; hep olağanüstü özelliklerle nitelenmektedir. Örneğin: düşman ordularını darmadağın eden, yeryüzü Hükümdarı, akıllı, bilge, dindar, Allah’ın dinini insanlara ulaştıran bir peygamber olarak tanıtılmaktadır. İranlıların bütün bu hikâyelerde sonradan eklemedikleri en önemli şey de Firdevsî’nin Şahnâme’sinde de aktarıldığı gibi Darâb’ın Filikos’un kızıyla evlendiği, ancak kızın kötü ağız kokusu nedeniyle babasına geri gönderdiği, bu birliktelik sonrasında İskender’in bu kızdan dünyaya gelmesi ve sonuçta İskender ile Darâ’nın kardeş olmalarıdır. [8]

Müslümanlar arasında İskender biyografisiyle ilgili olarak önemli konulardan biri de onun, Zülkarneyn ile karıştırılması, çoğu zaman da hem dinsel ve hem de edebiyatla ilgili kaynaklarda aynı kişilik olarak kabul edilmesi ve o ikili kişiliğiyle işlenmesidir. Bu konuda birbirinden farklı görüşler vardır: Kur’ân’da kendisinden söz edilen Zülkarneyn’in birtakım kaynaklar hiç tereddütsüz İskender ile aynı kişilik olduğunu, İran Hükümdarı Darâ ile savaşanın da o olduğunu söylerlerken; bazı kaynaklar da I. Zülkarneyn/Büyük Zülkarneyn ve II. Zülkarneyn /Küçük Zülkarneyn diye iki Zülkarneyn’in varlığından söz ederler.[9] I. Zülkarneyn’in İbrahim peygamber ile birlikte aynı çağda yaşadığı, hayata suyunu aramaya gittiği kabul edilir. Kur’ân’da adı geçen II. Zülkarneyn ise Musa Peygamber’den sonra yaşamış, işte bu Zülkarneyn’in İskender olduğu “Makedonyalı İskender” ve “İskender-i Rumî”, “İskender-i Yunanî”  diye tanındığı belirtilmiştir.[10]

Zülkarneyn hikâyesinde de kendi içinde ve özellikle İskender hikâyesiyle çok benzer bir içerikte olması ve bazılarınca aynı kişinin hikayeleri olup olmaması açısından birtakım cevaplandırılması gereken soru işaretleri vardır. Zülkarneyn’in kahramanı olduğu olağanüstü olaylar konusunda Kur’ân yorumcuları böylesi olağanüstülüklerin yaratıcının gücü karşısında son derece normal ve küçük şeyler olduğu inancını taşırlar. Zülkarneyn’in gerçek adı Kur’ân’da geçmez. Çoğunluk tarafından Kur’ân’da zülkarneyn adıyla geçen kişinin İskender olduğu kabul edilse de bu konuda başka ihtimaller de göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda Musa Peygamber ile arkadaşlık ederek yolculuğa çıkan, adı verilmeden Kur’ân’da “İyi kul”[11] nitelemesiyle anılan ve kim olduğu kesin bilinmeyen kişinin de Hızır olduğu kabul edilmektedir. İskender, Zülkarneyn, İskender-i Zülkarneyn, Musa peygamber ve hayat suyu kapsamında Hızır’ın İskender ya da Zülkarneyn  ile yaşadıkları da özellikle edebî eserlerde önemli ölçüde yankı bulmuştur. [12]

Eşsiz bir güç sahibi oluşu ve olağanüstü özellikleriyle tarih sahnesinde yerini almış olan İskender, edebiyat alanında da çok değerli, üstün nitelikli, cömertliği, cesaret ve yürekliliği, savaş meydanlarındaki yetenekleri, aslanlarla savaşabilir özellikleriyle dünyaca bilinen, zaferden zafere koşan orduları; Hata’dan, Hoten’den, Hindistan’a, Sind’e kadar her bölgeyi egemenliği altına almış bir hükümdardır. [13]

