1980'lerde Türk Resminde Çeşitlilik ve Baskılar: Sanatın Zorlu Dönemi

Sanat

1980'lerde Türk Resminde Çeşitlilik ve Baskılar:

Sanatın Zorlu Dönemi

Faruk Çelik

 

1980'ler, Türk resminin ve sanatının çeşitliliğin arttığı ve sanatçıların karmaşık dönemde kendi bireysel ifadelerini ortaya koyduğu önemli bir dönem olarak kabul edilebilir mi?

1980'ler Türk resminde çeşitliliğin arttığı ve sanatçıların kendi bireysel ifadelerini ortaya koyduğu bir dönemdir; ancak aynı zamanda bu dönemde siyasi baskılar ve toplumsal çalkantılar da sanatın gelişimini ve sanatçıların özgürlüğünü kısıtlamıştır. Dolayısıyla bunu cevaplamak zordur ama birçok farklı bakış acıların dünya sanatıyla olan ilişkisini kavrayarak çözümlemek bir yol gösterebilir.

Türk Resim Sanatı, tarihsel derinliği ne kadar eskilere dayanmasa da çeşitlilik ve zenginlik bakımından oldukça önemli bir alana sahiptir. Bu sanat geleneği, çağının ruhunu kavrama yeteneği olan sanatçılar, eğitimciler ve diğer sanat disiplinlerinden önemli katkılar almıştır. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren, Türk resim sanatı çeşitli sosyolojik ve siyasi dönemlere tanıklık etmiştir. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasındaki süreç, Türk sanatını derinden etkilemiş ve günümüz koşullarını belirlemede önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemlerde ortaya çıkan "yeni insan" kavramı, sanatın da bu değişime paralel olarak evrim geçirmesine neden olmuştur. Aynı zamanda, dünya genelinde başlayan ve modernitenin sorgulanmasıyla ilgili postmodern düşünce, Türk sanatını da etkilemiş ve yeni bir perspektif kazandırmıştır. Türk resim sanatı, bu karmaşık dönemlerde bile kendine özgü bir ifade biçimi bulmuş ve toplumsal değişimlere uyum sağlamıştır.

1960'ların son çeyreğinden itibaren, sanat dünyasında "Biçimcilik" karşıtı bir duruş ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Minimalistler, Yeni Dadacılar ve Pop sanatçılar gibi akımlar, geleneksel sanat sınırlarını sorgulamış ve yeni bir anlayışın kapılarını aralamıştır. Nancy Atakan'ın belirttiği gibi, bu dönemde dünya genelinde sanatçılar, geleneksel sanat yapılarını sorgulamaya başlamış ve yeni bir estetik arayışına girmişlerdir. Bu yeni eğilimler, sadece sanatsal anlayışları değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerleri de etkilemiştir. Bu dönemin sanatsal akımlarının izini sürmek, günümüz sanat anlayışını anlamak açısından önemlidir.1950'li yılların sonlarında ortaya çıkan "Eylem" (Action) yönelimi, sanata yeni bir boyut ve bakış açısı kazandırmıştır. Bu eğilim, tipik sanatçı, sanat eseri ve izleyici ilişkisinin yerine, sanatçının eylemleriyle sanat yapıtının hem öznesi hem de nesnesi olduğu yeni bir ilişki kurmuştur. Daniel Buren, Hans Haacke, Marcel Broothaers gibi sanatçılar bu eğilimi temsil etmiştir. Eylem eğilimi, Fluxus, Gösteri Sanatı (Performance Art) ve Oluşum (Happening) gibi akımlarda da etkili olmuştur. Özellikle 1962 ile 1978 yılları arasında etkin olan "Fluxus" sanat akımı, özgün ve yeni bir yaklaşım getirmiştir. George Brecht, Joseph Beuys, Yoko Ono, NamJunePaik gibi sanatçılar, Fluxus'un etkinliklerine katılmış ve bu akımın günümüze kadar değişik görünümlerle varlığını sürdürmesini sağlamıştır.

Joseph Beuys, performans sanatıyla "Eylem" eğiliminin ve sanatın kavramsallaştırılmasına yönelik arayışların çarpıcı bir örneğini sunmuştur. Örneğin, "Ölü Bir Tavşana Resimleri Nasıl Açıklarsınız?" adlı performansında, Beuys, kollarında ölü bir tavşanla, yüzü bal ve altın yapraklarıyla kaplanmış bir şekilde oturmuş, kollarındaki ölü tavşana mırıldanarak bir şeyler söylemiştir. Beuys'un kullandığı malzemeler ve gerçekleştirdiği eylemler, onun için özel simgesel değerler taşımaktadır. Örneğin, bal üreten arılar, Beuys'un ideal toplum anlayışında sıcaklık ve kardeşliği temsil etmiştir. Beuys, malzemeleri ve eylemleriyle toplumsal mesajlar iletmeyi amaçlamıştır.

