Mitoloji, Din, İnanç ve İdeoloji  Üzerine Bir Değini

Deneme

Mitoloji, Din, İnanç ve İdeoloji  Üzerine Bir Değini

Kemal Aslan

Tarihsel süreçte insanlık doğayı, toplumu açıklamak için mitoloji, din, ideoloji ve bilim çevresinde açıklamaya çalışmıştır. İnsan kendi yetmezliğinin, sınırlılığının farkında olması nedeniyle olayları açıklamak ve anlamlandırmak için farklı yollar bulmuş ve geliştirmiştir. Mitoloji, insani özellikler atfedilen Tanrılar aracılığıyla toplumu, doğa olaylarını açıklamak açısından başvurulan ilk yol olmuştur. Tanrılar aracılığıyla hem doğa hem toplum olaylarının açıklanması mitoloji sayesinde mümkün olabilmiştir. Kutsalı metafizik alem çerçevesinde anlama ve anlamlandırma girişi olan mitoloji insanın sahip olmadığı, sahip olamayacağı  yeteneklere sahip olan Tanrılar aracılığıyla sorunların nedenini, kaynağını ve sonuçlarını açıklayabilmiştir. İnsanların beklenti, istek ve arzularına yanıt veren mitoloji, onun davranışlarının, geleneklerinin ve ritüellerinin ilk örneklerinin metafizik alemde var olduğunun kabulünü içerir. Bu çerçevede insanın davranışlarını ve oluşturduğu toplumsal yapıyı meşrulaştırır (1). Mitoloji insanın dışında insandan farklı yetenek ve güce sahip ve insanın kaderini elinde tuttuğu, bu kaderi yönlendirebildiği bir gücün varlığının kabulünü içerir.

Dinin, her toplumda var olduğu görüşü kabul edilmektedir. Freud, dinin insanın kendi dışındaki doğa güçlerine ve kendi içindeki güçlere -içgüdü- karşı çaresizliğinden kaynaklandığı görüşündedir (2). Freyer, dinin toplumlarda yaygın bir olay olduğunu, ilkel toplumlarda toplum yaşayışının ve örgütlenmesinin başlaması ile dinin ortaya çıktığını belirtir (3). Toplum yaşayışının olması için birada olunması ve örgütlenme zorunluluktur. Örgütlenmenin olduğu yerde hiyerarşi, otorite ve yöneten-yönetilen ilişkisi ve iş bölümü zorunludur. Yani toplumsal farklılaşmanın olduğu bir aşamada din devreye girmektedir. Zaten, dinin her toplumda olduğuna ilişkin ilişkin yeterince tarihsel kanıtlar da bulunmamaktadır. Örneğin bilim dünyasında günümüzden 13 bin yıl öncesi kurulan ilk yerleşim merkezi olduğu kabul edilen Göbeklitepe’deki buluntular bir ibadet yerine işaret etmektedir. Yerleşik yaşama geçilmeden önce inançlara yönelik buluntular henüz ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla bu tür önermeler doğrulanmamış olarak şimdilik kabul edilebilir. Bu kabulün bir başka içermesi de insanın inançsız bir biçimde kendi sınırlılıklarını aşan bir yüce varlığa inanmadan yaşamını sürdüremeyeceğidir. Dolayısıyla insan insanın kendi varoluşunu, yaşadığı dünyayı, evreni açıklamada elinde yeterince bilgi, veri olmadığı zaman bu eksikliğini inanç üzerinden giderebildiği varsayılmaktadır.

Toplumsal yaşamın daha basit araçlarla sürdürüldüğü, ihtiyaçların sınırlı olduğu dönemde daha çok görünür, doğa temelli bir inanç varlığını sürdürmüştür. Tarihsel süreçte toplumun karmaşıklaşması, iş bölümünün farklılaşması, yeni mesleklerin ortaya çıkmasıyla birlikte örgütlenmiş inanç sistemi olarak önce çok tanrılı daha sonra tek tanrılı dinler ortaya çıkmıştır (4).

Bir üstyapı kurumu olan dinler, toplumsal birlik ve bütünlüğün sağlanmasında rol oynamıştır. Her din, bir inanç sistemi ve önün örgütlenmesi temelinde kişisel ve toplumsal ritüellere dayanmaktadır. Russel, bu gerçekliği büyük tarihsel dinlerin her birinde kurum, öğreti ve kişisel törelere dayalı üç öğesi çerçevesinde açıklamaktadır (5). Özellikle Tek Tanrılı dinlerde öğreti, Tanrı’nın sözü olarak kabul edilen Kutsal Kitaba dayanmaktadır. Tanrı’nın sözü vahiy yoluyla peygamberler aracılığıyla inanlara iletildiği kabul edilmektedir. Dinin örgütlenmesi ise kurumsal yapılanma çerçevesinde olmaktadır. Semavi dinlerde bu kilise, cami, sinagog gibi kutsal sayılan mekanlar çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bu kurumlarda rahip, papaz, imam, haham gibi din adamları görev yapmaktadır. Dinlerin kurumsallaşmasının en önemli ayağı ise ona inanların oluşturduğu cemaatlardır. Cemaati olmayan bir din varoluşunu sürdüremez. Din, Tanrıya ve onun emirlerini içeren Kutsal Kitaba ve  tartışmasız biçimde kulluk içeren itaat  ve sadakate dayanmaktadır. Din, her şeyi yaratan ve kontrol edenin ilahi ve aşkın bir gerçeklik olduğunun kabulüdür. Yani din her şeyi yaratan ve yasalarını koyan bir Tanrının varoluşunu ve vahyi tartışmasız kabulünü içerir (6). Buna uymayan inanan biri dinden çıkmış sayılmaktadır.