Fahreddîn Razî, Zülkarneyn konusunda önemli tespitlerde bulunur: “O, Yunanlı İskender Filibos’un oğludur. Kur’ân, Zülkarneyn adındaki o padişahın ülkesinin; batının en uç noktasına, doğunun en uzak noktalarına kadar uzandığını gösterir. Onun mülkü Kuzeyde de en uzak bir yere kadar uzanıyordu. Yecüc Mecüc’ün Kuzey’in en uzak noktasında yerleşmiş olmalarıdır. Kur'ân’da bahsedilen o seddin, tarih kitaplarında Kuzeyin en uzak yerlerinde yapılmış olduğu söylenir. Buna göre Kur'ân’daZülkarneyn diye bahsedilen bu insanın, mülkünün doğu-batı ve kuzeyin en uç noktalarına kadar dayandığını onaylamaktadır. Yeryüzünde bayındır olan bütün yerler, bunlardır. Böylesine yaygın bir mülkün, olağanüstü bir şey olduğunda şüphe yoktur. Böyle bir mülkün sahibi bir kralın adının, uzun zaman hatırlarda gizli ve bilinmez olarak kalmasa gerek. [14]

Tarih kitaplarında; böylesine ün kazanmış bir hükümdarın, sadece İskender olduğu bir gerçektir. Babası ölünce o, küçük küçük Rum krallıklarını emri altında bir araya topladı, sonra da batının bütün krallarını emri altına aldı, sonra Mısır’a dönüp, İskenderiye şehrini kurdu ve oraya kendi adını verdi. Daha sonra Şam’a girdi ve ardından Beyt-i Makdis’e geldi ve orada kurban kesti. Sonra Ermenistan’a yöneldi. Böylece Iraklılar, Kıptiler ve Berberiler ona boyun eğdiler. Daha sonra da Darâb oğlu Darâ’nın üzerine yürüdü ve onu defalarca yendi. Sonunda özel koruması, Darâ’yı öldürdü. Böylece İskender, İran’ı da ele geçirdi. Sonra Hindistan’a ve Çin e yöneldi, uzak bölgelerdeki milletlerle savaştı. Sonra Horasan’a döndü. Pek çok şehirler kurdu. Irak’a geldi ve Şehrezûr’da hastalandı ve orada öldü. Bütün bunlardan hareketle Zülkarneyn´in bütün dünyaya yahut dünyanın tamamına yakın kısmına sahip olmuş bir kral olduğu Kur’ân ayetleriyle onaylanması ve tarih kaynaklarına göre de, bütün bu özellikleri taşıyan kral İskender olduğuna göre Kur’ân’da, Zülkarneyn diye bahsedilen bu kişi ile Yunanlı Filibos’un oğlu İskender´in kastedildiğini kesin olarak söylemek gerekir. [15]

Tarihsel gerçeklerin varlığı bir tarafa bırakıldığında, kesin ve net olan bir diğer gerçek durum da şudur: klasik çağlardaki il örneklerinden günümüze Farsça roman edebiyatında, dünyanın en geniş ve en zengin Farsça şiir kültürü ve şiir repertuarında, Farsça tasavvuf edebiyatında Makedonyalı İskender ile Kur’ân’ın Zülkarneyn’i öylesine iç içe girmiştir ki birbirinden ayrılmaları imkânı artık yoktur. Zaten bunları ayırmanın ne gereği ve ne de yararı vardır. Burada asıl önemli nokta; manzum ve mensur Farsça edebiyatın görece alabildiğine geniş bir alanında bütün kurgulamalar bu iki kişiliğin bir tek kişi olduğu algısı üzerine kurulmuş ve yaratılmış olmasıdır. Gerçekte edebiyatçılar ve şairler de bunları birbirinden ayırma gereği de duymamışlardır. Onlar için önemli olan da; söz konusu rivayetlerde ikili İskender algılaması temeli üzerine yeni sözcükler, bileşikler, kavramlar ve terimler, bediî şiir sanatları oluşturmalarıdır. [16]

