
Arakhne/Bir Dönüşümün Masalı
Bugün bir dönüşüm masalından bahsedeceğiz. Arakhne’nin dönüşümü…
Arakhne, Lidyanın yani günümüz Manisa ve İzmir illerini kapsayan küçük mü küçük pek de kimselerin bilmediği, duymadığı bir köyde yaşayan kızdı. Ne soylu bir aileden geliyordu ne de yaşadığı yeri herkes tarafından biliniyordu. Babası bir yün boyacısı annesi ise kendi halinde yaşayan bir kadındı. Şaşılacak derecede bütün bunlar olmamasına rağmen onu ünlü yapan tek şey hüneriydi.
Nasıl bir hüner derseniz;
Dokuma sanatındaki ustalığı Lidyanın bütün kentlerinde dillere destan olmuştu. Onun hayranlık uyandıran sanatını görmek için Tmolos’un (Bozdağ) orman perileri bağlarınıbırakır gelir, Paktolos’un (Sart Çayı) perileri ırmaklarının altın sularını bırakı gelirlerdi. Yalnızca dokuduğu kumaşları görmek değil, onu işi yaparken seyretmek de onlar için başlı başına zevkti. İster kaba saba yünleri yumak haline getirip parmaklarıyla düzeltirken, ister parlak bulut gibi yünleri iplik haline getirirken, ister baş parmağının çevik bir hareketiyle iğini çevirerek yünleri eğirirken ya da iğnesiyle onlara desenler işlerken olsun, zarif hareketlerinde öyle bir güzellik vardı ki herkes ondan şaşılacak derecede aşkla ve imrenerek bahsediyordu. Onu seyrederken bu sanatı sanki dokuma Tanrıçası Athena’nın kendisinden öğrenmiş sanardınız.
Gerçekten Athena’dan mı öğrenmiştir bu hünerlerini sizce?
Aksine; Arakhne’ye bunu söylediklerinde, Athena gibi bir yüce öğreticiden ders almış olmak düşüncesi bile ona hakaret gibi geliyor buna asla tahammül edemiyordu. “Gelsin benimle dokuma yarışına girsin bakalım. Eğer kazanırsa bana istediğini yapsın”.
Malumunuz tanrılar kendini beğenenleri hiç sevmez. Onun bu sözlerini duyan Athena yaşlı bir kadın kılığına girerek başını yapma ak saçlarla örttü. Eline bir değnek alıp, sarsak adımlarla, sendeleyerek yürüdü, geldi. Arakhne’ye şöyle dedi: “ Yaşlılıkta kimi yararlar vardır. Uzun yıllar insana deneyim verir. Onun için benim öğüdümü geri çevirme. Ustalığın konusunda tüm ününü insanlar arasında ara, tanrıçanın birinci olmasına ses çıkarma. Ondan söylediğin sözler için özür dile, budala kız! Eğer özür dilersen seni bağışlar.
Arakhne elindeki yünleri bıraktı ve öfkeyle yaşlı kadına baktı. Ona vurmamak için kendini zor tutuyor, duyduğu kızgınlık yüzünden okunuyordu. Kılık değiştirmiş olan tanrıçaya şöyle dedi: “Ahmak moruk! Senin sorunun gereğinden çok yaşamış olman. Git kendi kızlarına öğüt ver, verebilecek öğüdün varsa. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim. Söylediklerine gelince, tanrıça neden kendisi gelmiyor buraya? Neden benimle yarışa girmekten kaçınıyor?”
“İşte geldi,” diyor Athena ve yaşlı kadın kılığını değiştirerek asıl kendi kılığına girdi. Periler onu selamlamak için eğildiler orada bulunana diğer kadınlarda. Yalnızca Arakhne hiçbir korku eseri göstermedi. Gene de yerinde şöyle kıpırdandı ve elinde olmadan yüzü kızardı ama sonra geçti. Tıpkı nasıl ki gökyüzü güneş doğmadan önce nasıl kızıllaşır ve sonra solgunlaşırsa onun gibi. Söylediklerinde ısrar etti kendine inancı da güvenci de tamdı. Biliyordu ki kendinden emin olmak zaten başarının getirdiği zaferin anahtarıydı.
Sonu belliydi kaderin ağların yazgısını baştan sona hapsedecekti fakat inanmışlığın verdiği gururla koştu yazgısına.
Athena yarışa girmeyi artık reddetmedi ve başka öğüt de vermedi. Hemen ikisi de tezgahlarını kurdular ve üzerine ince ipliklerini gerdiler. Hazırlıklarını bitirip işe koyuldular. Eteklerini kaldırıp bellerinden yukarı dolamış, hızlı hızlı işliyorlardı.
