İnsan Sarrafı Olabilmek
Bir Cumhuriyet Öğretmeni
Sema Berk
Prof. Hasan Pekmezci.
1963*2023
‘’Başkalarını bilmem ama’’ diyecektim, diyemiyorum başlarken; çünkü neredeyse tümü benim gibi köy çocukları olduğu için hepsinin tek kurtuluş kapısı olan parasız yatılı öğretmen okulları pek çok yönü ile yazılacak, anlatılacak, belki de çizilecek-boyanacak anılarla dolu. Her birinin, herkesin anılarının yazılması hem bireysel bellek, hem de toplumsal bellek adına önemli kayıtlar, belgeler sayılır. Her şeyden önce bir ülkenin eğitim denen en önemli toplumsal yönlendirme, aydınlanma ile günü, geleceği belirleme alanı adına nelerin yaratıldığı gibi. Dahası neler yaşanıldığı, ne gibi kazanımlar-karşıtları için de kayıplar söz konusu edilebildiği, eğitim olgusunun hangi serüveni yaşadığı. Bu serüvende rol alan paydaşların niteliği kayıtlanmalıdır ki ülke belleği olabilsin.
Bu konuların; yapılanlar, yazılanlar başımızın üstünde olmak koşulu ile bütün paydaşlarca tutarlı bir sorumluluk bilinciyle sorgulanması gerektiğine inananlardanım.
Girişte belirttiğim gibi ilkokuldan sonra okuma olanağının kesinlikle bulunmadığı bir köy çocuğuyum. Köy Enstitüsü mezunu genç, idealist bir öğretmenin önderliği ile Öğretmen Okulu sınavlarına hazırlandım. O yıllarda çok titizlikle ve dürüstlükle uygulanan iki aşamalı sınavlarda başarılı olarak İvriz Öğretmen Okulunda okuma şansı buldum. Yatılı okul denen yaşamın bütün anılarıyla. Burada ilk günden başlayarak tatillerin gelmemesini dileyen ‘’okul hayatı düşkünü bir öğrenci tipi içinde çok şey öğrendim, kazandım. İlk kez burada doydu karnım, ilk kez elbise, hem de takım elbise, iskarpin, kravat-gömlek sahibi oldum. Sanat denen olgunun kimliğimi nasıl belirlediğini, bütünlediğini burada yaşadım. Başarının ödüllendirildiği, alanında ilerleme için uygun koşulların yaratıldığı, sağlandığı, yönlendirmelerin buna göre yapıldığı bir eğitim dizgesinin kazanımı olarak resim alanında üst eğitime seçildim; İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri’ne. Sınavları kazanarak İstanbul gibi dünyanın en güzel kentlerinden birinde okuma olanağı buldum.
Kuşkusuz bu birkaç cümle ile anlattığım yaşam serüveni kendi içinde anlatılması gereken ve zaman zaman yazılarak anlatılan arkadaş*dost kazanımları, okul görevlileri (Bahçıvan Mehmet Ağa’ya kadar) , öğretmen*eğitimci modellerinin etkisi ve katkısı gibi tüm yatılı okul paydaşlığını da kapsar. Özellikle nitelikli, rehberlik birikimi yüksek, gerçek öğretmen denen kimliğin ne derecede önemli olduğunu, genelin de temsili sayarak, yaşamıma yansımalarıyla dile getirebilme çabası.
Bu yazım bu konuları irdelemeyi amaçlamaktadır zaten.
İvriz Öğretmen Okulu’nda yaşadığım yılları daha önceleri yazdığım için bu kez onun devamı sayılır bu anılarım.
İstanbul Çapa Öğretmen Okulu öğrenciliğimizin birinci yılı Çapa’daki Mimar Kemalettin’in muhteşem eseri olan tarihi binada yaşandı; 1962-1963 yılında. Her günü, her ayı bizim için anlam dolu, eğitim, kültür ve sanat birikimi sağlayan, ufkumuzu açan bir eğitim mabedi. Mart ayından başlayarak yatılı öğrencilere elbise alma-elbise diktirme gibi işlemlere başlandı. Bu konuları İvriz’de de benzer uygulamalar içinde yaşamıştık. Okulun anlaştığı terzilerle, ayakkabıcılarla her öğrencinin elbise-gömlek-ayakkabı ölçüleri alındı. Ayakkabılar öncekiler gibi Beykoz kunduradandı.