İskender haberlerinin Farsça edebiyat üzerindeki etkisi iki koldan gelişmiştir. Birincisi bu konuda İskender’in başrolde olduğu, temel tiplemeği simgelediği bağımsız manzum ve mensur eserlerin oluşturulması. İkincisi de bu konu ve bu içerik kapsamında yine İskender’in/Zülkarneyn bütün davranışlarda, özelliklerde, nitelemelerde, dünyaya bakış ve değerlendirmelerde temel öge ve çekirdek sözcük olarak yer aldığı yeni kelimeler, bileşikler, tamlamalar, benzetme tamlamaları, mecazlı, istiareli kelimeler/kelime gruplarının yaratılması ve gerek şiir ve gerek nesirde kullanılmasıdır. Özetle Farsça edebiyatta İskender Zülkarneyn, Zülkarneyn ise İskender’dir. Hızır İskender’in beraberinde bir arkadaşı olarak karanlıklar ülkesinde hayat suyunu aramaya gitmekte, nerede olduğu bilinmeyen ünlü İskender seddi Çin’de kolaylıkla bulunabilmektedir. Kan döken İskender, yiğitlik simgesi, delikanlılık yumuşak huyluluk ve bağışlayıcılık sembolü olmakta, hayat suyu çeşmesi ve İskender’in aynası tarihsel gerçekler olarak karşımıza çıkmakta ve böyle bilinmektedir. Bundan daha da ötesi ve daha da önemlisi, özellikle sufî edebiyat dalında en önde yere alan büyük ve ünlü şair ve yazarlar, İskender konusundaki rivayetlerden önemli ölçüde yararlanarak en derin tasavvufi konularda ve derinlikle mistik düşüncelerinde Farsça edebiyatın zenginliği ve kapsamlılığını artırmaktalar. [17]

İskender’le ilgili rivayetlerin ne zamandan beri şairane ya da şairane olmayan düşüncelerin ve duyguların açıklanmasında, dillendirilmesinde bir araç olarak kullanılmaya başlandığı konusunda kesin bir bilgi bulunmaz. Ancak İskender’e ilk işaretler, ilk telmih türü değinmeler gördüğümüz dizeler Ebu’l-Hasan Şehîd-i Belhî (ö. 936) ile Dakikî’nin (ö.978) şiirlerinde görülmektedir. Bunlardan sonra İskender ve İskender eksenli şiirsel birikimi yoğun olarak şiirlerine alan ilk şairler de Ferruhî-yi Sistanî (ö. 1037) ile Unsurî-yi Belhî (ö.1039)’dir. Bu şairlerden sonra günümüze dek İskender, üstün nitelikli, olağanüstü özelliklerle donanmış bir tipleme olarak, ya da hep benzetilen, örnek ve simge olarak gösterilen bir kişilik olarak çok sayıda şairin şiirlerinde yoğun olarak yerini almakta, klasik dönem şairlerinin dizelerinde İskender’e işaretler yoğun olarak göze çarpmaktadır.[18] Ferruhî’nin bir ünlü kasidesinin atasözü haline gelmiş matlaı XI. yüzyıl öncesinde İskender hikâyelerinin her yerde yaygın olduğu ve yoğun olarak dilden dile dolaştığını göstermektedir:

Efsaneleşti, eskidi şimdi İskenderhikâyesi

Yeni söz söyle; başkadır tadı çünkü yeninin!

Eskimiş efsane ve yalan defterleri

İşine yaramaz, git yalan için güç harcama

Farsça şiirde İskender literatürünün belki de en çok kullanıldığı münasebetlerden biri de; şairlerin memduhlarını övdükleri anlardır. Örneğin Ferruhî, Gazneli Mahmud’un Hindistan seferlerinden söz ettiği yerlerde otuzdan fazla yerde İskender ve onun yaptıklarını konu alan girizgah yapmıştır. Gazneli Mahmud, bütün bu şiirlerde İskender gibi zaferden zafere koşarak dünyayı gezmektedir. Ülke yönetiminde alabildiğine başarılı, ordu sevk ederek savaş meydanlarında, zafere erişmede İskender’den çok çok öndedir. İskender Çin’den dönüş yolunda Ceyhun’dan geçmede çaresiz kalmakta, Gazneli Mahmud bir hafta süresinde o aşılmaz ırmak üzerine öyle bir köprü kondurmaktadır ki, sanki o köprü dünya yaratılalıdan beri oradadır. [19]

Genel olarak bakıldığında övgü şiiri yazan medhiye şairlerini ve diğer türlerde şiir yazan şairlerinde içlerinde yer aldığı birçok şair, İskender’e ait ya da onunla ilintilendirilen rivayetleri kullanarak, onlar üzerinde kafa yorarak çok sayıda kavram, ifade, benzetme ve telmih oluşturmuş ve bunları dizelerinde ustaca kullanmışlardır:

