Her Hikâye Kendinin Hikâyesidir

Edebiyat

Her Hikâye Kendinin Hikâyesidir

Yaz yağmuru az önce dinmiş ve odanın yarım açık camından içeriyi doldurarak ortamı daha önce kaplamış olan lavanta kokusuyla birleşen toprak kokusu güzel, ferahlatıcı ve ruha dinginlik veren bir rayiha oluşturmuştu. İnsanın yaratılışındaki bu içerik, bilmiyordu bu kez neden böyle etkileyiciydi…

Masum bir çocuğun terinin dahi kokmaması, saflığına nasıl bir kanıtsa gözyaşındaki samimiyet de öyle dokunaklı gelirdi insana. İnsanın gerçeği neler gizliyordu ve gizlenip içten içe büyütülerek yetişkin olan kişiler, nasıl oluyordu da vicdanlarını bu kadar köreltebiliyorlardı? İşte, az önce dinen yağmurun doğurduğu toprak kokusu ile lavantanın keskin esintisi bu sorularla çalınıp duruyordu burnuna. Küreselleşen dünyanın sınırları, katledilen çocuklara üzülen vicdanlar ölçüsünde ulusallaşıyordu ve kendi hikâyesi olan hikâyeleri doğuruyordu.

Dokunaklı bir yazıyı düşlemek, hisli bir çocuğu büyütmek gibiydi. İnce ince işleyip sık sık dokumak misali yani. Bin bir emek, onca çile… Üstelik sonunu düşündüğün hâlde bir gizeme koşmaktan farksız. Giriş, gelişme, sonuç: Genelde sonuç girişe bağlıdır; yine de gelişme sonucu doğurur. Neyse işte, lavantalı toprak kokusu yahut yağmurun esintisine karışan lavanta rüzgârı… İnsana ait bir şeyler barındırıyor derinlerinde. Bir hikâyenin hayal bekçisini aramakta oysaki son günlerde. Bazen ansızın insanın diline takılan bir şarkıya benzer yazma arzusu: Serim, düğüm, çözüm. Serimden düğüme geçip orada dolanıverir kişi birdenbire… Bilemez çözüme giden düğümün nerede kör olduğunu.

Ancak son birkaç aydır dikkatini çeken ve nahoş bulduğu bir durum vardı: Sosyal medya teşhirciliği. Her gün onlarca “story” paylaşan ve bu storylerin bomboş içeriklerinde sadece bedenini göze sokmak isteyen genç yaşlı, kadın erkek; çeşitli meslek gruplarına mensup çokça kişi… Sahi bir insan niçin en mahrem yerlerinin dahi açık olduğu fotoğraflarını diğer insanlara sunmak istesin ki? Bu ihtiyacı neden hissetsin? Ya da bütün ideolojilerin, inançların, mezheplerin ve görüşlerin ötesinde bu kadar tene, bu kadar yarı çıplak bedene gözlerimiz niçin maruz kalsın/kalmalı mı? Kış mevsiminin kahveyle çekilen yarı buçuk okunmuş (!) kitaplı fotoğrafları yerini kollu, bacaklı, ayaklı, parmaklı kitap fotoğraflarına bırakmış vaziyette. Neden? Topluma, geleceğe ve millî kimliğe böyle mi bırakacağız kültürel değerlerimizi? Bu şekilde mi rol model oluyoruz, o bir türlü beğenemediğimiz yeni nesillere? Hikâyemizin hikâyesi bu mu gerçekten?

Koskoca bir yaz mevsimi, güze kavuşmada şimdilerde. İnsan, tabiatına uygun olarak şaşırtmada kendi cinsini. Her hikâye, kendinin hikâyesi olmaya yaraşır şekilde insandan ve onun türünden yola çıkıyor. Mesela, kışın okullarda ders anlatan bir öğretmen, yazın bikini ile sosyal medyada boy gösteriyor öğrencilerine. Sonbaharda kültür ve medeniyet hakkında söylev verecek olan bir yüksek öğretim hocası, alkol aldığı fotoğrafları yaz günlerinin sözüm ona doğasına uygun olarak, medyada servis etmekten imtina etmiyor. Muasır medeniyetlerin evrensel değerleri dahi böyle cehaletlere müsaade etmez hâlbuki. Bir şeyi yapma/yapabilme özgürlüğü ayrı şey, yaptığını teşhir etme hürriyeti apayrı bir şeydir. Belki de gerçek bir medeniyetin ve manevi inançların dahi üstünde bir ahlak anlayışının tezahürünü idrak gerekli. Aksi hâlde nasıl hissedilecek, lavantalı toprak kokusu yahut yağmurun esintisine karışan lavanta rüzgârının insana dair bir şeyler barındırdığı derinlerinde… Her Eylül de her hikâyenin olduğu gibi kendi yazdan kalma kırık dökük hatıralarıyla kavuşur bir zemheriye… Dokunaklı bir yazıyı düşlemek, hisli bir çocuğu büyütmek gibi bir şey demişti. Hür fikrin, hür edebiyatına özgü metinleri kovalıyordu zihni, her hikâyenin kendi hikâyesi olduğunu ve çiğ süt emmiş insan nesnesinin bu hikâyelerin baş kahramanı olduklarını fısıldayarak…

Dr. Seda Artuç Bekteş

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.