Olmayanı Görenler, Görmeyenler, Krallar ve bir Çocuk
İnci Gürbüzatik
Eleştiri, sadece övgü ya da yergi değildir. Eleştiri, ele alınan eserin ya da onu yaratan sanatçıyı, yapı çözücü bir bakışla irdeleyip iyi anlaşılmasını sağlamak için yapılır. Bu irdelemeyi, yani konunun, sorunun ele alınabilen bütün durumlarını, bütün yönlerini araştırıp birer birer inceleyenler, elbette objektif olmaya çalışır ama bu konuda söz tutmak çok da kolay değildir, çünkü insanına, ortamına, siyasi koşullarına, piyasa durumlarına göre düşünceler, görüşler hep değişir. İşte belki de bu yüzden eleştiri dendi mi şöyle bir duruyoruz. ‘Eleştirmen yok! Piyasa işte o yüzden böyle’ derken şöyle bir soru da soruyoruz kendimize ‘düşünce açıklama, konuşma hakkı yalnız uzmanlarda mıdır?’ Birey olarak elbette bize sunulan sanat ürünü karşısında bir fikrimiz, söyleyecek sözümüz var. Düşünce ve ifade özgürlüğü, anlama, yorumlama eleştirinin temelini oluşturuyor çünkü.
Burada karşımıza duvar gibi çıkan şey, eleştirinin nasıl karşılanacağı. Tahammülsüzlük baskın, kendi deneyimlerimden, gözlemlerimden biliyorum. Psikolojik açmazları olan bir durum bu. Kendisini sorgulamayan, öz eleştiri yapamayan, hata yapmış olmaktan korkmak halini, biat tercihiyle taraf olmayı sürdürüp bunu savunanlar hep çatışma, savunma halinde.
Peki ya biz? Biz sanat alımlayıcıları? Sanat adı altında sunulan ürünleri eleştirebiliyor, kendimizi bu konuda yetkin görüyor muyuz? Mademki sanat bize sunuluyor o halde görüşümüz de var olmalı. Hayranlık duyduğumuz sanatçıların, yazarların bize sunduğu ürünleri olduğu gibi kabul mü ediyoruz? Ya da gerçek fikrimiz yerine övmeyi mi tercih ediyoruz. ‘Tanrı bir yazarı yakınlarının övgülerinden korusun’ sözünü çok düşündürücü bulur, sanatçı egosunun iticiliğini bildiğimden hep aklımda tutarım. Övgü tehlikelidir. Hem de çok. Keşke gerçek fikrimizi, görüşümüzü dürüstçe, korkusuzca, hiç çekinmeden söyleyip yararlı bir iş yapmış olsak. Ben buna ‘Sanatsal iyilik’ diyorum, hem sanatçıya hem sanat ortamına yapılan iyilik.
Kolay kolay ‘Kral çıplak’ denemeyen bir zamanda anlatmak istediğini en anlaşılabilir şekilde aktararak sanat alımlayıcıların sesi olan, örnek alınası bir eleştirmen yazara, Avelina Lesper’e getirmek istiyorum sözü. Keşke Avelina’lar çoğalsa diyerek hem de.