“Hikmet-i İskenderî”, Suzenî-yi Semerkandî

“Sedd-i İskenderî”, Ezrakî-yi Herevî

“Sedd-i İskender”, Furuğî-yi Bestamî

“Âyine-yi İskenderî”, Evhadî-yi İsfahanî

“Âyine-yi Sikender”, Hâfız-i Şirazî

“Çeşme-yi Hızr”, Zahîr-i Faryabî

“Omr-i Hızr”, Hâfız-i Şirazî, Hacû-yi Kirmanî

“Hızr u Ab-i Heyvân”; Sâib-i Tebrizî

“Çeşme-yi Heyvân”, Attâr-i Nişaburî, Sâib-i Tebrizî

“Kısse-yi İskender ve Darâ”, Hâfız-i Şirazî

“Genc-i darâ ve Mulk-i İskender”, Sâib-i Tebrizî

“Yecüc-i Kufr”, Sadî-yi Şirazî

“Yecüc-i buhtân, Enverî

“Yecüc-i fitne”; Selmân-i Savecî

“Bâ darâ bûden u dil be Sikender dâşten”, Suzenî-yi Semerkandî

Genel olarak medhiye/övgü şairleri, dizelerinde örneğin memduhlarını büyük İran hükümdarları Cemşîd ile Feridun’dan, İskender’den çok çok daha büyük olarak görür; Darâ’nın ululuğu ve İskender’in bilgeliğinin, övdükleri kişiliklerde layıkıyla var olduğunu vurgularalar. XI. yüzyılın son dönemleriyle VI. yüzyılın ilk yarısında yaşamış şairlerden Ezrakî-yi Herevî (ö.1072) memduhunu övgüsünde o denli ileri gider ki; “onun cömertliği, İskender’in istedikleriyle aynıydı”, “onun en küçük emri, bir İskender seddiydi” der. Yine genel bir değerlendirmeyle övgücü şairler, teşbih sanatında memduhu ya İskender ya İskender gibi, ya II. İskender ya da ondan daha üstün olarak kabul etmekte ve öylesine bir makama eriştirmektedirler. Katran-i Tebrizî(ö.1072) bir övgü şiirinde: “Senin düşmanın başına getiridiğini, İskender de Darâ’nın başına getirmiştir” diyerek övdüğü kişiyi alabildiğine yücelere çıkarmaktadır.[20]

 İskender’e en çok değinen ve onu birçok yönü ve özellikleriyle “Sikender sehâ”, “İskender mekân”, “Sikender cenâb”, “İskender binâ”, “İskender-i âteşsinân”, “Hızr-i Sikendernişân”… gibi gerek görece sade ve anlaşılır alışılagelmiş teşbihler ve gerek karmaşık, zor anlaşılır istiareler ve teşbihlerle şiirlerinde yer veren Hakanî-yi Şirvanî(ö.1199)’dir.

Zahir-i Faryabî’nin (ö. 1201) memduhu olan hükümdarın ordusu düşmanın arkasından savaşa giderken karşısında “İskender seddi” yoktur. Evhadî-yi Merağeî’ye (ö. 1337) göre; “İskender’in aynası, onun memduhunun görüşleri ve aydınlığından ışık almaktadır”. Mesud-i Sad-i Selman(ö.1121), “memduhunun evreni gezmesini; İskender’in evrenin her köşesini gezip dolaşmasına” benzetir. Selmân-i Savecî(ö. 1376), övdüğü hükümdarın kılıcını “Fitne Yecüc’ü karşısında İskender’in seddi” olarak niteler. Hacû-yi Kirmanî(ö.1353), Darâ ile İskender’in karşılaşması hikâyesine ince bir işaretle, kendi memduhunu överken şunları söyler:

 

O, Darâ gibi bütün görkemiyle meydana çıktığında

İskender seddi onun korkusundan titremeğe başlar.

