Romanya’da Kaçakçılar

Kültür

Romanya’da Kaçakçılar

Su Testisi Su Yolunda Kırılıyor

 

 

Murat Özsoy

 

1992 yılının Ocak ayı… Soğuk bir akşamüstü… İki turizmci arkadaşımla İstanbul’dan otobüsle Romanya’nın başkenti Bükreş’e doğru yola çıktık. Bükreş, Minik Paris ya da Doğu’nun Paris’i olarak anılıyordu.

Ancak 1989 yılı Romanya’da çalkantılarla, boş tencere isyanlarıyla geçmişti. 13 milyar doların üzerinde dış borç alınmış ancak başarılı şekilde kullanılamamıştı. Borcu ödeyebilmek için ise ülkenin tarımsal ve endüstriyel üretimi yıllar boyunca ihraç edilmişti. Tarım ürünlerinin önemli miktarı ihraç edilince ülkeye gıda yetmemiş, iç kıtlık başlamıştı. Gıda maddeleri vesikaya bağlanmıştı. İnsanlar sokak aralarında sebze yetiştirmek zorunda kalmıştı. Isınma, gaz, elektrik varla yok arası idi… Bitmek bilmez kesintiler kesintiler…

Dış borç 1989 yazında tamamen ödenmişti. Ancak artık her şey için çok ama çok geçti. Borç yiğidin kamçısıdır, sözü geri tepmiş, bıçak kemiğe dayanmıştı. Tarım ürünlerinin yurtdışına satılması kıtlığa neden olmuştu. Kıtlık da ayaklanmaya… Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktu.

Sonunda 1989 Noel günü cumhurbaşkanı Çavuşesku ve eşi askeri mahkemede alelacele ölüme mahkûm edilmiş ve hemen kurşuna dizilmişti. 25 yıllık tek adam rejimi sona ermişti. İlginçtir, iki hafta kadar sonra Romanya’da ölüm cezası tamamen kaldırılmıştı.

.

Batı basını Çavuşesku rejiminin 64 bin göstericiyi katlettiğini iddia etmişti. Oysa gerçek sayının bin civarında olduğu hastane kayıtlarıyla sonradan ortaya çıktı. Yıllar sonra Romanya Başsavcısı da çok ilginç bir açıklama yapmasın mı: Katliamlardan Çavuşesku’nun iki generali ve bir bakanı sorumlu idi. Ancak bu kişiler Çavuşesku devrildikten sonra kurulan hükümette bakan olmuşlardı! Anlaşılan derin yapılar, siyasi kurgular, büyük istihbarat teşkilatları pek çok ülkede olduğu gibi bu çalkantının içinde de devredeydi…   

Sözün özü, büyük çalkantılara, çatışmalara sahne olmuş bir ülkeyi ziyaret edecektik.

Bulgaristan’ın Rusçuk kentini geride bıraktık. Sabahın erken saatlerinde Romen sınırı Yergöğü’ne Giurgiu’ya ulaştık. Türk pasaportlarımızı görür görmez Romen gümrükçü hanımın gözleri ışıldadı. Avına süzülen bir şahin gibi geldi yanımıza.

Ve ilk sorusunu yöneltti: “Sizde eroin var?”

Biz, “Yooo!” dedik.

Hemen ardından ikinci soru geldi: “Tabanca var?”

Başımızı iki yana salladık; “No haşhaş, no kokain, no tabanca, yes vitamin!” deyiverdik.

Dönemin popüler bir şarkısından esinlenip yanıt vermiştik. Romen gümrükçü gülümsedi hafifçe... Görürüz bakalım, der gibiydi sanki… Sırayla yoklamaya başladı bavullarımızı.

Arkadaşımızın bavulunda Almanya’daki bir dostuna götürdüğü baharatları bulunca ikinci kez parladı gümrükçü hanımın gözleri. “Esrar bu?” diye sordu. Sonra hemen koştu, Türkçe bilen bir “esrar uzmanı” ile geliverdi yanımıza. Uzman, baharatları uzun uzun kokladı, sordu, soruşturdu ve sonunda “Sorun yok” dedi.

Gümrükçü için sorun yoktu belki ama sabah yedide girdiğimiz gümrükten ancak akşamüstüne doğru çıkabilmiştik. Dile kolay, dokuz saat beklemiştik Romen gümrüğünde...

1990’lar Romanya’sının bir özelliği insanları kaçak olarak Almanya’ya geçiren şebekelerin ve uyuşturucu kaçakçılarının bu ülkede cirit atıyor olmasıydı. “Ördek” ya da “koyun” diye adlandırılan kaçak göçmenler önce Romanya’ya getiriliyor, uygun fırsat çıkana kadar burada bekletiliyor, sonra da Macaristan ve Çek üzerinden Almanya’ya geçiriliyordu.

