Pervin İtisami: Tanrı'nın Lütfu Şiiri   

Akademik

Pervin İtisami: Tanrı'nın Lütfu Şiiri                                

Prof.Dr. Nimet Yıldırım

 

zorbatv


İran’ın en büyük kadın şairlerinden biri olan Pervîn-i İtisâmî, 1907 yılında Tebriz’de dünyaya geldi. “İtisâmu’l-mulk” lakabıyla bilinen İran’ın en ünlü yazarları, mütercimleri ve bilginleri arasında yer alan babası, Mirzâ Yûsuf Hân İtisâmî (ö. 1937) İran’ın ilk edebiyat dergisi Bahâr’ın editörü olması, ünlü Arapça ve Fransızca eserleri Farsça’ya çevirmesiyle bilinmekte, önde gelen bir kişilik olarak edebiyat çevrelerince yakından tanınmaktaydı. Pervîn beş yaşında iken (1911) ailesiyle birlikte Tahran’a gidip yerleşmişlerdi. Yusuf İtisamî’nin evi; ünlü edebiyatçılar ve yazarların buluştuğu bir edebiyat ve şiir meclisiydi. Bu yüzden daha çocukluk yıllarında Pervîn, zamanın bilge edebiyat adamları Ali Ekber-i Dihhudâ (ö. 1955 ) ve Meliküşşuarâ Bahâr (ö. 1951) gibi büyük kişiliklerle tanışma imkanı buldu. Arapça ve Farsça’yı, özellikle bu iki dilin grameri ile temel edebiyat bilgilerini babasından öğrenmeğe başlayan Pervîn altı yaşlarından itibaren özel hocalardan da ders alarak kendisini yetiştirdi. Çocukluk yıllarında boş vakitlerini oyundan daha çok okumayla geçiren Pervîn, on bir yaşlarında Firdevsî (ö. 1020), Nizamî-yi Gencevî (ö. 1222), Mevlanâ Celaleddîn (ö. 1273) gibi ünlü şairlerin şiirlerini okudu.  
Hem İran’da ve hem de dış ülkelere yaptığı seyahatlerinde babasıyla birlikte bulunan, çocukluk yıllarından itibaren şiire, edebiyata çok yakın ilgi duyan ve sekiz yaşlarında şiir söylemeye başlayan Pervîn-i İtisâmî’nin ilk şiirleri Bahâr dergisinde yayınlandı. Babası, Pervîn’i özgür, arzuladığı alanda iyi bir eğitim görmesi amacıyla kendi isteğiyle Amerikan Kız Koleji’ne gönderdi. Öğrenimini tamamladıktan sonra bitirdiği okulda Fars Dili ve Edebiyatı, İngiliz Dili ve Edebiyatı dersleri veren Pervîn , 1934 yılında evlenerek Kirmanşah’a gidişine kadar bu görevini sürdürdü. Pervîn, mutlu bir evlilik hayatı kuramadığı için birkaç ay gibi kısa süre sonra bu evliliğine son vererek edebiyat ve şiire daha çok yer ayırdığı yeni ve apayrı bir hayat yaşamaya başladı. Divanı ilk defa 1935 yılında yayınlanan, Fars şiirinin doruklarında yer edinmiş Pervîn-i İtisâmî, 1941 yılında 35 yaşında hayata veda etti.  
Pervîn’in en güzel şiirlerinden biri olan “Lutf-i Hakk: Tanrı’nın Lütfu” Fars edebiyatının en çok beğenilen manzumeleri arasında yer almaktadır. Bu şiirinde şair, Tanrı’nın yüce makamından gönderdiği buyruğuyla Musa Peygamber ile annesinin daha önceki kutsal kitaplarda ve Pers tarihsel metinleriyle Şahnâme’de de benzeri örnekleri görülen ilginç serüveninden söz etmekte; olaylar örgüsünü olağanüstü duygularını son derece fasih ve beliğ anlatımıyla okuyucularına sunmaktadır. Çağdaş Fars şiirinin dehalarından Hûşeng-i İbtihâc’ın ifadesiyle: “Pervîn olağanüstü bir yetenekti; ne yazık ki, bu evrenden çok erken göç etti. Dizeleri Farsça’nın en güzel dizeleridir. “Mâder-i Musâ: Musa’nın Annesi” mesnevisi bir başyapıt olarak Fars şiiri tarihinde yerini almıştır. Bu şiiri okurken insan; sanki Mevlana’nın, Sadî ve Hâfız’ın diliyle şiir söylediğini düşünmekten kendini alamaz. Gerçekten dilin büyüsüyle doruklara çıktığının göstergesidir bu şiir.
TANRI’NIN LÜTFU
Musa’nın annesi Musa’yı Nil’e
Atınca ulu Rabbi’nin emriyle

Baktı kıyıdan kendisi özlemle şu sözlerle:
“Ey küçücük, günahsız yavrum! 