Ritüeller ise doğum, ölüm, evlenme, ibadet gibi  bireysel ve toplumsal olaylarda uygulanmaktadır. Bu uygulamalarda dinsel gelenekler ve kabuller çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Yaşanılan hayat ne kadar acımasız olsa da ne kadar yokluk ve yoksulluk çekilse de din inanana bu dünya dışında öteki dünyada -cennet- daha iyi bir hayatı önermektedir. Bu hayatın bir imtihan olduğu, Tanrı’nın sonsuz niyetlerine cennette kavuşulacağı hatta birey olacağı vaat etmektedir. Bu dünyada sınırlı yaşamında kul olan inanan ancak  sonsuz yaşamın olduğu öteki dünyada -Cennet’te- birey olabilecektir.  

Din, Tanrı’nın sözü olarak kabul edilen kutsal çerçevesinde inancı sistematik hale getirmiştir. Eliade, dinlerin temelinde kutsal (sacre) ile kutsal dışının bilinmesinin yattığına işaret eder. Eliade şu saptamada bulunur: “İnsan kutsalı öğrenir, çünkü kutsal tezahür eder, kutsal dışından tamamen farklı olarak kendini gösterir.” Eliade, Kutsalın kendini göstermesini hiyerofani olarak adlandırır. Dünyada yaşamak için onu kurmak gerektiğini görüşünde olan Eliade, kutsalın tezahürünün dünyayı ontolojik olarak kurduğunu belirtir (7).

Her din hem kapsayıcı hem de dışlayıcıdır. Kapsayıcılığı o dinin hükümlerine uyanlar ve o dini kabul edenleri yani bizi içermektedir. O dini kabul etmeyen başka dine inanlara ise dışlayıcı ve ötekileştirici bir bakış açısı söz konusudur. Uzun yıllar dinler arasında süregelen günümüzde de görece gelişmemiş ülkelerde devam eden dinsel çatışmalar bu tür değerlendirmeden kaynaklanmaktadır. Kökeni tarihsel sürece dayanan bu çatışmaların insanlık tarihinde orta vadede çözülmesi mümkün görülmemektedir. Batı ülkeleri uzun din savaşı ve dinin kamusal alandaki yerini sınırlayan sekülerleşme süreciyle bu konuyu önemli ölçüde kendi içinde -Hırıstiyanlık çerçevesi- halletmiştir. Müslüman toplumların bu konuda henüz yolun başında olduğu, atılacak çok adımların olduğu İŞİD ve DAEŞ olaylarıyla da akıllardadır.

Sosyolojinin kurucuları arasında yer alan Saint Simon, kapitalizmin görünür olduğu dönemde yaşanan acılara yönelik önerdiği yeni bir din gerçeklik kazanamamıştır. Keza, Auguste Comte’un üç hal yasası çerçevesinde -teolojik, metafizik ve pozitif aşama- önerdiği yeni din de taraftar bul(a)mamıştır.