İlker Kocael ve Güleren Kırnal’ın yöneticisi oldukları ’Çeviri Konuşmalar’ kanalında rastladım bu sanatçıya. İspanyolca’dan çeviriyi Belit Sak yapmış. İyi ki yapmış. İyi ki yayınlanmış. ”Çağdaş Sanat Bir Kandırmacadan Mı İbaret?” başlıklı bu ropörtaj gerçekten ufuk açıcı, düşündürücü. Son dönemlerde modern sanat üzerine yaptığı söyleşilerle gündemde olan "basit olanı karmaşıklaştırmak, onu ilginç kılabilmek içindir.” diyen, bu Meksika’lı sanat eleştirmeni 1973 doğumlu bir kadın. Basit olanın karmaşıklaştırılmasından tutun da içinde bulunduğumuz Modern Sanat ortamı konusunda aklımızı karıştıran pek çok konu hakkında cesur saptamalar yapıyor. "modern sanat bir kandırmacadan mı ibaret?" başlıklı röportajını izlemenizi öneririm. Eleştirel görüşlerini somut örneklerle güçlendiriyor.Ben işaret ettiği,adını verdiği sanatçıları da araştırdım. Ufkum genişledi. ‘Çağdaş Sanat Sahtekârlığı’ adını verdiği bir kitabı var. Kitap İspanyolca. Bloğunda ücretsiz olarak paylaşmış. Keşke Türkçe’ ye de çevrilse ve okuyup aydınlansak. Belki gözümüz daha da açılır. “sanat, herkesin anlayabilmesi için bir açıklamaya, aracıya, ihtiyaç duymayandır’ diyor.- Ropörtaj’ında, bu cümleyi duyduğumda aklıma önce ünlü bir yazarımızın daha kitabı piyasaya çıkmadan kanal kanal tv gezerek romanını anlattığını hatırladım. Gözlerime, duyduklarıma inanamamıştım. Romanını anlatıyor, açıklamalar yapıyor, üstüne üstlük kendisini Tolstoy’ile kıyaslıyor “bu da benim Anna Karanına’m” diyerek kendisini yüceltiyor, romanının hikâyesini okurların anlayabilmesi için önceden hem de ilk ağızdan açıklıyordu. Öylesine böbürlenme, övgü hali yani.-
“sanat, herkesin anlayabilmesi için bir açıklamaya, aracıya ihtiyaç duymayandır’ diyen Avelina Lesper, ropörtajında görüşlerini sıralamaya devam ediyor. ‘Sanatın diğer türlüsü piyasa ya da akademik teamüllerin güdümünde oluşturulmuş, tasdik edilen bir piyasa ürünüdür. Onlar ne estetik ne de teorik olarak hiçbir değeri olamayan, farazi değerlenmiş objelerdir.
Piyasa sempati kazanma peşinde koşan, eser ürettiğini sanan sanatçılarla doludur bu yüzden. Bu piyasayı da, yaratılan algı nedeniyle eleştiremiyorsun, cahil yerine konuyorsun... Çünkü eğer beğenmiyorsan anlamıyorsundur… Bu nedenle sergilenen eserleri retoriğe boğarak estetik değerini anlamsızlaştırırlar. Ticaret ağını ve kara para aklama imkânını devam ettirmek üzere kurulmuş bir sistemin, aslında bir krizin içindeyiz”
Sanat’ı retoriğe boğarak pazarlama konusundaki saptamasını çok önemsiyorum. Çünkü şu andaki sataş pazarında ürünler -ki bunlar çağdaş sanatın tüm dallarını kapsıyor- geniş tanıtımlar, reklamlar ve hakkında laf kalabalığıyla süslü cümleler, alıntılar, ilişkilendirme ve örneklendirmeler, kısaca kurmaca öykülerle tanıtılıp pazarlanıyor. İşte tam da bu laf kalabalıklı ambalajlama, allayıp pullama bazı sanat ürünlerini mezatlarda değerli kılıyor. Hikâyelendirilen anlatımda da gizemli kodlar, şifreler, fıantastik öğeler, cafcaflı anlaşılması zor cümleler, bezemeler var. Retorik, dilin hünerle, seçkin sözcük ve cümlelerle kullanımı sanat pazarının en can alıcı yanını oluşturuyor bana göre. Allayıp pulluyor, fiyat koyuyor ve satıyorsun. Fiyat da alıcının kim oluşu, nerede, hangi mekânda nasıl sergileneceğine göre değişiyor anlatıyor işte Avelina Lesper hem de örneklerle, tek tek, somut verilerle. Organize bir ilişki çağında olduğumuza vurgu yapıp tam da bunu eleştiriyor ve “Kriz içindeyiz” diyerek uyarıyor toplumu. ”Bu böyle sürmeyecek. Binlerce dolara satılan eserler zamanla değer kaybedecek ve hatta kaybetmeye başladı bile” diyor.
