Thomas Hobbes'ta Doğa Durumu, Toplumsal Sözleşme ve Devlet
Acar Kutay*
Birbirini tanımayan bir grup insan ıssız bir adaya düşerse hayatlarını nasıl idame ettirirler? Aralarında çıkan anlaşmazlıkları nasıl çözerler? Bir lidere ihtiyaç duyarlar mı? Bir otoritenin olmadığı bir ortamda insanların hangi psikolojik özellikleri ön plana çıkar?
Bir dönemin populer dizisi olan Lost’tun tutulmasının önemli bir nedeni yukarıdaki soruları ve daha nicelerini büyük bir ustalıkla işlemesidir. Bir an, bu tarz kurgu dizi ve filmlerlerde ele alınan psikolijik ve felsefi soruları ölçek büyüterek devlete uyarladığımızı düşünelim. İnsanlar devlet kurumuna neden ihtiyaç duyarlar? Böyle bir otoritenin en önemli işlevi nedir? Devlet kurumu olmasaydı insalar arasındaki ilişkiler nasıl şekillenirdi? Mesela, adaya düşen bir grup insanın daha kalabalık bir grubun üyeleri olduğunu farzedelim. On yerine on bin kişinin bir adaya düştüğü durumda insanlar bir devlet kurar mıydı?
Bu soruları göz önünde bulundurduğumuzda, Thomas Hobbes’un (1588-1679) metinlerinin neden hala güncelleğini koruduğunu anlayabiliriz. Öncelikle, Hobbes’un doğa durumu ve toplumsal sözleşme üzerine öne sürdüğü fikirler siyaset felsefesi üzerinde günümüze dek uzanan derin bir etki bırakmıştır. Hobbes, kaos ve insanlar arasındaki güvensizlikten doğan (ya da doğması her an muhtemel olan) şiddeti bertaraf etmek için bir siyasal düzen kurmanın ve otoriteye itaatin gerekliliğini vurgular. Farazi bir kurguyla; insanlığın devlet fikri ortaya çıkmadan önce içinde bir doğa durumunda bulunduğu, ancak herkesin herkese kaşı bir savaş halinde bulunduğu bu durumdan sivil (medeni) bir topluma geçme isteğinin, bir siyasi otorite kurma zaruriyeti getirdiği iddasında bulunur. Doğa durumundan ehlileştirilmiş bir topluma bir sözleşme vasıtasıyla ulaşılır. Hobbes, kendi döneminde hakim teolojik öğretilere karşı çıkarak devletin ortaya çıkışını ve siyasi otoriteye itaati rasyonel bir çerçevede açıklayan bir düşünce sistemi geliştirdi. Hobbes'un fikirleri hem kendi ülkesinde hem de diğer ülkelerde derin bir etki yarattı. Leviathan genellikle onun başyapıtı olarak kabul edilir.
Thomas Hobbes bir Anglikan rahibinin oğluydu. On beş yaşındayken Oxford Üniversitesi'ne girdi. Skolastik felsefe eğitimini beğenmedi, ancak tamamlamayı başardı. İşi nedeniyle sık sık kendi ülkesinin dışında kalıyordu. Parlamento savunucuları ile kralın yandaşları arasında yaşanan iç savaş sırasında İngiltere'de değildi. Hobbes kralı destekliyordu. Bu yüzden püritenler onun düşüncelerinden hoşlanmadılar. Fransa'da özgür olacağını düşünerek oraya taşındı. Bir müddet sonra, siyasetle uğraşmayacağına söz vererek İngiltere'ye döndü. Ardından teorik çalışmalarına devam etti. Krallık bir kez daha iktidarı ele geçirdiğinde Hobbes popüler oldu; ancak, bu çok uzun sürmedi.
Hobbes, siyasetin temelini olan iktidar kurma problemini başyapıtı Leviathan'da açıklar. Hobbes'un önerileri, "genel bir bilimsel veya metafizik teoriye değil, bireyin kendi kendini tanıması ve kendi kendini incelemesiyle derinleştirilen ve doğrulanan insan bilgisine dayanır." Hobbes’a göre, insan doğası gereği ne sosyal ne de politiktir.
