Öksüz ve Necip Türkçemiz Üzerine
Sahi bir televizyon programında yapılan türkü okuma yarışmasında jüri üyelerinden birinin her söze “yav ben aslında…” diye başlaması sizi hiç rahatsız etmiyor mu? Dünya’da, çeşitli lehçeleri ve ağızlarıyla iki yüz milyardan fazla kişinin konuştuğu bir dilin bu kadar hoyratça kullanılması, Türkçeye yapılan bir haksızlık değil mi?
Ana dilini hakir görmek, insanın hem kendi nesline hem de gelecek nesillere yaptığı en büyük kötülük gibi geliyor bana. Bir de estetikten uzak bir benzetme dillere pelesenk olmuş ki sormayın: Türkçe lastik gibidir nereye çekerseniz oraya gider! Öyle değil üstadım, Türkçe ne lastiktir ne de nereye çekerseniz oraya gider. Türkçenin, sınırları net olan kaideleri vardır. Kelimelerin vurgusu son hecededir, lakin telaffuz sırasında cümlede hangi kelimeyi vurgulamak isterseniz ona göre seslendirme yaparsınız. Türkçede cümle dizilişi, ekler, tamlamalar ve bilumum bilimsel kurallar yerli yerindedir. İfade zenginliği, kavramsal karşılıklar, mecazlar doğru kullanıldığında şaheser niteliğinde edebî ürünler ortaya çıkması bu sebeple çok tabiidir.
Ancak henüz okumayı ve dinlemeyi öğrenemeden konuşma faslına geçmeyi modernleşme addeden insanoğlu, ne yazık ki kendi ilkel dünyasında Türkçeyi lastik yapıp keyfince bir yerlere çekmeye çalışmaktadır. Neticede başta televizyon programı yayıncıları olmak üzere kamu çalışanları, öğrenciler, esnaf ve en vahimi eğitimciler dahi Türkçeyi şuursuz bir şekilde kullanarak garip ve anlaşılması güç bir dil hâline getirmektedir. Ve sonra:
“(…) toprağı korumak adına (için) üstlenmemiz gereken sorumluluklar vardır. Felsefeye dönmek adına (amacıyla)çok hatalı çalışmalar yaptılar.(…) göre değer yaratmak adına (amacıyla) birtakım hususi değerler görmezden gelindi” ifadelerine sıkça rastladığımız sözüm ona akademik yazılar…
Beraat Gecesi’ni idrak etmek yerine Berat Gecesi’ni idrak eden insanlar…
“Kapı beyaz kolu” demek nasıl mantıksız oluyorsa “içişleri eski bakanı” demenin de o ölçüde mantıksız olduğundan bihaber “her şeyoloji” uzmanları…
İkindi “namazını müteakip” defnedilecek mevtayı ikindi “namazına müteakip” defnedenler…
Sayın başkanın “kürsüyü teşriflerini” sayın başkanın “kürsüye teşrifleri” olarak telaffuz edenler…
Bir dizide “Obalardaki beyler gaflet ve delalet içindedir...” cümlesi geçerken aslında delalet kelimesininkılavuzluk, iz, işaret gibi anlamlara geldiği; dolayısıyla bu replikte sapkınlık, doğru yoldan ayrılma gibi anlamlara gelendalalet kelimesinin kullanılması gerektiğini fark etmeyen ancak her gün beş vakitte kırk kez “ve leddâllîn âmin” diyenler…
Birine “ince, duygulu, hassas”anlamında iltifat edecekken nahif demesi gerekirken naif diyerek ve bu kelimedeki a harfini uzun okuyarak aslında nasıl bir yanlışa düştüğü hususunda hiçbir fikri olmayanlar…
“Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” atasözündeki “kibarlar” anlamında kullanılan kelimeye “zürafa” diyerek özlü sözü anlamsızlaştıranlar…
“…yapıyormuştu, geliyormuştu, söylüyormuştu…” gibi kullanımlarla Türkçeye gereksiz zaman kalıpları kazandırmaya çalışanlar…
Bütün bunların ve misalleri çoğaltılabilecek diğer hatalı kullanımların farkında olmadıkları gibi bilerek ya da bilmeyerek yaptıkları bu yazım ya da telaffuz yanlışları için en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edemeyenler, dahası bu işin ehemmiyetinin farkına varamayanlar ne yazık ki Türkçenin söyleyiş ve ifade zenginliğine gölge düşürmektedir.
Hâlbuki Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türkçe katında yaşarken “Türkçem benim, ses bayrağım” diyordu. Yine bu doğrultuda 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden sayılanAvusturya doğumlu filozof ve matematikçiLudwig Josef Johann Wittgenstein’ın, dilimin sınırları kimliğimin sınırları, kimliğimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” sözü hemen herkesin işittiği bir ifadedir. Ünlü Filozof mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. Onun bu ifadesi şüphesiz dilin, düşüncenin ifade aracı olduğu gerçeğinin somut bir delilidir. Zira bir milletin dili fakirleşirse düşünce dünyası da kısırlaşır, düşünce dünyasının kısırlaşması demek sanatçıların ruhlarının nahifliğini yitirip sanat eserlerinin naif bir hâle gelmesi demektir.Sadece birkaç yüz kelimeyle düşünen ve hayatlarını buna göre idame ettiren insanların köklü ve kalıcı bir medeniyet inşa etmesi beklenemez. Çünkü bir milletin en büyük zenginliği millî ve manevi değerlerinin temsilcisi olan dilinin gücüdür. Dolayısıyla Dağlarca veWittgenstein’in yukarıda bahsedilen sözlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Hülasa etmemiz, Öksüz ve Necip Türkçemize yapılan farklı konulardaki haksızlıkları bir başka yazıya bırakmamız gerekirse akıl, ruh ve gönül dünyamızın sesi olan dilimiziözensiz, hoyrat, şuursuz kullanırsak o dünyayı da basitleştirir ve fakirleştiririz."Kamus namustur" derler Atalar, nur içinde yatalar… Dilde özensizliğe müsamaha gösteremeyiz. Bu hususta bir teneşir odunu kadar sert olmalıyız!
Dr. Seda Artuç Bekteş
Yorum
Türkçemiz üzerine
Düşüncelerinize katılıyorum,bir toplumun en önemli varlığı insandır, Dili de en değerli kültürel ürünüdür,Ona sahip çıkmalı , gelişip büyümesine özen göstermeliyiz.Birey olarak kendimizi , ailemizi , çevremizi her yönden geliştirmeliyiz.tıp fak , işletme fak, felsefe lisans mezunu, ODTÜ bilgisayar müh aftan yararlanan hazırlık bölümü kayıtlı öğrencisiyim. Selamlar, saygılar
Yeni yorum ekle