Estetiğin Yenilgisi: Minimalizmin Utkusu

Genç Düşünce

Estetiğin Yenilgisi: Minimalizmin Utkusu

Zübeyde Korkmaz


Estetiğin tarihi, aslında sanılandan da eskiye dayanır. İnsan ırkının yerleşik yaşama
geçmeden, henüz avcı-toplayıcı olduğu on iki bin yıl önce tonlarca ağırlıktaki taş sütunların dikey biçimde toprağa dikilerek Mısır piramitlerinden binlerce yıl önce inşa edilen ve tapınak olduğu sanılan Göbeklitepe’nin t biçimli sütunlarında bile estetik kaygının güdüldüğü görülür. Yerleşik yaşama bile geçmemiş, inşa ettiği yapılarda yaşamayacak olan ve hala kıtadan kıtaya yürüyen insan ırkı; inançların bile var olmadığı bir zamanda niçin tapınak inşa etmiş ve inşa ettiği tapınakta niçin estetik kaygı gütmüş olabilir? 

Neolitik çağda, dokuz bin yıl öncesinde, yerleşik yaşama geçilen ilk yerleşim birimi olan Çatalhöyük’te insanlar evlerinin duvarlarını aşı boyasıyla niçin süslemiş olabilirler? Ölen bebeklerinin el ve ayak bileklerini niçin renkli boncuklarla bezeyerek gömmüş olabilirler? Gordion’dan çıkarılan işlemeli masalar, tabureler, maşrapalar, günümüz çengelli iğnelerinden kat kat daha fazla gösterişli tunç fibulalar, kazanlar, giysiler, bilezikler ve mühürler yalnızca iş görmesi için yapılmakla yetinilmeyip niçin süslenmiştir? 

Sümerler, Hititler, Urartular, Babilliler, Akadlar, Frigler, Kıptiler (Mısırlılar), Grekler, Romalılar ve daha sayılamayacak kadar çok antik uygarlıklar yaptıkları en büyük yapılardan, tapınaklar, mezarlar ve saraylardan; kullandıkları basit iğne, düğme, mutfak ve diğer günlük gereçlere kadar somut her ürünün, yalnızca yapması gerektiği işi yapabilmesini yeterli bulmayıp, aynı zamanda göze de hitap etmesi için estetik kaygı güderek onları süslemişlerdir. 

Antik çağlarda insanların temel amacı hayatta kalmak ve soylarını sürdürmek iken, süslemek gibi oldukça keyfi olan bir eylemi, yaptıkları her ürün üzerinde kullanmaya niçin gereksinim duymuşlardır? Bu sorunun yanıtı, sorunun içindeki bir sözcükte saklıdır; “gereksinim”. Çünkü estetik, insan için bir gereksinimdir. 

İnsan; yirmi birinci yüzyılda ileri teknolojisi, gelişmiş beyni, tıbbın gelişimiyle birlikte sağlamlaşan bedeni ve yaşam tarzıyla antik insanlardan birçok konuda ileride olsa da, estetik konusunda her geçen gün antik insanlardan daha da geriye gitmektedir. Üstelik bu durum, modern insanı hiç rahatsız etmemekte. 

Dünyanın hangi döneminde, yerleşim birimlerinde daha az yer kaplaması ve daha çok insan barındırması amacıyla estetikten vazgeçilerek, pencereli yüksek hapishaneler (!) inşa edildiği görülmüştür? 

Hangi çağda kapı tokmakları yalnızca tıklatma işlevini yerine getirme amacıyla yapılmıştır? 

Hangi çağda giysi iğneleri yalnızca kumaşı birbirine tutturmak amacıyla yapılmıştır? 

Hangi çağda kemer tokaları yalnızca birkaç metal çizgiden ibarettir? 

Hangi çağda bardak yalnızca sıvıyı içinde tutabilme amacıyla yapılmıştır? 
Eğer öyleyse, Nevali Çori’nin, Hassekhöyük’ün, Hallançemi’nin, Troya’nın, Tell Açana’nın halaf ve ubeyd kültürlü işlemeli kil çanak çömlekleri hangi kategoriye koyulmalı? Roma’nın renkli ve işlemeli cam bardakları hangi kategoriye koyulmalı? Mısırlıların som altından yaptığı kadehleri ve İskitlerin yine som altından yaptığı atlı savaşçı figürlü tarakları hangi kategoriye koyulmalı? 