Eşitlik
Leviathan'da Hobbes, insanların eşit olduklarını öne sürer. Doğa durumunda kişiler arasındaki güvensizlik eşitlikten kaynaklanır. Bunun nedeni, herkesin ulaşamadığı şeyi arzu etmesi sonucu insanlar arasındaki düşmanlığın artmasıdır. Bazı kişiler, hayatta kalabilmek için ve bazen de sadece zevkleri için güç empoze etmeye çalışırlar. İnsanların hayatlarını tehdit edenlere karşı harekete geçmeleri hayatta kalmalarının tek yoludur. Doğa Yasası buna izin verir.
Hobbes’a göre, iki kişi arasındaki yetenek ve zihinsel kapasiteleri arasındaki fark, fiziksel güçleri çok arklı olsa da, büyük değildir. Fiziksel gücü en zayıf olan kişiler, her zaman daha güçlü olanın tehdidi altında olan veya aynı türde bir tehdit hisseden diğer insanlarla ittifak kurabilir. Karşılığında, en güçlüleri bile yenecek kadar güçlü olabilirler. Ayrıca Hobbes, insanların zihinsel yetenekleri açısından da eşitlikçi bir konum sunmaktadır. Birisi bu tür bir eşitliğe inanmıyorsa, bu onun kibirinden kaynaklanır. Hobbes’a göre, insanın doğası, insanların kendilerinden daha zeki birini düşünmelerine izin vermez.
Savaş Durumu
Bir toplumda, tüm bireylere otoritesini kabul ettirebilen üstün bir güç yoksa insan doğa durumundadır. Bu güç, Hobbes’a göre devlettir. Doğa durumunda devletin yokluğu ise bir savaş durumunun hakim olmasına neden olur. Bu herkesin herkese karşı savaşıdır. Hobbes'un doğa durumu, sürekli bir şiddet içermez. Savaş durumu, şiddet içeren eylemler ve gerçek anlamıyla bir savaş olasılığını içerse de daha ziyade toplumda hakim olan genel bir güvensizlik durumunu betimler. Böyle bir durumda, herkes ancak gücü ve yaratıcılığı ile sınırlı olarak kendini güvende hisseder. Eşitliği sağlayan bu tedirginliktir. Bazı kişiler diğerlerinden daha güçlü ve bazı kişiler daha zeki olsa da, her an daha zayıflar tarafından fethedilebilirler. Sonuç olarak, dışarıdan yardım gelmedikçe kimse kendini diğerlerinden daha güvende hissetmez. Savaş durumunda toprağı sürmeye, deniz aşırı ticaret yapmaya gerek yoktur. Bu durumda yalnız ölüm korkusu kol gezer.
Doğa durumunda, "her insanın her şeye hakkı vardır” (Leviathan, XIV). Hobbes, doğa durumunda bir insanın kendi hayatını korumak için ne gerekiyorsa yapmaya hakkı olduğunu savunur. Her şey hakkı, bir başkasına vücuduna zarar vermeyi de içerir. Bu hak herkes tarafından kullanılır.
Hobbes'ta güç arzusu maddi şeylere yönelik değildir. İnsanlar arasındaki çekişme, genel olarak kıt kaynaklar için rekabetten ziyade, birbiriyle bağdaşmayan amaçların peşindeki mücadele olarak yorumlanmalıdır. Aynı şeye yöneldiklerinde ve elde edemediklerinde insanlar düşman olurlar.
Hobbes, De Cive'de uyumsuz hedefleri şiddetin kaynağı olarak tanımlar. Elements'de, zafer kavramının kişilerin tutkularına hükmettiğini iddia eder. Leviathan'da ise insanların şan isteğini şiddetin kaynağı olarak ön plana çıkar. Uyumsuz hedefler rekabetçi şiddete, ve şan arzusu kendini yücelten şiddete yol açar. Bunların olasılığı genel bir güvensizlik yaratır:
Ne var ki, savaş durumunu kalıcı değidir, çünkü devletin kurulması savaş durumunu nihayete erdirir. İnsanların düşmanca bir durumda olmadığı bu durumda Hobbes, uluslararası arenayı savaş alanıı olarak tanımlar.
Toplumsal Sözleşme
Hobbes, bir toplumsal sözleşmenin doğa durumundan nasıl ortaya çıkabileceğini açıkladı. Doğa durumu tarihsel bir gerçeklik değildir. Devletin ve yasaların oluşumundan önce var olduğu varsayılan bir tasvirdir. Kanunların ulaşmadığı, bir veya birden fazla kişinin kanunların otoritesini tanımadığı durumlarda da ortaya çıkabilir.