Fluxus sanatçılarının genel eğilimi, estetik düşüncelerden ziyade toplumsal kaygılara odaklanmaktır. Bu sanatçılar, burjuva tavırları ve alışılmış şemaları sarsmayı hedefleyerek, toplumun normlarına meydan okuyan bir duruş sergilemişlerdir. İlk Fluxus hareketleri, sokak gösterileri ve elektronik anti-müzik konserleri gibi etkinliklerle, 1960'ların anarşik ortamında saldırgan bir enerji yaratmıştır. Bu, sadece sanatsal bir ifade değil, aynı zamanda toplumsal değişim arayışının bir yansımasıdır. Fluxus sanatçıları, geleneksel sanat normlarını reddederken, toplumsal meselelere duyarlı bir perspektif sunarak sanatlarını bir araç olarak kullanmışlardır.

Evrensel ve yerel değerlerin politik, sosyolojik, ekonomik, teknolojik ve sanat bilimsel açılardan önemli dönüşümler yaşadığı bir dönemde, Türk resim sanatı da bu değişimden etkilenmiştir. 1980 sonrasında artan sanat piyasası ve çevreleri, Türk resim sanatını kendi payına düşen dönüşümü yaşamaya zorlamıştır. Bu hızlı değişim sürecine, özellikle teknolojik ilerlemelerin yarattığı hızlı iletişim imkanlarına kayıtsız kalmak, sanatın doğasına aykırı olacaktır. Türkiye'de artan uluslararası sanat etkinlikleri ve yerel sanatçıların yurtdışında daha etkili iletişim kurma olanağı, sanatın evrimini hızlandıran önemli faktörlerden biridir.Sanat, daha önce sınırlı ve kapalı olan çerçevelerini aşarak, farklı beğeni ve anlama biçimleriyle evrilmeye başlamıştır. Bu durum, sanatın evrenselliğini ve çeşitliliğini artırmış, yerel sanatçıları uluslararası sahnede daha görünür kılmıştır.

1980'lerden itibaren, Türkiye'deki resim sanatı, geleneksel malzemelerin sınırlarını aşarak ve resim sanatının tanımını sürekli olarak yeniden şekillendiren bir döneme evrildi. Artık resim sanatı, sadece belli bir estetik anlayışıyla sınırlı kalmayıp, kişisel deneyimlere, geçmişin yorumlanmasına ve özgün ifadelere daha fazla vurgu yapmaktadır. Bu dönemde, sanat akımları etrafında şekillenen modern sanat algıları ve kuramları, postmodern söylemin yükselişiyle birlikte daha bireysel, özelleşmiş ve geçmişi içselleştiren sanat yönelimlerine yerini bıraktı.

Bu dönüşüm, resim sanatını etkilemekle kalmayıp, yaşamın her alanını belirli ölçülerde etkilemiştir. Yeni bir yaşam biçimi, yeni bir insan profili ve dolayısıyla sanatçı için yeni bir anlayış ortaya çıkmıştır. Kimlik kavramının ve kişisel ifadenin önemi artmıştır ve bu, akademik araştırmalarda da büyük bir artışa sebep olmuştur. Aynı zamanda, yeni sanat eleştirmenleri, küratörlük gibi yeni olgular, özel müzeler, sanat pazarlama stratejileri ve özel sanat girişimleri gibi unsurlar, sanat dünyasındaki dinamikleri değiştirmiştir. Bu dönüşüm, sanatın daha önceki kalıplardan çıkarak kendine özgü bir dil ve ifade biçimi bulmasına olanak tanımıştır. 1970-1980 arasındaki dönem, Türkiye'nin siyasi istikrarsızlık yaşadığı bir dönemdir ve bu süreçte sanatsal alandaki gelişmeler ve yenilikler de izlerini taşımaktadır. Değişen ekonomik politikalar ve küresel siyasetle birlikte kültür ve sanat alanındaki gelişmelerde de değişim başlamıştır. Bu dönem, sanatın geleneksel kalıplardan çıkarak daha çeşitli, katmanlı ve bireysel bir deneyim haline gelmesine katkıda bulunmuştur.

1980'li yılların Türkiye'sinde, devlet kurumlarının sanat ve kültür konularına olan ilgisizliği belirsiz bir atmosfer oluştururken, plastik sanatlar alanı özel girişimlerle gelişmeye başlamıştır. Baskı, sansür ve iç denetimle yönetilen politik yaşam, devlet kurumlarının belirli bir sanat vizyonuna sahip olmasını engellemiş, ancak özel sektörün bu alana olan ilgisini serbest bırakmıştır. Bu dönemde galeri ve yayınların artmasıyla birlikte, sanat eserleri ticari bir değer haline gelmiş ve farklı kaynaklardan destek alan sergi ve yarışmaların etkinlik alanı genişlemiştir.