Unutursa seni eğer lütfu Tanrının birden
Bu kaptansız gemiden nasıl kurtulursun?!

Tertemiz Tanrı hatırlamazsa eğer seni
Sular yok eder, alır götürür tenini!”

“Bu ne yanlış bir düşünce” diye hemen vahiy geldi: 
“Yolcumuz bizim bak konağında şimdi

Yırt da at kuşku perdesini aradan sen,
Bak bakalım kâr mı ettin zarar mı sen?!

Tuttuk bak biz attın ya onu sen
Gördün Tanrı’nın elini, tanımadın onu sen

Annelik aşkı ve sevgisi sadece sendeki
Adalet ve kulunu koruma bizim töremizdeki

Bir oyun değil Tanrı’nın işi, kaybetme kendini
Alıp götürdük senden onu; geri getiririz onu biz geri

Suyun üzeri beşiğinden daha iyi ona
Akan su dadı, dalgalar anne ona

Kendiliğinden coşup taşmaz ırmaklar
Biz ne buyurursak, onu yaparlar onlar

Denize tufan buyruğunu biz veririz
Sele de dalgaya da buyruğu biz veririz

Sakın Tanrı’ya unutmayı yaraştırma ha!
Küfür yüküdür bu, sakın bu yükü yüklenme ha!

İyisi mi; sen dön ve teslim et bize onu
Nicedir bizden çok sever oldun sen onu?!

Gördüğün varlık resmi, ayvanımızdan bir resim bizim
Toprak da, su da, rüzgâr da hayranımız bizim

Kopup giden bir damla şu ırmakta
Bir işi yapmak için koşmakta

Nice kaybolmuşları bulup getirmişiz biz
Nice azıksızları beslemişiz biz

Misafirimiz bizim nerde bir zavallı varsa
Tanıdığımız bizim nerde bir kimsesiz varsa

Kabul etmeseler de bizi çağırırız biz
Örteriz ayıplarını kötülük de yapsalar biz

Bizim iğnemiz o ne diktiyse her nerede
Yandı ateşimizden bir mum yandıysa her nerede

Bir gemi korkunç dalganın sürüklemesiyle
Yokluk girdabına doğru gidince

Amansız bir yel gidişini engelledi
Yazgıları gemidekilerin kararıp sönüverdi

Kalmadı gücü ne demirin ne yolcuların
Kalmadı eline bir gücü kaptanın

Azıcıktır kaptanların zekâsı
Tek olan Tanrı evren gemisinin kaptanı

Bağların örgüleri koptu, çözülüverdi
Nereden bir yol bulduysa dalga akıp gidiverdi

Mal, mülk insan ne varsa su aldı, götürüverdi
O giden kalabalıklardan küçücük bir çocuk kalıverdi

Zavallı çocuk bir güvercin gibi kanatlanıverdi
Denize annesinin eteği gibi sarılıverdi

Dalga onu önce tomar gibi sarıverdi
Sert yel onunla savaşmaya niyetlendi

Denize dedim: “Artık tufan koparmak yok
Bu aşk yapısını yıkmak yok” 

Muhtaçlar arasında fark yok
Bu küçücük denize düşmüşe boğulmak yok

Kayaya: “Onunla dalaşma” dedim
Damlaya: “O yana doğru akma” dedim

Buyurdum yele: “O sütü emen çocuğu da
Alsın denizden ve getirsin kıyıya”

Taşa: “Altında yumuşacık ol onun” dedim
Kara: “Sımsıcak su ol” dedim

Sabaha: “Gül yüzüne onun” dedim
Işığa: “Dipdiri tut gönlünü onun” dedim

Laleye: “Git, yanında çık onun” dedim
Çiğe: Git, yüzünü yıka onun” dedim

Dikene: “Dokunma halhalına onun” dedim
Yılana: “Sokma bu yavrucuğu” dedim

Sıkıntıya: “Sabrı azıcık onun” dedim
Gözyaşına: “İncitme! Çocuk o” dedim

Kurda: “Küçücük tenini parçalama onun” dedim
Hırsıza: “Götürme gerdanlığını onun” dedim

Bahta: “Hükümdar yap onu” dedim
Akla: “Akıl ver ona” dedim

Karanlıkları aydınlık gösterdim hep ona
Korkuları güvence yaptım hep ona

Güvence görüp güveni yitirdiler onlar
Dostluk yaptım, düşman oldular bana onlar!

Bir şeyler yaptılar; ancak alçakça ve kötü onlar
Aynalar yaptılar; ancak kerpiçten onlar!

Kuyudan kurtulup yolu bulunca onlar
Kuyular kazdılar insanlar için yollara onlar!

Aydınlıklar istediler; ancak kapkara dumandan onlar
Saraylar yücelttiler; ancak su üzerinde onlar!

Hikâyeler anlattılar; ancak asılsız, temelsiz onlar
Hırsızları getirip bekçi yaptılar onlar!