Bu durumda, insanlar bir araya gelip kendilerini ortak bir otorite altına koyma konusunda anlaşmadan önce, devlet otoritesi olmadığı için herkes kendi çıkarına uygun olan tutumu yasa olarak tanır. Bununla birlikte, belirli bir yer ve zamanda doğa durumunun (ya da istisnai bir durumun) geçerli olduğu kanısına varan kişi, hükümetlerin hukuk dışı tutumları ve aşırılıklarını mazur görmeye eğimli olacaktır.
Doğa durumunda hiçbir şey hukuka aykırı değildir. Doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik kavramlarına yer yoktur. Kanun ve ortak otorite olmadığı için hukukun olmadığı yerde adalet de yoktur. Hobbes, adalet ve adaletsizlik kavramlarını bireye değil, topluma ait kavramlar olarak değerlendirir.
İnsanın doğa durumunda bulunduğu koşullar nesneldir. Birincil nesnel durum, insanların fiilen eşit olmasıdır. Bu eşitlikte, insanlar cana kıyma da dahil olmak üzere en büyük kötülükleri başkalarına yapabilirler. İkinci nesnel koşul ise, bazı insanların aynı şeyi istemesine rağmen kaynakların kıtlığıdır. Diğer bir nesnel koşul ise insanların her şeye hakkı olmasıdır. Toplumu düzenleyen medeni kanunlar olmadığı için herkesin herşeyi mal etme hakkı vardır. Bu nesnel koşullar, şiddete neden olabilecek bir rekabet yaratır. İnsanların benmerkezciliği ve ortak kuralların yokluğu kişiler arasındaki mücadeleyi perçinler.
Bu olumsuz koşullara rağmen, insanın aklıyla erişebileceği elverişli durumlar da mevcuttur. Ölüm korkusu, rahat bir yaşam için gerekli olan şeylere duyulan arzu gibi. İnsanın barışçıl koşullarda ve barış içinde yaşamasının önünü açan işte bu arzulardır. Can güvenliği tehdini ortadan kaldırmanın önünü açan, rasyonel bir çözüm bulmaya yönlendiren ise doğanın kanunudur. İnsanlar, doğanın yasalarına uydukları için siyasi bir otorite kurarlar.
Doğanın kanunu, insanlara güçlerini ölüm tehdidini ortadan kaldırmak için bir otoriteye devretmelerini ve bu otoriteye uymalarını emreder. Bu otorite insan ihtiyaçlarının sonucunda ortaya çıkar. Kanunlar çıkararak ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyerek doğa durumundaki otorite ve ahlak eksikliğini doldurur. İnsanlar bu otoritenin kurallarına uymazlarsa, doğa yasasını çiğnerler.
Sivil Toplum
Doğa durumu, sivil (medeni, ehlileştirilmiş) toplumun kökenini açıklar. Sivil toplum, insanların kanun altında olduklarının bilincinde oldukları ve bu konuda birbirlerine güvenebildikleri durumlarda mevcuttur. Dolayısıyla, doğa durumu sivil toplumun zıddıdır.
Sivil toplum, insanın antisosyal eğilimlerine karşı yapay bir caydırıcılık koyar. Bu açıdan inşa edilen (sivil toplum), doğal olandan (doğa durumundan) üstündür. İnşa edilen, doğal olana doğrudan karşı çıkar. Mutluluk ve huzur getiren güvenlik ise dizginsiz özgürlükten üstündür. Sivil toplumda, doğa durumundaki varoluşun en yakın örneği; kanunu hiçe sayarak, en azından kısa bir süre de olsa yakalanıp cezalandırılana kadar her istediğini yapabilen suçlunun serbestiyetidir. Cezalandırılmaktan kaçabilen kişi; hiçbir kuralın, yasaların olmadığı doğa durumundaki insanın durumuna benzer. Hobbes yaşadığı dönemi göz önünde bulundurarak, doğa durumunun ayrıca uluslar arasındaki savaşlarda, sömürge Amerika'sında hayatta kalma mücadelesinde, hırsızlara karşı kapıları kilitleme davranışlarında ve silah taşıma alışkanlıklarında bulunabildiğini belirtir.