Avelina Lesper, içinde bulunduğumuz çağı postmodern, soysuzluk, hakikatsizlik çağı olarak tanımlıyor. Sanatı da sanatsal olmayınca, sanat eserinin/yaratısının zahmetsiz, kolaycı üretimlerce işgal edildiğine işaret ediyor.
Bugün modern ya da çağdaş sanat olarak sunulan şeyin nasıl bir kandırmaca olduğunu açıkça söyleyebilen ve bunu somut örneklerle gösteren Aveline Lesper içinde bulunduğumuz sisteme “Her türlü şeyi sanat olarak satabilen bir sistem’ diyor. “Sistem sanatçıları” diyor. “Sanat olmayanın sanat gibi sunulması” diyor. ‘Tıpkı çevre’nin, Doğa’nın yok edilişi gibi insan aklının da yok edilişinden söz ediyor. Kitlesel aptallık çağında mıyız? Diye soruyor bizlere.
‘Sanat alımlayıcısının kafası çok karışık artık. İnsanlar bilmedikleri için mi anlamıyorlar?’
Beğenmiyorsan anlamıyorsun’ Bu doğru bir saptama, genel görüş? Gerçek böyle mi?
“Sanat emektir. Sanatçı acı çeker, Yüzyıllardır sanat için bedel ödediler, ürettiler. Sanat böyle ucuz değil, böyle kolay, bir çırpıda oluveren. Üzerindeki kirli ceketi askıya asmak’ İşte bu sanat’ demek değil. Bir muzu plastik bantla duvara yapıştırmak altına milyonluk fiyat koymak sanat değil’ gibi laflar edip şaşırtıyor hem sanat üreticilerini hem de sanat alımlayıcılarını.
Sözün özü, Avelina Lesper’in bu suskun, yalnızca övgüye, paraya dayalı sanat piyasası ortamında yaraya parmak basan tepkisel bir söylemi var. Saptamaları beni ziyadesiyle etkiledi, şaşırttı, içime su serpti. Tanımanızı isterim. Hakkında pek çok bilgi var istenirse ulaşılabilen. Zehir zemberek sözleriyle, sanat kurumlarını, okullarını, sanat simsarlarını, Dünya piyasasını, popüler sanatçıları silkeliyor. “Kral Çıplak” derken örnekliyor, tek tek isim veriyor, gösteriyor, işbirlikçi kurum, kuruluş ve aracılara, sanat tüketicilerine bizlere bir yitişin ayak seslerini işaretliyor.
Sanat eseri olarak cafcaflı cümlelerle, açıklamalar ve tanıtımlarla sunulanın aslında bir sanat eseri olmadığını fark ettiğimiz çok olmuştur. Gördüğümüzde şaşırıp kaldığımız, içimizden ‘bu da ne?’, hatta ‘ben daha alasını yaparım’ dediğimizi de olmuştur. Bize sunulanı küçümseme hali işte. Suskunluğumuzun sebebi konu hakkında pek fazla bilgimizin olmayışı, ya da o konuda uzman, eleştirmen olmayışımızdır. Bazen ‘haddimiz de değil’ diye düşünür ‘beğenmedim bunu çünkü estetik değil’ diyemeyiz. Keşke diyebilsek. ’Sanat’tan anlamıyorsun’ yaftası Demokles’in kılıcı gibi tepemizdedir çünkü. Sanat tüketicisi olarak Ayeline Lesper’in içten içe her zaman eleştirdiğin ama konu hakkında bir uzmanlığın, bilgin ve eğitimin olmadığı için bir şey diyemediğin, en önemlisi "anlamıyorsun" yaftasına maruz kalma ihtimali korkusuyla sustuğumuz bir konu hakkında, alanında uzman birinin gerekçeleriyle ve bilgi birikimi ile yaptığı eleştiriyi izleyince derin bir ‘oh’ çekiyorsunuz. Sanat tüketicisi olan bizleri önemsemek gerekiyor. Sözümü Avelina Lesper’ler çoğalsa dileğimi tekrarlayarak bitiriyorum. Keşke!