Yalnızca Anadolu toprakları altından çıkarılan ve buluntularının sayısı milyonları geçen antik eşyaların, mezarların, tapınak ve sarayların her biri istisnasız estetik kaygı güdülerek üretilmiş. On iki bin yıl önce sütunları hayvan figürleriyle süsleyen insan, şimdi yalnızca kireç ve boyayla yetiniyor. 

Yukarıda yazılanlardan da tahmin edildiği üzere antik çağlarda estetik, günümüzden çok daha fazla değer görüyordu. Öyle ki, şu an neredeyse parasal değeri olmayan sanat ve zanaat, o dönemlerde toplum tarafından derin saygı gören ve hem maddi hem de manevi açıdan büyük değere sahip iş kolunu oluşturuyordu. 
Antik Mısır, Antik Roma, Antik Yunan, Selçuklu, Rönesans dönemi Avrupası ve Osmanlı, sanatçı ve zanaatkarlara büyük değer veren ve derin saygı duyan toplumlardı. Antik Mısır’da çanak- çömlek, heykel, büst, boncuk, takı ve peruk yapımı oldukça yaygındı. Yunan’da ise cam zanaatı, heykel, kabartma, yontma, mozaik, kuyumculuk, ayakkabıcılık ve resim ön plandaydı. Selçuklu’da ciltçilik, debbağlık, nalbantlık, aktarlık, mimari, çini, resim, mezar taşı işlemeciliği, gümüşçülük, taş ve ahşap oymacılığı, şairlik, hattatlık, tezhip ve minyatür ön plana çıkarken; Osmanlı’da ise yine aynı biçimde mimari, ciltçilik, çini, kuyumculuk, şairlik, hattatlık, tezhip, ebru, minyatür, sedef kakmacılığı ve musiki göze çarpan sanat ve zanaat kollarındandır. Selçuklu, mimaride tümüyle İran kültüründen etkilenmişken; Osmanlı ilk önceleri İran ve Hindistan, Fatih döneminde Bizans, sonraları da Arap kültüründen etkilenmiş, ortaya birkaç kültürün karışımına ek olarak Oğuz dokunuşlarıyla birlikte son halini almış, IX. yüzyıldan itibaren de Avrupa Barok ve Rokokosu’ndan etkilenmiştir. 

XXI. yüzyıla gelindiğinde etkilenilen ve esinlenilen hatta deyim yerindeyse aslında “uydurulan” sözde “estetik anlayış” veya “sanatsal akım” nedir? “Minimalizm.” Estetik kaygı güdülmeden, yaşamın her alanında, her şeyde “olağandışı” düzeyde sadeliği savunan, üretilen bir gerecin göze çarpmaması -dolayısıyla göze hitap etmemesi- için olabildiğince çabalanan ve o gerecin yalnızca işlevini yerine getirmesinin yeterli bulunduğu bir anlayış, bir yaşam tarzı. 
Sadelik elbette yazarın da yılmaz savunucusu olduğu bir şey, ancak dozunda. Gördüğü onlarca antik kentten sonuncusu olan Sagalassos’u karış karış gezmiş olan yazar, yerdeki rögar kapaklarındaki deliklerin yıldız biçiminde oyulduğunu gördü. Sagalassoslular, pis suların aktığı kapakların deliklerini bile süslü bir biçimde yapmayı düşünmüşler, işte bu estetik kaygıdır. 
Olağandışı abartılı sadelik bugün nasıl yaşam tarzı olduysa, geçmişte de estetik kaygı bir yaşam tarzıydı. Zaten yaşam tarzı olmasaydı, rögar kapaklarının deliklerini yıldız biçimli yapmak nasıl akla gelirdi? XXI. yüzyılda sadelik, ölçülemeyecek düzeyde yanlış anlaşılmış ve modern insanı ruhsuzlaştıran bir felakete sürüklemiştir. 
Sadelik, estetik kaygı güdüldüğü ve dozunda olduğu sürece her şeye çok yakışan müthiş zarif bir dokunuştur. Çengelli iğneleri, pencereleri, kapı tokmaklarını, yangın musluklarını, kalemleri, masa ve gardropları, mendilleri, mobilyaları, kapı zillerini, çatal, kaşık ve bıçakları, at koşumlarını, yazıtları, mezarları, sarayları, kireç taşlarını, en oyulmaz mermerleri bile nakış gibi işleyen; işte bu estetik kaygıydı. 