Elbiselerimizi gecikmeli de olsa giydik. Tek tip de olsa çok hoşumuz giden bir düzen sağlıyordu.
İkinci yıl okulumuz Ortaköy’e taşındı. Bu kez bina olarak daha sorunlu koşullar altında eğitim yapıyorduk, ama Köy Enstitüsü geleneğiyle yetişmiş; deneyimli-birikimli okul müdürünün öğrenciye verdiği değerle, kendi kendini yöneten bir okul hüviyeti egemendi. Elbette bunda çok iyi seçilen öğrenci kadrosunun, her biri alanında üst düzeyde eğitimci kadrosunun da önemi vardı. Canip Akın, Celal Köktuna, Selahattin Taran, Hidayet Gülen, Enver Naci Gökşen, Ekrem Zeki Ün, Sema Berk, Müjgân Konuşur, Muzaffer Danışman, Ferit Kuran gibi her biri alanında yetkin eğitimciler.
Bu yazımda anlatmaya çalışacağım da her zaman tümünü olduğu gibi sevgi ve saygı ile andığım Sema Berk öğretmenim. İkinci yıl sınıfımızın sorumluluğu biyoloji dersimize giren, dersi oyun içinde sevdirerek öğreten Sema Berk öğretmenimize verilmiş olmalı ki tüm sorunlarımızla o ilgileniyordu. Özellikle elbiselerimizin hazırlığı ile ilgisi bizim için önemliydi. Artık İstanbul’da yaşıyorduk, daha güzel ya da daha isteğimize uygun elbise, gömlek, ayakkabı beklentileri gelişmişti herkeste. Kız erkek karışık okuyorduk; ilk gençlik yıllarının doğal özelliği ile arkadaşlarımız içinde daha bakımlı olmaya özen gösteriyorduk. Yakınımızda bir terzi ile anlaşıldı, her aşamada elbise provası yapılacak, herkesin memnun kalacağı bir elbisesi olacaktı. Sema Hanım bu konuda elinden geleni yapıyordu.
Öğrenciler sırayla elbise ölçüsüne çağrıldı. Benim adım yoktu bu listede. Merak edip Sema öğretmenime gittim, panikle, ‘’Sen merak etme, bekle’’ dedi. Herkes sırayla elbise provasına çağrılıyordu, kimi zaman ben de onlarla gidiyor, imrenerek hatta kıskanarak izliyordum. Sıra önce gömleklere, ardından da ayakkabılara geldi. Ben yine yoktum listelerde. Tekrar gittim Sema öğretmenime, acaba bir yanlışlık mı var diye. ‘’Hayır yanlışlık yok, sen sadece benden haber bekle’’ dedi bu kez de. İşin ilginç yanı arkadaşlarım, hele Şükran arkadaşım, benden daha çok merak etmeye başladılar konuyu.
Herkes yepyeni, tam vücut ölçülerine göre elbiselerini, gömleklerini ve ayakkabılarını aldılar, giymeye başladılar. Ben hala eskilerimle idare etmeye çalışıyordum aralarında. Tek gömleğimi iki günde bir yıkayıp giymekten yakası ezilmeye başlamıştı. Arkadaşlarımın elbisesini diken terzi yakayı söküp tersyüz etti, ben orada beklerken.
*
Bir gün Sema öğretmenim beni çağırmış, merakla gittim. ‘’Hemen hazırlan, seninle bir yere gitmemiz gerekiyor’’ dedi. Birlikte yola çıktık, merak ve heyecan içinde. Önce Ortaköy’de Pfizer önündeki duraktan otobüse bindik. Yolda hiçbir şey konuşmadı, öğretmenim; Eminönü’nde indik. Kilolu haliyle sık sık durup derin nefes alıyordu. Çok yorgun bir hali vardı, bir yerde durup sancılı olduğunu sandığım bacaklarını ovuşturuyordu. Mısır Çarşısından geçip Mahmutpaşa yokuşundan yukarı tırmanmaya başladık. Oldukça kalabalık arasında onu kaybetmemek için özen gösteriyordum. Epeyce yukarıda sağda Rozet Mağazalarının karşısında bir sokağa girdik. Az sonra da sağda çok büyük bir mağazaya. Üzerinde Cem Triko yazıyordu.