Önceleri klasik dönem şairleri tarzında övgü şiirleri söyleyen Meliküşşuarâ Bahâr(ö.1951) da İskender ve İskender ile ilgili oluşturulan literatürü yine klasik şairler tarzında kullanarak bir kasidesinde ulusal meclisin kurulması münasebetiyle Muzafferüddin Şah'ı; “güçlü elleriyle bin tane İskender seddini yıkıp aşacak bir kişilik” olarak övmektedir. Bunun dışında Bahâr diğer kasidelerinde de tarihî olayları anlatırken İskender’den söz eder, onun birtakım özelliklerini öne çıkararak ulusunun geçmişinde yaşanmış önemli gelişmeleri hatırlatarak ulusunu uyandırmayı hedefler. [21]

Bazı şairler de; “gecenin her tarafı karanlığıyla kaplaması”, “güneşin doğması”, “kapkaranlık gecelerde yıldızların her tarafı ışıldatması” ve daha başka benzeri konularda yine İskender eksenli zengin repertuardan ilham almışlardır. Ferruhî-yi Sistanî (ö. 1037), “gecenin karanlığını”, “İskender’in ordularını sevk etmesine”; Nasır-i Husrev (ö. 1088), “geceleyin gökyüzündeki yıldızların parıldamasını”, “İskender’in karanlıklar içerisinde yıldız gibi doğmasına” benzetmektedir. Amak-i Buharî (ö. 1148) güneşin dağların doruklarından yükselerek çıkmasını, “İskender’in otağına yakut bir şemsiye çekilmesine” benzetiyor.

Yine şairler, sürekli mal mülk biriktiren ve hiç doymayan, hep daha fazlasını isteyenleri uyarma amacıyla İskender serüveni ve onunla ilgili rivayetlerden yararlanmışlardır: örneğin; bu dünyadaki saltanat ve dünya malı sonunda mal ve mülke aşırı düşkün olanlara vefa göstermeyecek. Gelen herkes buradan göçüp gidecek, dünya kimseye sonsuz bir sevgi göstermeyecek.

Firdevsî:

Nereye gitti ünlü İskender?

Dünya onunla alt üst olmuştu ya!

Cemaluddîn isfahanî (ö. 1192)’ye göre; “İnsanoğlu İskender de olsa, Karun da olsa bu geçici dünyadan hiçbir şeyi alıp da beraberinde götüremeyecektir.” Sadî-yi Şirazî, “İskender ölüm döşeğindeyken bütün dünyanın hükümdarıydı yeryüzünün tamamını verse bile bin an ömrünü uzatamazdı” derken, Hâfız-i Şirazî de; “Ne Hızır’ın sonsuz ömrü kalacak ve ne de İskender’in mülkü kalacak, bu dünya için kavga etmeğe değmez. Çünkü buradan hiç kimse hiçbir şey götüremeyecektir” der. Unsuru’l-Mealî’nin (ö. 1098) aktardığına göre; İskender; kendisini tabuta koyduklarından ellerini açık olarak tabutun dışına çıkarmalarını; insanların “Bütün dünyayı aldık ama eli boş gidiyoruz”u görmelerini istemiştir.

Serhoş:

Sakın feleğin sevgisine güvenme, bu gaddar

Darâ’nın yüreğini yarar. İskender’in başını kırar

Pejmân-i Bahtiyarî:

Ne zamana dek İskender ve Darâ’dan söz edeceksin?

On günlük ömrün bu kadar efsanesi olamaz!

İnsanoğlu için yaratıcı tarafından belirlenen yazgı asla değiştirilemez. Her insanın ömrü ve dünyadan payına düşen önüne konulmuştur. 

Sâib-i Tebrizî:

Kısmetsiz eli boşlara ergin kılavuz ne yapsın ki

Hızır, hayat suyundan susuz getiriyor İskender’i!

Diğer taraftan çalışıp çabalayarak kendini harcayan, ancak kazandıklarını başkasının yediğine en iyi örnek de yine İskender ile Hızır’dır:

Bunların yanı sıra çok sayıda ahlakî hikâye, hikmet ve öğüt ya İskendere ait ya da ona nisbet edilerek veya onun kişiliği etrafında oluşturulmuş olarak Farsça metinlerde aktarılır: İskender’in genellikle filozoflarla, bilge kişiliklerle oturup kalktığı, ölümünden sonra tabuta konulan cansız bedeniyle söz konusu kişiliklerin bir kısmının konuştuğu gibi kayıtlar da oldukça düşündürücü ve öğreticidir. [22]

