Bir “Demirin Tavı” Meselesi…

Edebiyat

Bir “Demirin Tavı” Meselesi…

“Talebelerine öğrenme arzusu aşılamayan bir öğretmen, soğuk demiri döven bir demirci gibidir.”

Horace Mann

Kimi zaman kelimeler susar, kulaklarda yankı bulan sadece “âleme Dâvut gibi salınan bir âvaze” olur. Öğretmenin “bâkî kalıp kalmayacağı belirsiz sadâsı” sınıfın duvarlarında dolaşır ama bir türlü yüreklere dokunamaz. Bilgi, havada asılı kalır ne toprağa düşer ne de bir kuş olupuçabilir. İşte tam o anlarda bir tokmak gibi iner zihnimize, “Talebelerine öğrenme arzusu aşılamayan bir öğretmen, soğuk demiri döven bir demirci gibidir.”

Demir, ancak kızıl bir alevle buluşunca şekle girmez mi oysa?Diğer türlü nasıl biçim alabilir, nasıl anlam kazanır? Bu açıdan eğitim, klasik tanımlarının üstünde bir kalbe dokunmaktır; bir bakışı yakalamak, bir sorunun cevabından çok, o soruyu sordurabilmektir. Bir öğretmen, sınıfına girdiğinde yalnızca bilgisiyle değil; sesiyle, duruşuyla, dünyaya bakışıyla da öğretmelidir. Çünkü öğrenmek, yalnızca bilmekle değil, hissetmekle başlar.Bir çocuk merak ettiğinde, gözleri büyüdüğünde, susup derin düşüncelere daldığında öğrenmeye başlamıştır. Tam da o an, demir ısınmıştır. Ve işte o zaman öğretmenin her sözü örsteki ruha bir şekil verir, her cümlesi bir kıvrım, her bilgisi bir iz bırakabilir. Aksi hâlde, en güzel anlatımlar, titizlikle hazırlanmış ders planları, boşluğa atılmış taşlar gibi manasız bir ses olarak geri döner. Üstelik bu yaklaşım, sadece eğitim veya eğitimci açısından değil dünya sürgünümüzdeki bütün uğraşlarımız için bir yol göstericidir. Zira nerede olursanız olun bir kıvılcımlabaşlar her şey. Ve o kıvılcımın nereye sıçrayacağını, nasıl bir yangına dönüşeceğini kestiremezsiniz. Ama bilirsiniz ki o ateş yandığında bir bilgi, bir tohum, bir söz, bir dua hülasası bir başlangıç artık sadece bir yük değil, bir yoldur. Mühim olan bir demircinin neyle çalıştığını bilmesidir: Soğuk bir demirle mi, yoksa kor ateşle dağlanmış biçimlenmeye hazır bir cevherle mi?

Hayat boyu, rollerimiz ne olursa olsun soğuk demiri dövmeye çalışıyor gibi değil miyiz, diğer yandan.Ruhlarımız da öyle… Isınmadan tutuşmaya, tutuşmadan yanmaya çalışıyor. Kor olmadan köze, köz olmadan küle ulaşma sevdamız yüzünden değil mi Anka Kuşuna öykünme safhasını geçemeyişimiz?Ateşini merakla, hayretle, anlam arayışıyla; adalet ve liyakatle harlamadan örse koyduğumuz demirden, Ergenekon Destanı coşkusunu beklemek imkânsızlığında gelecek kaygımız. Hâlbuki iç motivasyonumuzdaki ateşi körüklemediğimiz sürece ne kadar doğru ne kadar yerli yerince söz söylersek söyleyelim, kendimizi nerede ve hangi konumda görürsek görelim ruh örsümüzdeki demir hâlâ soğuktur.

Öyleyse gerçek öğretmen, demiri ısıtan kişidir. Gerçek bir ruh terbiyecisi, ruhun şekil alması için önce yumuşaması gerektiğini bilir. Ve ancak o zaman öğrenme ya da bir iş, bir oluş, bir hareket mecburiyet olmaktan çıkarak bir yolculuğa, bir keşfe, bir varoluş çabasına dönüşebilir... Demirin tavında dövülebilmesi böylece mümkün kılınabilir…

Dr. Seda Artuç Bekteş

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.