Estetik, minimalizme yenik düştü; bu nedenle artık ev görmek yerine üst üste yapılmış çok katlı hapishaneler(!), saç kılı kadar ince basit dümdüz çengelli iğneler, plastik pencere ve pervazlar, dikdörtgen hat üzerine kondurulmuş basit daire biçimli kapı zilleri, yalnızca kapı tıklamaya yarayan metalimsi çubuklardan oluşan kapı tokmakları, malzemeden kısılarak sağı solu dökülen alüminyum tencereler; neolit, kauçuk, poli üretan gibi maddelerden yapılan dayanıksız ayakkabılar görüyoruz. 
Mimari; modern, minimalist ve paragöz müteahhitlere kurban gitti. Musiki ise kafa ağrıtan modern tekno müziğe, ciltçilik; modern kalitesiz matbaacılığa, çanak-çömlek, çatal, kaşık, bıçak, tabaklar, cam ve boncuk; modern fabrikalara, şiir sanatı; uyaksız düz yazıya, tezhip; tasarım programlarına, aktarlık; topluma önce zehir yayıp sonra sözde derman olan ilaç sanayiine, kuyumculuk; basit dökme kalıplara, güzel yazı ise hazır yazı fontlarına kurban gitti. Resim bile o kadar değersizleşti ki artık yapılan yeni resimlere para ödemek yerine, geçmişte yapılan resimler tuval üzerine “canvas baskı” adıyla basılıyor. Gerçi, artık yapılan çoğu yeni resim de sanat adı altında sağa sola akıtılan zavallı boyaların israfından oluşuyor. 
Artık mimarlık, aktarlık, boncukçuluk, kuyumculuk, debbağlık, kakmacılık, oymacılık, bakırcılık, çömlekçilik, şairlik, ressamlık, hattatlık, çinicilik, tezhip ve ebru hatta heykelcilik bile değer görmüyor günümüzde. Her şey o kadar kolaylaştı ki, herkes tarafından programlar ve fabrikalar aracılığıyla anında üretilebilir ve elde edilebilir oldu. Bu nedenle modern toplum, debbağa, ayakkabı tamircisine, tasarımcı kuyumcuya, boncukçuya, müzehhip ve hattata, başyapıtlar ortaya koyacak ressama, duygularını hece sayısı ve uyak ile ustaca aktarabilecek şaire, estetik tasarımlar yapabilecek mimara, aktara, oymacı, kakmacı, çanak çömlekçi ve daha başka birçok sanatçı ve zanaatkâra gereksinim duymuyor. 
Sanatçı ve zanaatkârlar eskiden yalnızca kendi işlerini icra ederek geçimlerini sağlayabilirken, şimdi ise toplum tarafından değer görmüyor ve çoğu hiç bilmedikleri, ait olmadıkları ve istemedikleri işleri yapmak zorunda kalıyor. 
İşsiz, yalnızca işi olmayan insanlara denmemeli; sanatını icra edemeyen, toplum tarafından dışlanan ve istediği işi yapamayanlar da işsiz sayılmalı. Bu açıdan bakınca, dünyadaki işsiz sayısı üçe hatta belki dörde katlanır. Gerçek sanatçılar ve zanaatkârlar, kırklı ellili yıllardan itibaren kimse farkında olmadan doksanlı yıllara kadar toplumdan tümüyle silinip gitti. Tarihin başlangıcından var oldukları tüm zamanlara kadar; adını, sesini, cismini bilmediğimiz, görmediğimiz, duymadığımız bütün sanatçılara ve zanaatkârlara, hoyratlığı ve hayvaniliği yontup insan ruhunu incelttikleri için her birine ayrı ayrı sonsuz teşekkürler…
 

Yorum

Dilşad Salkım (doğrulanmamış) Sa, 15 Kasım 2022 - 21:21

Sevgili Zübeyde aforizmalarin ışığında okunan bir metin. Estetik minimal bakış açısını her zaman etkiler. Shumpeter ilkesi küçük güzeldir. Estetik de sade ve anlam yüklenmiş varlıkta görebileceğimiz şeydir diyebiliriz. Düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Sezai Karay (doğrulanmamış) Pt, 21 Kasım 2022 - 20:28

Güzel bir yazı. Ben minimalizm üzerine epey çalıştım. Kaynaklarını daha zenginlestirebilirsin. Başarılar diliyorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.