Hobbes’un doğa durumu kavramı tarihi ve sosyal dönüşümün felsefe üzerindeki yansımadır. Hobbes’un öne sürdüğü doğa durumu/sivil toplum paradoksu, Antik Yunan düşüncesinde hakim olan aile/politik toplum ikiliğinin yerini alır. Nitekim, Hobbes ve Locke'un kitaplarının ilk bölümleri doğa durumuna, Aristo’nun Politika'sı ise aileye ayrılmıştır. Hobbes’a göre doğa durumu, özel ekonomik ilişkilerin bir yansımasıdır ve ticari bir toplumun idealize edilmiş tanımı olarak görülebilir. Ev, toplumun çekirdeği olduğu için, kapitalist üretim ilişkileri öncesinde tüm üretim ilişkileri aile ekonomisi ile ilişkilidir. Modern anlamda ise ailenin yerini siyaset öncesi doğa durumu kavramı alır. Aileden siyasal topluma ve doğa durumundan sivil topluma geçiş, feodal toplumdan burjuva toplumana ve piyasa ekonomisine dönüşümü yansıtır.
Mülkiyetci piyasa toplumu
MacPherson’ göre Hobbes, siyasi yükümlülüğün doğrudan insanın birbirleriyle olan fiili ilişkilerinin rutin gerçeğinden çıkarsama olasılığını anlayan ilk filozof olduğunu savunur.
Hobbes, sınıflara bölünmüş bir toplumda yaşıyor olmasına rağmen, toplumundaki eşitsizlikler üzerinde çalışmamıştır. MacPherson, Hobbes'un neden insanların eşitliğine, hatta güvensizlikten kaynaklanan eşitliğe odaklandığını yorumlar. Onyedinci yüzyıl koşullarında, sosyal düzen hiyerarşinin sürdürülmesine bağlı değildi. Hobbes; düzeni, eşit olmayan sosyal rütbeleri ortadan kaldıran nesnel bir piyasa ile değiştirmek için bir düşünce sistemi geliştirdi. Hobbes, bu yüzden seleflerinin aksine eşitsiz değerler ve haklar ile ilgilenmedi.
MacPherson ayrıca Hobbes’un kendi toplumundaki temel ilişkileri ve bir piyasa toplumunda insan doğasını başarılı bir şekilde kavradığını iddia eder. Hobbes'un yanıldığı yer, toplumdaki eşitsiz sınıfların varlığını kabul etmemesiydi. Hobbes, güç mücadelesinin toplumu parçaladığına ve güvensizlik içinde eşitlik yarattığına inanıyordu. Güç için rekabetin sınıflı bir toplum yarattığını düşünmemekle hataya düşmüştü.
MacPherson'a göre, Hobbes'un ikinci hatası, toplumu tamamen parçalanmış olarak görmesi ve dolayısıyla bir piyasa toplumunda bir sosyal uyum olasılığını görmemesidir. Bununla birlikte, Hobbes'un düşüncesi mülkiyetçi piyasa toplumu olarak değerlendirilirse, siyasi otoriteye itaat için bir zemin bulunduğunu görmek mümkündür. İnsanlar birbirlerini yok etmeden rekabet edebilmek bir egemene ve onu desteklemeye ihtiyaç duyarlar.
Sonuç
Hobbes’un fikirlerinin cazibesi önerdiği siyasal çözümde yatmaz. Hobbes’un fikir dünyası on yedinci yüzyılda, İngiltere’deki iç savaş ortamında şekillendi ve mutlak bir monarşinin kaos ortamını sona erdirmek için gerekli olduğunu savundu. Günümüzde ise anayasal demokrasilerin temel prensibi mutlak gücün sınırlandırılması ve kontrol edilmesidir. Hobbes’un mutlak egemenliğe dayanan siyasal rejim önerisini rafa kaldırsak da modern devletin oluşumunu anlamak ve hangi nedenlerle insanların siyasi bir otoriteye itaat ettiğini açıklamak için onun siyaset felsefesi en temel kaynaklardan biridir.
Dip Notlar
J.W.N Watkins, “Philosophy and Politics in Hobbes” in Hobbes Studies, ed, by K. C. Brown, Oxford: Blackwell, 1965, p.239
2 C.B. MacPherson, “The Political Theory of Possesive Individualism” in Political Theory: Classical Writings, Comtemporary Views, eds. Joseph Losco and Leonard Williams, New York, 1992, pp.252-62ç
* Doç.Dr. Siyaset Bilimci, İzmir Ekonomi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü Y.Z. Öğretim Elemanı
Yeni yorum ekle