 Firdevsî bu sözleri İskender hikâyesinin son kısmında aktarmaktadır. İskender ile ilgili birtakım hikâyeler Nasîruddîn-i Tusî’nin (ö. 1274) kaleme aldığı ahlak konulu önemli klasiklerden Ahlâk-i Nâsırî adlı eserinde aktarılır. İskender’e: “Babanı mı, hocanı mı daha çok seversin?” diye sorulduğunda o şöyle cevap verir: “Hocamı, çünkü babam fani varlığımın nedeni, hocam ise sonsuz hayatımın sebebidir. Babam beni göklerden yere indirdi, hocam ise yerden göklere çıkaracaktır” diye cevap verir. [23]

Sadî’nin Gülistan’ındaki şu hikâye dikkat çekicidir:

İskender’e: “Doğu ve batı ülkelerini ne ile ele geçirdin? Senden önceki kralların hazineleri, ömürleri, mülkleri ve orduları seninkinden fazlaydı. Ancak onlara böyle fetihler nasip olmadı?!” diye sorulduğunda o şöyle cevap verdi: “Güçlü ve ulu Allah’ın desteğiyle; aldığım ülkelerin halklarını incitmedim. Hükümdarların adlarını her zaman iyilikle andım.”[24]

Hafız:

İskender’in istediği ve dünyanın vermediği

Senin cana can katan kadehinin berrak suyundun bir yudumdu

Ne Hızır’ın ömrü ne İskender’in mülkü kalacak

Bu alçak dünya için kavga etme derviş!

Mevlana:

Gel güneşin doğduğu yere İskender isen eğer

Ondan sonra nereye gidersen güçlüsün

Nizamî-yi Gencevî :

Sen de o aynaya baksan

Ele geçirirsin İskender’in aynasını

Felek göz göre yere nasıl da zulmeder

Baksana; İskender Darâ’yı kasteder!

Akıllı ve bilge olan İskender bile

Devlet gücüyle yeryüzü hükümdarı oluverdi!

Gel saki o karanlık renkli toprağı

bul da; hayat suyu nu ele geçir

O zülal gibi suda bak bana da

bu hayatımı daha da canlandır benim

Görmüyor musun bu altın anahtarlı kilitten

Karanlıkta çıkar mücevherler ortaya?

Gizli saklıda ne kadar çakı aradı suyu da

Bir türlü susuz dudaklarına erişemedi su

Elindeki ışıldayan mücevheri kaybetti de

Gördü Hızır onu ve aradığını buluverdi

Hızır pınarına erişip tanışınca onunla

İki gözü birden parıldayıverdi

Hızırgizemlilikten bir haber öğrendi

İskender pınara erişemedi

Öfkesinden değil, nasipsizliğinden

Gizlendi pınar gibi onun gözünden!

Hacû-yi Kirmanî:

Ayağının tersiyle Hızır gibi İskender mülkünü itti

İki dünyayı da terk etti ve hayat suyunu kaybetti

Şiirlerinde son derece derinlikli mistik, sosyal ve didaktik temalara yer veren İran’ın en büyük kadın şairlerinden biri olarak bilinen Pervîn-i İtisamî (ö. 1941), İskender, Darâ, bu iki büyük hükümdarın mücadeleleri, hayat suyu ve bu eksenli temalara dizelerinde sık sık yer vermektedir:

Ruh kurdu bilgi çadırını, ten değil

Hızır sonsuza dek diri oldu, İskender değil!

Senin yolun geçidinde zaman bir vurguncuydu

Bilgisizliğinden yükünü hep ağırlaştırıyorsun

Eğer gönlünün incinmemesini istiyorsan

Halkın yüreğini sebepsiz yere neşterleme!

Her gül bahçesinde kendini ateşe atma

Ateş herkese gül bahçesi olmaz!

Sana pay edilmemiş rızkı çalışarak isteme

Kimsenin payını yiyemezsin, İskender bile olsan!