Bireyin hem mikro hem de makro ilişkilerinin çerçevesini belirleyen din hem özel hem de kamusal alana ilişkin kuşatıcı hükümler içirmektedir. Bu hükümler günah, sevap, iyilik, kötülük, suç ve ceza, adalet gibi kavramsallaştırmalar doğrultusunda gündelik yaşamda görünürlük kazanmaktadır. Dinin toplumsal yaşamı kuşatması, ona inanların -cemaatin- o hükümlere uyması ve uygulamasıyla mümkündür. Uygulamada farklılıkların ortaya çıkması farklı cemaat ve tarikatların doğmasına yol açmıştır. İngiltere’de ABD’de 1945’ten bu yana sayıları binlerle ifade edilen tarikatlar ortaya çıkmıştır. Bu insanlığın yaşadığı sorunlara karşı çare bulamadığının ve böyle bir yönelimin kapitalizm koşullarında insanın insanlaşmadığı süreçte devam edeceğinin de bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Sosyal bilimlerin en kaygan kavramı ve Grekçe ‘eidos’ ve ‘logos’ sözcüklerinin birleşmesinden oluşan ideoloji kavramı, Destutt de Tracy tarafından 1880’lü yılların başında yeni düşünceler bilimi olarak tanımlanmıştır. O dinsel ya da metafizik önyargılardan bağımsız olarak fikirlerin kökeninin rasyonel biçimde araştırılmasının adil ve mutlu bir topluma giden yolu açacağı düşüncesindeydi (8). Tarihsel süreç içinde bu kavramın içeriği sınırları, kapsamı çok tartışıldı, 1950’lerden sonra Daniel Bell’in İdeolojinin Sonu; 1980’lerden başlayan neo-liberalizm ile somutluk kazanan ve Fukuyama tarafından Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabıyla kapitalizmin zaferinin ilan eden çalışmasıyla ideolojinin yok sayıldığı bir süreç günümüzde egemen çevreler tarafından dillendirilmektedir.  Eagleton da şimdiye kadar kimsenin ideolojinin tek ve yeterli tanımına yapamadığına işaret eder (9). İdeoloji, inanç sistemi, yanlış bilinç, toplumsal pratiklerin temeli ve toplumsal biliş, toplumsal temsiller, değerler çerçevesinde açıklanmaktadır (10). İdeoloji, siyasal, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, etik, estetik fikirlerin tümünü kapsayan toplumsal bilinç olarak tanımlanmaktadır (11). Cevizci, bir döneme ya da toplumsal bir sınıfa özgü inançlar bütünü olan ideolojinin siyasi ve toplumsal eylemi yönlendiren düşünce, inanç ve görüşler sistemi olarak tanımlar (12). Oskay, “ideoloji dünyayı bugün var olduğu durumuyla olumsuzlamamakta; tersine dış dünyanın bugün var olan düzenlenim biçimini olumlu saymakta; ona süreklilik ve güvence sağlamaktadır” görüşündedir (13). Bu tanımlar, ideolojinin bireyin yaşadığı toplumu ve onu kuşatan ortamı (toplum, doğa) akıl temelinde açıklama ve anlamlandırma çabası olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşamın karmaşıklaştığı, bilginin biriktiği ve farklı alanlarda yeni bilim dallarının ortaya çıkmasının öncesinde kapitalizmin geliştiği 19’uncu yüzyılın başında ideoloji kavramının ortaya çıkması tesadüf değildir. Zira, görünür olanın toplumun, doğanın, ilişkilerin, davranışların yani topluma ve dünyaya ait olanın açıklanmasına ihtiyaç vardır. İdeoloji bu ihtiyacı karşılamıştır. Bireyin doğaüstü güçlere başvurmadan olan-biteni kavraması, yorumlaması, anlamlandırması ideoloji sayesinde mümkün olmuştur.

Her ideoloji, kapsadığı kesimlere yönelik bu dünya içinde mutluluk arayışının mümkün olabileceğini dünyevileştirme çerçevesinde yapmaktadır.

Yöneten-yönetilen ilişkisinin olduğu ve olacağı her dönemde hayata farklı bir toplumsal arayışın, yönelişin bakışı olarak ideoloji de var olacaktır.

 

Kaynakça

  1. Şinasi Gündüz (2018), Mitoloji ile İnanç Arasında Ortadoğu Dinsel Gelenekleri Üzerine Yazılar, Gözden Geçirilmiş Yeni Baskı, İstanbul: HİKAV Yayınları, ss. 37-38
  2. Erich Fromm (1991), Psikanaliz ve Din İnsan Bir Tanrı mı? 2. Baskı, Çev., Aydın Arıtan, İstanbul: Arıtan Yayınevi, s. 26
  3. Hans Freyer, Din Sosyolojisi, A.Ü, İlahiyat Fakültesi, 1964, s.31’den aktaran: Baykan Sezer (2017), Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, İstanbul, Doğu Kitabevi, s. 47
  4. Baykan Sezer (2017), Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, İstanbul, Doğu Kitabevi, ss. 47-85
  5. Bertrand Russel (1994), Din ile Bilim, 6. Baskı, Çev. Akşit Göktürk, İstanbul: Say Kitap, s.12
  6. Ahmet Cevizci (1999), Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları, s. 463
  7. Mircea Eliade (2019) Kutsal ve Kutsal Dışı Dinin Doğası, Çev. Ali Berktay, İstanbul: Alfa Basım Yayın. San. Tic. Ltd. Şti., s.15 -22
  8. David McLellan (2005), İdeoloji, Çev. Barış Yıldırım, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 6
  9. Terry Eagleton (1996), İdeoloji, Çev., Muttalip Özcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 11
  10. Teun Van Dijk (2003), “Söylem ve İdeoloji Çokalanlı Bir Yaklaşım”, Söylem ve İdeoloji mitoloji, din, ideoloji, (İçinde ss. 13-112), Hazırlayan: arış Çoban, Zeynep Özarslan, İstanbul, Yayınevi.
  11.  N.S Aşukin vd. (1979), Politika Sözlüğü, Çev. Mazlum Beyhan, İstanbul: Sosyal Yayınlar, s. 104
  12. Cevizci (1999), a.g.e. s. 448

 

  1. Ünsal Oskay, Tek Kişilik Haçlı Seferleri, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2000, s. 286

 

*Dr. Öğretim Üyesi Haliç Üniversitesi

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.