Sema Hanımı daha önceden tanıdıkları ve bekledikleri belli oluyordu, konuşmalarından; beni tanıttı onlara. Bir yandan da görevlilere talimat veriyordu, yetkili olduğu belli olan kişi. Beni yan tarafta bir yere aldılar. Elbise, gömlek, ayakkabı ölçülerimi de. Bir yandan başka paketleri de oraya yığmaya başladılar. O yıllarda hazır elbiseler pek yaygın değildi, ama birkaç takım elbise getirdiler, bana giydirmeye başladılar. Bu arada beğenip beğenmediğimi de soruyor, benim tepkilerimi gözlüyorlardı. Denemelerle beğendiğim birini ayırdılar, paçalarının ölçüme göre dikilmesi için bir yere gönderdiler.
Gömlekleri diğer paketlerin yanına koydular. Birçok ayakkabı getirdiler. Doğal olarak hepsi siyah, bağcıklı iskarpinlerdi, arkadaşlarımızdan farklı olmaması için. Bütün ayırdıklarını, elbiseleri, devasa bir paket yaptılar. Güler yüzlerle bizi uğurladılar. Bu sürpriz karşısında ne diyeceğimi bilemiyordum, beynimde binlerce duygusal sorgulamalar savaşı. Sema öğretmenimin yüzüne bakamıyordum. Tekrar yokuş aşağı inmeye başladık. Çok yorgun olmasına rağmen yüzünde gülümseme vardı. ‘’Bak Hasan, bunlardan hiç kimseye söz etmeyeceksin. Senin elbise paran hiç harcanmadı. Bunlar bizim sana katkımız. Elbise paran bende kalacak, her ay sana sınırlı, harçlık olarak vereceğim. Burada bu yıl epeyce yetecek kadar giysi, hırka, kazak, iç çamaşırı var. Ben Eminönü’nde ayrılacağım, sen okula gidersin’’ dedi. Benim dilim tutulmuş gibiydi, doğru dürüst teşekkür bile edemiyordum, yüzüne baktım, gülüyordu. Belli belirsiz teşekkür edebildim. O yorgun vücuduyla yalpalayarak uzaklaştı.
Ben de epeyce hacimli paketimle Ortaköy durağına kadar gitmeye çalışıyordum, buranın genel kalabalığı içinden. Bir yandan da Sema Öğretmenimin benim maddi sıkıntılı bir öğrenci olduğumu nereden öğrendiğini, anladığını ve bu ayrıcalığı nasıl hallettiğini düşünüyordum. Herkese elbise paralarıyla giysiler hazırlanırken bana Cem Triko gibi bir mağazadan seçmece giysiler hazırlanması hoşuma giderken bir yandan da öğretmenlerime, ilgilerine layık olabilmek için, onların derslerine daha çok çalışmam ve mutlaka başarılı olmam konusunda manevi bir baskı yaratıyordu. Bir yandan da arkadaşım Şükran bu güzel giysilerime, bu ayrıcalığıma ne diyecek diye merak ediyordum. Öğretmenim ‘’Kimseye bir şey söylemeyeceksin’’ dediği için, ne diyebilir, ‘’ne gibi yalanlar uydurabilirim’’ arkadaşlarıma düşüncesi. Bu karmaşık duygularla Ortaköy otobüsüne bindim. Bir an önce okula gidip yatakhanede paketleri gizlice açmak için can atıyordum, içinde görmediğim, bilmediğim başka şeyler de vardı.
