Fotoğraf: Ümit Yaşar Gözüm
Ceren Atasoy
1952 yılının Nisan ayında henüz mevsimler karışmamış, bahar baharken, İstanbul Emniyet 3. Şube Müdürü Orhan Hançerlioğlu, Şehir Tiyatroları Müdürü olarak atanır. O zamanlar sanatçılar tehlikeliydi ve emniyeti sanat üzerinde mi sağlayacaktı, yoksa emniyet işleri Orhan Bey’e göre değildi de ondan mı Şehir Tiyatroları Müdürü olarak atandı! Açıkçası bilmiyorum ama Orhan Hançerlioğlu yazdığı onlarca roman, öykü ve sözlük ile okumaya ve yazmaya duyduğu tutkuyu bir adım öteye taşıyarak rüştünü ispat etmeyi başaranlardandı.
Türkiye ve dünya için zor yıllardı. Halk Evleri henüz yeni kapatılmış, Cumhuriyet Halk Partisi görevi Demokrat Parti’ye devretmiş ve Demokrat Parti İktidarındaki Türkiye, sonunda Nato üyesi olarak tanınmayı başarmıştı.
Celal Bayar’ın, milli birliğin yanı sıra, milletlerin birlikte ve barışçıl hareket etmesi yönünde bir adım olarak değerlendirilmesi gereğini vurguladığı bu gelişme, aynı zamanda İngiltere’nin ilk atom bombası denemesini Monte Bello’da, Amerika’nın da ilk hidrojen bombası denemesini Marshall adalarında gerçekleştirmesiyle taçlandı.
Savaş içinde bir barış ortamı aranır, niyetler ve eylemler karışırken hem Türk Sineması hem Türk Tiyatrosu hem de müzik ve yazın alanında ortaya konan eserlerle sanat ve halk arasındaki bağ güçlenmeye başladı.
Sanat; artık daha bireyseldi. Anadolu’yu, iktidarı, sınıfsal çatışmaları ve soyut dışavurumları konu ediyordu. Oturtulmaya çalışılan bir kültür, dil ve ortak amaç çabası içine girmiş CHP’nin gidişi daha liberal ve daha ekonomi odaklı bir Türkiye’nin kapılarını araladı. Her kafadan bir sesin yyükseldiği o yıllarda bir kadın ve bir erkek sesi, aşkla buluştu…
Sıdıka 1940’ların son zamanlarında Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde okuyordu. Ağabeyinin arkadaşı olan Ruhi’yi sadece radyodan sesiyle tanıyordu. Bizzat tanışma şansını Ruhi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde bir koro kurduğunda, o koroya korist olarak girmekle yakaladı.
Bir gün Ruhi ve Sıdıka Ankara ayazında, Sıhhiye’den Ulus’a birlikte yürüdüler. Sıdıka konuştu Ruhi ise hep sustu, dinledi. Nedenini ayrılırken öğrendi Sıdıka; hava soğuktu, Ruhi akşam operada sahne alacaktı ve sesini yormamak için susmuştu. İkisi de biliyordu elbet görüşeceklerini… Öyle de oldu. Ruhi’nin korosu yasaklandı, yerine yenisi kuruldu, o da yasaklandı, birçok badire, sıkıntı dert yaşandı… Ama Ruhi ile Sıdıka hiç kopmadı.
1950’nin başında artık Ruhi sadece ağabeyinin değil Sıdıka’nın da arkadaşıydı. Evlerine gelip gider, sık sık görüşürlerdi. 1950 senesinin bahar ayında, Sıdıka, sadece güneşi ve doğayı değil aşkı da kucaklayacaktı. Ruhi’nin onlara geldiği bir gece sabaha kadar türküler söylendi. Ruhi, Sıdıka’nın türkülerle olan bağına hayran kaldı, ne kadar da çok türkü biliyordu… Sabaha karşı evine giden Ruhi ertesi gün Sıdıka’yı arayıp buluşmak istediğini söyledi. O gün ikisi de birbirlerine duydukları sevginin adını koymuşlardı.
Dünyada neler olmuş neler dediğimiz 1952 bir kabir azabı, bir eserin doğuşu, bir sevdanın kenetlenmesi olacaktı Sıdıka ve Ruhi için.
O dönemler TKP üyesi olmak ulu orta konuşulacak bir şey değildi. İkisi de TKP’yi birbirlerinden dahi gizleyerek destekliyor, üye olduklarını birbirlerine itiraf etme cesareti bulamıyorlardı.
Bir gün parti içinde karşılaştıklarında şaşıracak, sakladıkları bu yükten bu vesileyle kurtulacaklardı. Ama ikisi de bu sebeple tutuklanacaklarını gayet iyi biliyorlardı, ki öyle de oldu. Önce Sıdıka ardından da Ruhi tutuklanarak Sansaryan Han’ında bulunan 1. Şube’ye getirildiler. Çok kötü muamele gördüler. Birbirlerinden haber alamadan aylar geçirdiler.
İşte o dönemde ilk kez sesi ile tanıdığı Ruhi, tabutluk denilen bir insan boyu mekanda TKP’ye üye olmanın cezasını çekiyordu. Çömelmek mümkün değildi, sadece sağa sola dönülebilecek kadar bir mahsus mahaldi. Dışarıdan duyduğu fısıltıya kulak kabarttı Ruhi. Bu narin, kederli ses Sıdıka’yı aitti. Ruhi göremediği Sıdıka’yı sesinden tanıdı. İşte o anın acısı, öfkesi, umudu ve çaresizliğiyle düştü aklına, Mahsus Mahal.
O günden evvel ve o günden sonra herkes için bir mahsus mahal. Ruhi Su’nun payına düşen gamın vebali ise, gerçek bir kabirde azap eder.
Mahsus Mahal
Mahsus Mahal derler, kaldım zindanda
Kalırım kalırım, dostlar yandadır
Iki elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm kardeş, aklım sendedir
Artar eksilmeyiz, zındanlarında
Kolay değil derdin, ucu derinde
Kumhan ırmağında, Karaburun’da
Bulurum bulurum kardeş, öfkem kındadır
Dirliğim düzenim, dermanım canım
Solum sol tarafım, imanım denim
Benim beyaz unum, ak güvercinim
Bilirim bilirim kardeş, gelen gündedir
Haziran 2021/ Ayvalık
Yorum
Ruhi Su
Yüce insanın, yüce aşkını ve bedelini öğrenmek güzeldi. Çok teşekkür sevgili Zeren ve zorbatv.com
Teşekkür
Emeğine sağlık Ceren. Araştırmacı yeteneğin ve anlatımın çok güzel
Y
Ceren, tebriklerimle... Geçmiş anılarım biranda film şeridi gibi gözümün önünden geçti..
Tebrikler
Başarılı çalışmalar dilerim. Syg
Yeni yorum ekle