“Sosyal Çürüme” Söylemi Bir Motto mu?
Şehit Polis Memuru Şeyda Yılmaz… Ümraniye İstanbul’da, henüz 19 yaşında olmasına rağmen suç makinesine dönüşmüş birini gözaltına almaya çalışırken şehit düştü. Bizim Yunus’un “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm/Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi…” dizeleri, hislerimize bir nebze tercüman olurken; toplumsal şiddetin ne yazık ki artık her yerde ve her koşulda karşımıza muhtelif biçimlerde çıkıyor olması, sosyal duyarlılığa sahip herkesin konuyla ilgili kendince ses getirmesi sonucunu doğurdu. Kolluk kuvvetlerimizin kahraman neferlerinin, vatan savunmasında ya da millet müdafaasında şehit olmaları, sebebi ne olursa olsun şüphesiz bağrımıza ateş düşürür. Ancak son yaşanan hadiselerin diğer şehadetlerden bir farkı olduğu açıktır ve şudur: Toplumsal şiddeti destekleyen bireysel silahlanmanın bilinçsizce yapılması ve eğitimsizlikle birleşen câhil cesaretinin, milletin huzurunu ve güvenliğini artık tehlikeye atacak şekilde yaygınlaşması sorunu!
Maarifimizin gün geçtikçe, teknolojik gelişmeler ilerledikçe ve gerek sistemsel olarak gerek uygulayıcılar ekseninde çokça problemle boğuştuğu aşikâr. Ancak bütün değerler ve siyasete kurban edilen bütün özverili fikirlerin ötesinde, eğitimimizin gelecek nesillere maalesef öğretemediği bir şey var: Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye vasiyetinde belirttiği “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” düsturu… O hâlde insanı yaşatmak için gerekli şartların sağlanabilmesi neye bağlı?
Toplumsal olarak “her şeyi bilme” hastalıklarımızın türlerinden biri de “bakkal amcadan tutun da pazardaki teyzeyekadar” herkesin eğitim sistemimiz hakkında ileri geri konuşmaktan imtina etmemesidir. Hâlbuki bu hususta konuşması gereken, fikir üretmesi gereken asıl kişiler birbirleriyle hiyerarşik kavgalara tutuşmaktan mütevellit bu konuları tartışmaya fırsat bulamayan üniversite hocalarıdır. Yine de maarifimizde eksik bir şey olduğu hususunda çok şükür(!) toplumun her kesimi hemfikirdir. Öyleyse geriye bir şey kalıyor: O da bu kanayan yaraya “kimin, nerede, nasıl, neden, niçin, ne zaman” çare bulacağıdır? Nitekim bir probleme çözüm bulabilmek için önce “yanlışa yanlış” demek gerekir. Hatayı kabul etmek gerekir. Yani “değerleri” değersizleştirip sonra yaygara koparmanın pek de işlevsel olmadığı yaşanan acı tecrübelerle yeterince kanıtlanmıştır. Öncelikle bunun idrakine varmak lazımdır. Mesela bilgiye ancak cahillerin karşı çıkacağı artık kabul edilmeli, yirmi birinci asrın ilk çeyreği neredeyse bitecekken akıl ve ilim ihmal edilmekten vazgeçilmelidir. Zira gidişat, kelime bilgisi olmadan etkin dil kullanımı yapılamadığından şikâyet etmeye; cümle bilgisi olmadan üst düzey düşüncenin gelişmediğinden yerinmeye ulaşan bir kısırdöngüye doğru gitmektedir. Diğer yandan ihtiyaçlar hiyerarşisi düşünüldüğünde, henüz güvenlik ve adalet ihtiyacı karşılanmamış kimselerin kendilerini gerçekleştirmesinin imkânsızlığından bahsetmek sanırım gereksiz olur.
Konuyla benzer doğrultuda Prof. Dr. LoannaKuçuradi:
“Okullarda felsefe öğretsek 20 yıl sonra farklı bir Türkiye olur. Bilgisizliğin yarattığı sonuçlar yüzünden acı çekiyoruz. Mesleki eğitimden önce ‘insanlaşma eğitimi’ verilmeli.” diyor. Buradaki insanlaşma eğitiminden kasıt şüphesiz ki bireylere insan olmanın anlamının, etik değerlerin ve toplumsal sorumluluk bilincinin öğretilmesidir. Özünde, toplumun teknik bilgiye sahip olmasından çok, ahlak ve insan odaklı bireyler yetiştirmesini vurgulayan bu düşünce asrımızın hastalığı hâline gelen ve son zamanlarda sıkça kullanılan “sosyal çürüme” kavramı için bir çözüm yoluna karşılık gelebilir. Bilgisizliğin yarattığı acılar ifadesi ise günümüz insanının mücadele etmeye çalıştığı çatışmalar, ayrımcılık, şiddet ve bilumum sosyal olumsuzlukların sonucu olarak addedilebilir. Bu şekilde değerlendirildiğinde aslında Kuçuradi, köklü bir eğitim reformuna vurgu yapıyor. Bu da toplumun hemen her kesiminden kişinin diline pelesenk olan “Bir sosyal çürümeye doğru gidiyoruz/ Sosyal çürüme yaşıyoruz vs.” gibi ifadelerin sıkça duyulmasının esasında büyük bir maarif meselesi olduğunu hatırlatıyor. Bilim ve felsefenin ışığında millî kültür ile değerlerden beslenen ancak uygulamada da katı bir disiplin gerektiren gerçekçi bir maarif disiplini inşa edilmesi şart görünmektedir. Ancak toplumsal şiddetin artması ve bunun artık toplumun bütün kesimlerine muhtelif biçimlerde yansıması gerçeği kısmen de olsa kabul edilmeye başlamıştır. Yani nihayet “yanlışa yanlış” denilebilmektedir. O hâlde geriye, tespit edilen bu yanlışın kaynağını bularak ona çözüm bulmak kalmaktadır. Fakat bu çözüm, eğitim camiasının “Xçiler ve Yciler” şeklinde ikiye bölünerek çeşitli platformlardan birbirleriyle kavgaya tutuşması yoluyla çözülecek gibi görünmemektedir. Ayrıca, ailelerin çocuklarının gelecek planlarına “bu ülkede yaşanmaz” manşeti atması ile de çözülecek değildir. Zira bu elim olaylara sebep olan nesil gökten zembille inmemiştir. Bu cânım ülkeyi sözüm ona yaşanamayacak hâle herhâlde üç harfliler getirmemiştir.
Henüz bu yazıyı tamamlayamadan 19 yaşında başka bir gencin iki arkadaşını katlettiği haberi ile uyanıyoruz güne… Sosyal çürüme söyleminin bir motto olmaktan öteye geçtiğini kanıtlar gibi havadisler peş peşe… Haydi öyleyse eğitim davamızı icraata geçirelim! Bu taşı kaldırmaya bir el verin!
Dr. Seda Artuç Bekteş
Yeni yorum ekle