Yorum
Yorum
Edebiyatta eleştiri olgusu çok kapsamlı biçimde değerlendirilmiş
İnci Gürbüzatik'in Olmayanı Görenler, Kral Çıplak başlıklı yazıs
Yazı bana İsveç'li yönetmen Ruben Öslund'un 2017 yapımı Kare (The Square) isimli filminden bir sahneyi hatırlattı. Filmde ünlü bir küratör, Arjantinli bir sanatçının müzede yapılacak kare konulu bir enstalasyon sergisi için müzenin önündeki tam bir sanat eseri olan heykeli yıktır,yerine bir kare bir alan yapar ve sergi hakkında röportaj yapan gazeteciye "bir çantayı müzeye koyarsanız onu bir sanat eseri yaparsınız, çantayı ordan alıp, şuraya koysam, artık ona sanat eseri diyebilir miyiz" der. Günümüzde sanat,tüm alanları itibariyle,İnci Gürbüzatik'in yazısında vurguladığı gibi üreten kişinin o alandaki yetkinliği sorgulanmak sızın, üstelik de salt bir meta iken, pompalanan reklam ölçüsünde değerli bulunan bir ürüne dönüşmüş durumda, maalesef. Bize düşen: sunulanı kendi beğenimiz,eserle kurduğumuz bağ doğrultusunda değerlendirmek ve elestirimizi çekinmeden yapmak olmalı.
Önemli bir konuyu gündeme…
Önemli bir konuyu gündeme getiren yazınızı gerekli ve değerli buluyorum. Bilimde de sanatta da eleştiri, sorgulayıp değerlendirmenin, yerine göre onaylanmanın ya da olumsuzlamanın özüdür. Temellendirilmeyen yıkıcı eleştiriler kadar hatır ya da satış için yapılan güzellemelerin değeri olmaz ve öncelikle eleştireni eleştirmen yapmaz. Sorgulayabilmek ve eleştiri yapabilmek bilgiyi ve çok yönlü gelişmişliği gerektirir.
Tüm bunlar dikkate alındığında, biz okuyucu ya da sanat alımlayıcılarına da dikkatli olmak, tek yönlü görüşlere itibar etmemek düşer.
Olmayanı Görenler Görmeyenler Bir Çocuk ve...
İnci Gürbüzatik, Değerli, içerikli sanat yapıtları için eleştiri, incelemenin önemine değiniyor.
Çok önemli yapıtlar için örneğin;
"Suç ve Ceza", Roman Rolland'ın,"Jean
Christophe"eserinin olumsuz eleştirisini yapmak, övgüye yer verilmeyecek sıradan yapıtları arş-ı alâya çıkarmanın yersizliğine değinmiş yazar.
Aydınlatıcı yazıları Gürbüzatik gibi
yetkin kalemlerden okumanın gereğine inanıyoruz.
İnci Gürbüzatik'in değerlendirmesi üzerine
Daha önceleri karşılaşmadığım bir eleştirmen yazar Avelina Lesper, sadece onu bize tanıttığı için bile teşekkür etmeliyim İnci Gürbüzatik'e... Kendisi tümüyle kenarda kalarak sözü yazarın yorumlarına bırakmasıyla da ayrı bir değer katmış yazısına. Sanatın piyasa malzemesine dönüştürülmesinin ardından yaşanan keşmekeşe dikkati çekmesi, eleştiri konusunda cesaret aşılamasıyla da önemsenmesi gerekir kanımca. Ama yine de çok az kişi eleştirilmeyi göze alarak eleştirmeyi göze alacaktır. Teşekkürler Gürbüzatik.
Yeni yorum ekle