Kadehleri bozgunculukla doldurdular onlar
İpler eğirdiler inat iğinde onlar!

Dersler okudular, ancak utanç dersleri onlar
Atlar sürdüler ancak dizginsiz atlar onlar!

Azgınları kapıcı ve vekil yaptılar makamda
Hangi makamda?! Ulu Tanrı’nın makamında!

Her taşa, her toprağa secde ettiler baksana
Hangi tapınakta?! Tertemiz Tanrı’nın tapınağında!

Kılavuz oldular sapkınlık çölünde
Azıklar aldılar günahtan suçtan işte böyle

Bencillik tandırından yükseldi
Bunca çirkin işlerin alevleri!

Kurtardık suya düşmüş o azıksızı biz
Kurtulunca ölümden avı oldu hevesinin!

Sonunda o tecelli ışığı duman oluverdi
O günahsız öksüz, Nemrut oluverdi!

Ben gibi biriyle savaşmaya kalktı
Yardım istedi kartaldan, akbabadan!

Sevgimle büyütüp besledim onu
Büyüdü, daha kara yürekli oldu kurttan o!

Kibir şimşeği nice ateşler yaktı
Bir kıvılcımdan nice yuvalar yandı!

Tanrılık lafları etmek istedi
Burcunu, kalesini Tanrının yıkmak istedi!

Kötü düşündü, alçaldı ve kara düşünceli oluverdi
Serkeşlik yaptı; yıkıverdim onu ben!

Buyruk gönderdim bir sivrisineğe: “Kalk! 
Bencillik gözüne toprağı saç” dedim

Kalmasın kibir yeli kafasında diye bundan böyle
Karanlığa aydınlık demesin diye bundan böyle

Düşmanı böylesine besleyen biz
Dostları nasıl gözden uzak tutarız biz!

Bu iyiliği böylesine yapan Nemrud’a,
Nasıl haksızlık yapan İmran’ın Musa’sına?!

Pervin’in bu sözü hevesinden değil ha
Tanrının ışıklarındandır nerde bir ışık varsa!  
KAYNAKÇA

Ajend, Yakûb, Edebiyyât-i Novîn-i Îrân, Tahran 1363 hş.
Aryenpûr, Yahyâ, Ez Nîmâ Tâ Rûzgâr-i Mâ, Tahran 1374 hş. 
İtisamî, Pervîn, Pervin-i İtisami Divanı, (çev. Nimet Yıldırım), İstanbul 2019.
Müderris, Mîrzâ Muhammed Ali, Reyhânetü’l-edeb fî terâcimi’l-marûfîn bi’l-kuna ve’l-lakab, Tahran 1364 hş. 
Rypka, Jan, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân (çev. Kerîm-i Keşâverz), Tahran 1370 hş.
Safâ, Zebîhullâh, Genc-i Sohen, Tahran 1961.
Şekîba, Pervîn, Şir-i Fârsî Ez Ağâz Tâ İmrûz, Tahran 1373 hş.

Firdevsî, Şâhnâme 1388: 38
1374 hş.,  ,   1374 hş.,  1374 hş 1343 hş. 1351 hş,  1363 hş, 1362 hş 1385 hş,  1369 hş, 1386 hş , 1370 hş ,1377 hş. 1363 hş. 1372 hş., I-L.Dihlevî, ,  1380 hş.Tûsî, Esedî-yi Tûsî, eââ 1354 hşSistânî, , 1371 hşFirdevsîŞâhnâme, 1375 hşFirdevsîŞâhnâmeFirdevsî,1388 hş.,nşr.  1363 hşGorgânî,Vîs ü Râmîn, 1371 hş.ŞâhnâmeFirdevsî, Tahrân 1353 hşKirmânî, , , 1369 hşŞîrâzî, ,nşr.  1368 hş.Şirvânî,  1374 hşEnverî,  1386 hş., 1383 hşAT 2002,  1965, 1382 hş., 1374 hş. 1386 hş,  1345 hş. 1930, 1381 hş. , 1383 hş. 1993 1988. 1355 hş.,, 1383 hş., 1367 hş.Damgânî, Menûçehrî, y 1384 hşSelmân, ,, 1374 hş., , 1370 hş 1373 hş.,, 1362 hş. 1360 hş., I-VI. 1368 hş, 1364 hş  1318 hş.Pâdşeh,  , 1363 hş 1383 hş.Semerkandî,  , 1369 hş.Gencevî, Nizâmî, ,  1388 hş.Gencevî, Nizâmî,, 1363 hş.Gencevî, Nizâmî,İkbâlnâme, 1363 hş.Gencevî, Nizâmî,, 1363 hş.Gencevî, Nizâmî,Heft Peyker,  1363 hş.Gencevî, Nizâmî,Şerefnâme, 1363 hş., 1364 hş. 1371 hş 1369 hş. 1357 hş. 1386 hş.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.