Bu heyecan içinde vardım okula, hızla yatakhanemize çıktım. Birkaç kişi yataklarıyla uğraşıyorlardı. Hızla paketleri açmaya ve dolabıma yerleştirmeye başladım. Elbisemi astım, ayakkabım, iki gömlek, iç çamaşırları birkaç takım, pijama, yünlü kazaklar, çoraplar. Bunları mutlaka Sema öğretmenim söylemiş olmalıydı, çünkü hemen her ihtiyacımı düşünülmüştü. Eşyalarımı kimse görmeden yerleştirdim dolabıma. Arkadaşlarıma sadece elbise, ayakkabı için bir yalan uydurabilmeliydim ama nasıl?
Bunları düşünmeye başlamıştım ama bir yandan da Sema öğretmenimin benim durumumu nerden bildiğini sorguluyordum. Aklıma Muzaffer Danışman öğretmenim geldi, o biliyordu, geçen yılı nasıl sıkıntılı yaşadığımı; bana gizlice yardım ediyordu zaten. İkinci olasılık Selahattin Taran öğretmenimdi. Yazın iş bulmak için ne kadar çok kapı gezdiğimi, neler yaşadığımı iyi biliyordu. Sema öğretmenimi yönlendirmiş olabilirdi.
Her ikisinin de olabileceğine karar verdim kendime göre. Ama İstanbul gibi bir dev kentte bir öğretmenin ya da öğretmenlerin onca yoğun yaşam koşulları içinde benim gibi sadece bir yatılı okul öğrencisi için yapılanlar, zaman ayırabilmeleri, fırsatlar yaratabilmeleriydi önemli olan. Bu özel ilgi onların birer Cumhuriyet eğitimcisi olarak nasıl bir kalitede olduklarının göstergesiydi ve gelecekte böyle olabilmem sorgusu uzun zaman beynimi meşgul etti. Bir yandan da öğretmenlerimin bildiğim özgeçmişlerini düşündüm. Örneğin Selahattin Taran öğretmenimizin, Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde, Gazi Eğitim’de görevliyken yaptığı benzer davranışlarının anlatıldığını çok duyduğum için. Benzer öğrenci odaklı tavırları Sema Öğretmenimin geçmiş yıllarda başka öğrencilere de yaptığını sonradan öğrendim; sadece bana özgü değildi. Bana yaptıkları da daha önce pek çok öğrenciye yaptıklarının devamı gibiydi.
Bundan sonra bana düşen görev öğretmenlerimin bana verdiği değeri boşa çıkartmamak, çok yönlü bir öğrenci olarak başarılara odaklanmaktı. Bu giysilerin içinde başka bir sorumluluk duygusu yaşamak zorundaydım.
Bu bilinç iliklerime işlemişti. Bundan sonraki okul ve öğrencilik yaşamımda okuldaki her etkinlikte elimden geleni yapmaya çabalayan bir öğrenci profili çizmeye başladım.
1965 yılı geleneksel mezuniyet töreninden 100’den fazla öğrenci içinden İstanbul Öğretmen Okulu Okul Birincisi olarak anons edildiğimde değerli kol saatimi İstanbul’un Efsane Belediye Başkanı Haşim İşcan ve İstanbul’un efsane Valisi Niyazi Akı’nın elinden alırken bu bilinç vardı tüm benliğimde.
‘’Ya sonrası’’ diyeceksiniz biliyorum. Şu sözü çok severim.
‘’Her güçlü insanın arkasında ona başka çare bırakmayan bir hikâyesi vardır.’’ Buna bağlı olarak yarım yüzyıl önce Arifiye Öğretmen Okulundan bir öğrencimin şu sözünü alıyorum buraya.
‘’Sevgili Öğretmenim! Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun! Konya'nın bir köyünden akademik kariyerin zirvesine taşıyan ve sizi bize armağan eden Cumhuriyet'e sonsuz teşekkürler... 2022.’’
Öğretmen Okulu’ndan 1971-72 mezunu öğrenciniz Halil Toy.
Yorum
Hasan hocam Siz bir gönül…
Hasan hocam
Siz bir gönül adamısınız . Yine duyguyla.okudum. Teşekkürler Zorbatv.com.
Düşünen aklimiz oldunuz. Sevgilerimle
İnsan Sarrafı Olabilmek
Yüreğine, kalemine sağlık Sevgili Hocam.
Cumhuriyet, eğitim, öğretmen neden önemli daha iyi anlatılabilir mi?
Yeni yorum ekle