Resmen usta elleri şimşek gibi ileri geri hareket ediyordu. Bakmadan ne yaptıklarını bilecek kadar ustaydı her ikisi de. Dokurken Tiros tacirlerinin ürettiği boyaların her rengini, renklerin her tonunu kullanıyor, bir tontan bir tona gözle neredeyse görülemeyecek kadar ince nüanslarla geçiyorlardı. Fırtına ve yağmurdan sonra gökkuşağı gökyüzünün bir ucundan bir ucuna gerildiğinde tıpkı böyle ayrı ayrı renkler arasında büyük bir ayırım vardır ama gene de iki renk arasında belli belirsiz birinden öbürüne geçen tonlar bulunur. Dokumalarında altın iplikler de kullanıyorlardı.
İşledikleri desenler eski öyküleri anlatan resimlerdi.
Athena dokumasında eski Atina kalesini ve bu ünlü yöreye verilecek ad konusunda kendisiyle Deniz Tanrısı Poseidon arasında geçen eski kavgayı anlattı. On iki tanrı tanık olarak oradaydı. Poseidon üç çatallı kocaman asası ile çıplak kayaya vuruyor ve oradan deniz suyu fışkırıyordu. Athene kendisi de görülüyordu. Kalkanı, mızrağı ve miğferi ile beraber. O kayaya vurunca kayadan bir zeytin ağacı çıkıyor ve zaferi o kazanıyordu. Atina onun kentiydi, onun adıyla anılıyordu.
Arakhne’ye gelince onun dokuduğu resimler tanrıların genç kızları aldatan aşklarının öyküleriydi. İşte Europa’yı (Fenike Prensesi/aynı zamanda Avrupa kıtası ismini buradan almıştır) bir boğa hatta boğa biçimine girmiş olan Baş Tanrı Zeus deniz üstünden aşırıyordu. Sanki gerçek bir boğa ve gerçek dalgalar sanırdınız. Sonra Zeus Danae’ye (Argos kralının kızı/Perseus’un annesi) bir altın yağmuru, Aigina’ya ( su perisi) bir alev olarak, esin perisi Musaların annesi Mnemosine’ye bir çoban kılığında gelişini işledi. Poseidon’u da yunus balığı, at ya da koç biçiminde görebiliyordunuz. Her sahne değişikti ve her biri gerektiği doğal çevrede gösterilmişti. Dokumanın kenarlarını çiçekler ve birbirine dolanmış sarmaşıklar işlenmiş dar bir su çevreliyordu.
Ne Athena hatta ne de intikam tanrıçası (Nemesis), Arakhne’nin işinde bir kusur bulabildi. Ölümlü kızın bu başarısı karşısında müthiş bir öfkeye kapılan Athena onun tanrıların suçlarını işlediği nefis dokumasını yırtarak paramparça etti. Elinde tuttuğu şimşir ağacından yapılmış iğ ile Arakhne’nin başına defalarca vurdu.
Arakhne bu aşağılanmaya dayanamadı. Uğradığı zulüm ve zorbalıktan dolayı incinen gururunu daha fazla acıtmak istemedi ve boynuna ilmek geçirerek kendisini oracıkta asıverdi. İpin ucunda sallanırken Athena ona acıdı, yerden kaldırarak, “Yaşamını sürdürebilirsin, edepsiz, küstah kız! dedi. Ama sen ve senden gelenler sonsuza dek hep böyle asılı kalacaksınız.”
Sonra çıkıp giderken üstüne büyülü sular serpti ve o ana kızın saçları döküldü, gözleri ve burnu yok oldu. Kafası küçüldü, bedeni kuruyup döküldü; narin parmakları bacak olacak şekilde bedenine bitişti. Geriye kalan sadece midesiydi. Ve şimdi bir örümceğe dönüşmüş olarak hala kendi midesinden tel sağıp iplik eğiriyor her yerde hala eski dokuma hünerini sürdürüyor…
Esasen bakacak olursanız burada örümceğin bedenine hapsedilen kadındır. Siz bir beşer olarak yaratıcıyla ya da tanrıçayla yarışamazsınız ne olursanız olun kibirli davranamazsınızdır. Sizden üstün birine iyi de olsanız doğrudur efendim haklısınız efendim demektir. Burada tuzağa düşen, düşürülen ve düşüren haline getirmektir verilmek istenen mesaj. Bir anlamda da kaderin ağlarını öreceği sona adım adım değil kibrine yenilerek koşan bir ölümlünün bundan ders alması ve ben’lik duygusunu hortlatmadan bütünlük ve daha çok tevazuyla yaşamın dışavurumudur.
Yeni yorum ekle