İskender ile Darâ hikâyesi bir taraftan birbirleriyle sürekli savaşan ve sonunda birinin yenilgiye uğrayarak öldüğü iki güçlü hükümdarın serüveni, bir taraftan da Darâ’nın en yakın adamları Mahyâr ve Canuşyâr’ın, kendisine karşı vefasızlıkları, daha da ötesi ihanetlerinin bir öyküsüdür. Tarih kitaplarının aktarımlarına göre; bu iki yakın koruması hükümdarları Darâ’yı İskender’e parayla sattılar. Darâ çetin bir savaş sonucu İskender’e esir düşmeden, onun tarafından ele geçirilmeden kendi kıymet bilmezlerince haince öldürüldü. Bu yüzden de Hâfız-i Şirazî iki hükümdar arasındaki savaşlardan daha çok Darâ’nın söz konusu iki vefa bilmeyen korumasının bu ihanetini öne çıkarır. “İskender ve Darâ hikâyesini okumamışız” derken; tam tersine bu hikayeyi en ayrıntılarıyla bildiğini ancak bu öykünün bir vefasızlık örneği olması nedeniyle kendi çevresinden, havasını teneffüs ettiği alanlardan bütün bu her türlü vefasızlık, hoş olmayan, beğenilmeyen ve ihanet şaibesini uzaklaştırmak ve temiz bir alan oluşturmak amacını gütmektedir. Zaten dizenin ikinci mısraından anlaşılan da şudur: “Bize sevgi ve vefa hikâyesi dışında hiçbir şey sorma![25]:

Akıl tabibin defterinde aşk bölümü yok ki

Ey gönül derde alış artık ilaç adı sorma!

İskender ve Darâhikâyesini okumamışız

Bize sevgi ve vefa hikâyesi dışında hiçbir şey sorma!”

 

 

 

[1] Kedkenî, Mantıku’t-tayr-i Attâr, s. 770-71.

[2] Kezzazî, Mîr Celaluddîn, “Do Çehre-yi İskender Der Edeb-i Îrân”, Keyhân-i Ferhengî, sayı: 96 (Tahran 1372 hş.), s. 55.

[3] Kezzazî, Mîr Celaluddîn, “Do Çehre-yi İskender Der Edeb-i Îrân”, Keyhân-i Ferhengî, Tahran 1372 hş., sayı: 96, s. 56.

[4] Kezzazî, Mîr Celaluddîn, “Do Çehre-yi İskender Der Edeb-i Îrân”, Keyhân-i Ferhengî, Tahran 1372 hş., sayı: 96, s. 56.

[5] Nizamî-yi Gencevî, Şerefnâme, “Talîm-i Hızr Der Goften-i Dâstân”, s. 31.

[6] Mutemen, Zeynülabidîn, Tahavvul-i Şir-i Farsî, s. 156; Sıdkî, Muhammed Osmân, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, Âyende, Tahran 1370 hş., XVII/5-8, s. 422.

[7] Sadî-yi Şirazî, Külliyât-i Sadî, Kasaîd, Kaside: 55 “Der Pend u Enderz”, s. 345.

[8] Dineverî, Ahbâru’t-tıvâl, s. 53; İbn Esîr, I, 283; Keyvânî, Mecduddîn, “İskender”, DMBİ, VIII, 350.

[9]Mirhând, Ravzatu’s-safâ, I, 640; Hândmîr, Habîbu’s-siyer, I, 209.

[10] Fahreddîn Razî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXI, 163; Mirhând, Ravzatu’s-safâ, I, 640.

[11]Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tâbi olayım mı?" Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın. Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?!" Mûsa dedi ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim." Kehf (18): 65-69.

[12] Zerrînkûb, Der Kalemrov-i Vicdân, s. 380.

[13] Mirhând, Ravzatu’s-safâ, I, 640.

[14] Fahreddîn Razî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXI, 163.

[15] Fahreddîn Razî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXI, 163-64.

[16] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 404.

[17] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 404.

[18] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 404-05.

[19] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 404-05.

[20] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 405.

[21] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 405.

[22] Keyvanî, Mecdüddîn, “İskender Der Edeb-i Fârsî”, DZEF, I, 406.

[23] Nasîruddîn-i Tusî, Ahlâk-i Nâsırî, s. 271;  Mirhând, Ravzatu’s-safâ, I, 664;

[24] Sadî-yi Şirazî, Gulistân-i Sadî , Birinci bâb, s. 85.

[25] Mevlayî, Muhammed Server, Tecellî-yi Ustûre Der Dîvân-i Hâfiz, s. 204.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.