12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye'nin siyasal ve toplumsal tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Sivil siyasetin bir kez daha devre dışı kalmasıyla, siyasetçiler ve geniş toplum kesimleri uzun bir süre boyunca siyasal yaşamın dışında kalmıştır. Kurulan askeri rejim, baskıcı tavrını yeni oluşturduğu kurumlar aracılığıyla topluma dayatmıştır. 'Milli birlik ve beraberlik' ve 'Devletin bekası' gibi sloganlar altında Türk-İslam sentezine dayalı bir görüş resmi olarak benimsetilmeye çalışılmıştır.

Askeri darbe ile toplumsal kesimler arasında ayrışmalar meydana gelmiş, ekonomik bunalım artmış ve siyasi, sosyal, ekonomik ve toplumsal çatışmalar Türkiye'yi zorlu bir sürece sürüklemiştir. Darbenin amacı, toplumsal bölünmeleri azaltmak ve siyasetten arındırılmış bir düzen oluşturmaktı. Bu amaçla 1982 Anayasası yürürlüğe konmuş ve okullarda din eğitimi zorunlu hale getirilmiştir. Sonuç olarak, muhafazakâr düşünce yapısının güçlendiği bir dönem başlamıştır ve Cumhurbaşkanı'nın yetkileri artmıştır. Bu süreçte sosyal ve siyasal alanlarda yeniden yapılanma devam etmiştir.12 Eylül sonrasında Türkiye'deki sanat, toplumsal, kültürel ve siyasal sorunların etkisinden önemli ölçüde etkilenmiştir. Bu dönemde yetişen sanatçılar, siyaset dışındaki alanlarda bilinçaltını ve bireysel kaygılarını yansıtan, toplumun sıkça yasakladığı konuları işleyen resimler üretmişlerdir. 1980'ler, ressamların kaygılarının 1970'lerden farklılaştığı bir dönem olmuştur. Devrimci ideolojilerin ve askeri yönetimin propagandasında araç olarak kullanılan sanat, hızlı bir değişim sürecine girmiştir.

Türk resminde, 1980'lerde figüratif betimlemelerin yanı sıra soyut, dışavurumcu ve kavramsal eğilimler de yoğunluk kazanmıştır. Cihat Burak, İbrahim Örs ve Neş’eErdok gibi sanatçılar, günlük yaşamdan edindikleri izlenimlerle ve sıkça sıradan insanları konu alarak, 1980'lerin atmosferini resimlerine yansıtmışlardır. Ayrıca, bu dönemde sanatçılar farklı ifadeci diller kullanmıştır. Genç sanatçılar arasında yer alan Neş’eErdok ve Mehmet Güleryüz, özellikle bu dili kullanmalarıyla dikkat çekmiştir.

1980'ler, Türkiye'deki sanat sahnesinde hem içerik hem de form açısından çeşitliliğin arttığı bir dönem olmuştur. Sanatçılar, toplumun dönemin ruhunu yansıtan karmaşık ve zorlu atmosferine cevap verirken, kendi bireysel ve özgün ifadelerini ortaya koymuşlardır. Bu dönem, Türk resminin ve sanatının geleceğini şekillendirmede önemli bir kilometre taşı haline gelmiştir.

Genel olarak baktığımızda 1980'ler Türk resminde çeşitliliğin ve sanatçıların bireysel ifadelerinin ön plana çıktığı, ancak aynı zamanda siyasi baskıların ve toplumsal kısıtlamaların da belirgin olduğu bir dönemdir. Bu dönemde, sanatçılar çeşitli teknikler ve temalar üzerinde çalışmış, kendi özgün tarzlarını geliştirmiş ve güçlü ifadelerini eserlerine yansıtmışlardır. Ancak, askeri darbe sonrası dönemdeki siyasi belirsizlik, sansür ve baskılar sanatın özgür gelişimini engellemiştir. Sanatçılar, belirli politik veya toplumsal konuları işlemekte çekinmiş ve bazı durumlarda bu konulara değinmekten kaçınmış olabilirler. Bu kısıtlamalar, sanatın evrensel mesajlarını iletmekte ve toplumsal değişimde etkili olmasında engel teşkil etmiş olabilir. Ancak, tüm bu zorluklara rağmen, sanatçılar yaratıcılıklarını sınırlamadan çalışmalarını sürdürmüş ve zamanlarının önemli eserlerini ortaya koymuşlardır.

Şubat, 2024

Yorum

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.