Karda, buzda dağlardan aşıldığından kimi zaman insanlar donarak ölüyor, umutların, acıların, hayal kırıklıklarının yumağı yıllar içinde kartopundan çığa dönüşebiliyordu...

Almanya’ya gidecek kaçak göçmenlerin ilk durağı olan Romanya’da Türklerin devam ettiği bir kafeye uğradık. Başkent Bükreş’in gündüz kafe, gece pansiyon olarak yabancılara kiralanan evlerinden biriydi bu. Tavla oynayan birkaç kişi vardı içerde. “Merhaba, ben Cebrail” dedi içerdekilerden biri. Nerden gelirsiniz, nereye gidersiniz, ne iş yaparsınız diye sordu bize; anlattık.

Ardından biz Cebrail’e “Sen ne iş yaparsın?” diye sorduk. İnsanlara Almanya’da iş buluyormuş. İlkokul diploması olduğu bile hayli şüpheli olan Cebrail iş ve işçi bulma kurumu gibi çalıştığını, işsiz vatandaşlarımızın Almanya’da iş bulmasına vesile olduğu için kendisine devletin madalya bile vermesi gerektiğini söylüyordu bolca gülerek.

Sohbet ilerledikçe işin rengi de değişmeye başladı. Meğer çekirdekten insan kaçakçısıymış kahkaha erbabı Cebrail. İnsan kaçırmak için otobüslerin koltuk sisteminin değiştirildiğini anlattı. Yetmezmiş… Bagaj bölümü de değiştirilirmiş. Gümrüklerde uygulanan taktiklerinse bini bir para imiş… Öyle dehşetengiz şeyler anlattı ki Cebrail, şaşıp kalmamak elde değildi doğrusu..

Az sonra kafeye Cebrail’in bir ahbabı geldi. Daha kapıdan girerken “Uyuşturucu kaçakçısıdır ha işte bu da” dedi Cebrail. Adamın inkâr ettiği yok kesinlikle. “Tamam, bu iyi bir şey değil ama Almanya’da başka iş vardı da yapmadık mı yani” deyip duruyordu bozuk plak gibi. Ardından da “Yedi ayda bir milyar kazandım bu işten” deyiverdi övünerek.

En şaşırtıcı olan, her ikisinin de bizleri hayatlarında ilk kez görmelerine karşın yaptıkları ağır yasadışı işleri açık açık, övünerek anlatmalarıydı. Anlaşılan oydu ki, uyuşturucu trafiği ve insan kaçakçılığı kimi çevrelerde o denli doğal karşılanır olmuştu ve bu işlere o kadar çok insan karışmıştı ki işlenen suçların uluorta konuşulmasında en ufak bir sakınca görülmüyordu...

Bir ara uyuşturucu kaçakçısı bir yerlere telefon etti. Ortam yay gibi gerilmekdeydi. Donup kalmıştık… Telefonun ucundaki her kimse artık, kaçakçı ona bağırıyordu… Küfürler ediyordu… Tehditler savuruyordu... Yüzü pancar gibi olmuştu. Hırsla kapattı telefonu. Kendisine dehşetle bakakalan bizlere döndü, “Kaç defa söyledim şu Allah’ın belası kardeşime, evde mal bulundurma diye!…” dedi. “Al işte, bizim karıyı Alman polisi tutuklamış. Ben de bundan sonra dönemem artık Almanya’ya!” diye dövünmeye başladı. Anlaşıldı ki su testisi su yolunda kırılmıştı…

On beş dakika içinde öyle inanılmaz konuşmalara tanık olmuştuk ki, buram buram suç kokan bu kafe-pansiyondan, yolcudur Abbas bağlasan durmaz deyip apar topar uzaklaştık.

 

Yorum

Cevdet8 (doğrulanmamış) Pa, 07 Temmuz 2024 - 15:53

Tek bir yazı içinde o kadar çok düşündürücü konu var ki. Her birini okurken ibret almamak mümkün değil. Yazı da son derece akıcı bir üslup ile yazılmış. Yazarı kutluyoruz.

Ferudun Babacan (doğrulanmamış) Pt, 08 Temmuz 2024 - 00:48

Bir solukta okudum.
Leziz mi leziz

Işık (doğrulanmamış) Pt, 08 Temmuz 2024 - 12:41

Kalemine sağlık. Romanya geçmişi bu kadar güzel anlatılamazdı. Gümrük ve pansiyondaki durum ayrı bir deneyim olmuş.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.