Sanatçı Murat Kurt: “Sanatı sanat yapan, tekrarlamaksızın yeni şeyler söyleyebilmek değil midir?”
Gülseren Sönmez
Sanat, sanatçıda aşktır.
Kutuplara güneşi, ekvatora karı götürmek, zemheride kelebek olmaktır aşk. Düşünülmeyeni düşünmek, düşünülmüşse bile soyut gerçeği somut olarak ortaya koymak, hayal etmektir sanat.
Düşünmek bilimdir, bilimin ilerisi felsefedir. Düşünebilen sanatçı bilimi oluştururken felsefesini de içine koyar.
Sanatı ve sanatçıyı yazmak benim için çok büyük keyif. Keyif haline getirenler de hiç görmediğim, seslerini ilk kez duyduğum sanatçılar. Onlar coşkularını anlatıyor, ben dinliyorum. Heyecanın doruk yaptığı bu konuşmalar beni yürekten etkiliyor. O anda, sohbetten önce incelediğim resimler ve videolar gözlerimin önünden bir bir geçiyor… Her insan ayrı bir dünya, ayrı bir can, apayrı bir güzellik…
Murat Kurt’un incelediğim resimlerinde ve videolarındaki dokusal zenginlikten çok etkilendim. Hiç biri kolay işler değil. Büyük emek. Resimlerde yüzyılları içine alan büyük düşünce yumağı vardı. O yumak ki uzaydır, yeryüzüdür… İkisi arasındaki iletişim sarmalıdır, renklerin degrade halinde geçişi, değişimidir.
Murat Kurt yaşadığı şehrin hattatlarından çok etkilenmiş: Yakut-el-Musta’simi bilinen ilk büyük Türk hattatıdır. Abbasi Devleti’nin yıkılmasından sonra İlhanlı hükümdarı Hülagû ve Gazan Han ile vezir Cüveynî’nin hizmetinde çalıştı. Hat sanatına birçok yenilik getirmiştir. En büyük yeniliği o güne kadar düz kesilen kamış kalemi, eğimli kesmesi ve eğimini artırmasıdır; Şeyh Hamdullah İslam yazı sanatını zirveye taşıyan hattat olarak tanımlanır. Amasya'da doğmuştur, 1437-1520. Murat Kurt o insanları şehrinin ve yurdunun medarı iftiharı olarak algılıyor.
Amasya’da doğan, eğitimini kendi şehrinde alan Murat Kurt âşıktır şehrine ve şehrinin sanatçılarına… Şehri şehzadeler yetiştirmiştir. Şair şehzadeler… Malazgirt’ten bu yana Anadolu’yu bize yurt yapmış herkese, padişahlara da Atatürk’e de saygı ve hayranlık duyar sanatçı.
Şöyle anlatıyor duygularını Murat Kurt:
“Kendi kültürümüzü, bilhassa şairlerimizi çok seviyor, saygı duyuyorum. Karacaoğlan’dan Nazım’a, Fuzuli’den Şeyh Galip’e, Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’a, Yavuz Sultan Selim’e, Atatürk’ümüze hepsine saygı duyuyor, şair yönlerine de ayrıca hayranlık duyuyorum.
Kendi şairlerimize hayranım. Biliyorum ki o dilin şiirini ancak o ülkenin insanı iyi bilir iyi anlar; bilirim ki benim insanımın şiirini de ancak kendi anlar, ta ruhtan duyar. Ordular yönetmiş, çağ değiştirmiş, İstanbul’u fethetmiş büyük şair Fatih Sultan Mehmet’e saygı duyuyorum. Onun şiirleri bir başka türlü etkiliyor insanı...
Gamzesinin
öldüğünde lebleri
canlar virur
Var ise ol ruh bahşın
dini isa rahıdır.
İstanbul’a girdiğinde gördüğü bir Rum güzeline söylediği dizelerdir.
Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı?
Sen doğmayan günü neyleyim.
Neyleyim ben sensiz dünyayı?
Senin tenine değmeden, değen yağmuru istemem,
Meltemi istemem,
Seni paylayacaksa parlasın yıldızlar,
Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.
diyecek kadar aşkı, sevgiyi bilen Fatih’in şiirine aşığım. Onların sevgisiyle resim yapıyorum. Ruhuma doldurduğum aşk, beni güzeli bulmam için yönlendiriyor. Yeni şeyler söylememe neden oluyor.”
Murat Kurt sanata şöyle yaklaşıyor: “Sanatı sanat yapan, tekrarlamaksızın yeni şeyler söyleyebilmek değil midir?”
“Mert ona denir ki sanata bir şey kata,
Mert ona denir ki, sanata yenilikler getire…”
“Aşkın aldı benden beni, Bana seni gerek seni” diyen Yunus Emre gibi; yana yana döner durur Murat Kurt. Şiirle ruhunu doyurur, renk ve biçimlerle gözünü. Âşıktır sanata, insana, hele de şaire. Ruhunu derinden titreten şairlere... Yunus Emre’ye, Karacaoğlan’a, Aşık Garip’e... O, Şiir okusa, çevresindekiler dinlese, güzel şiir okuyan dostları okusa o dinlese, şiire, aşka doysa, sonra da sabahlara kadar durmaksızın resim yapsa.
O, sürekli resim yapmak, zamanın kaybından uzaklaşmak için okuldan kaçmadı mı? Renk deryasına dalmadı mı? Sanatı ruhunda duymadı mı? O uğurda sayfalarca kitabı karıştırıp sonunda yeteneğin ancak çalışmayla gelişeceğini öğrenmedi mi? Günü güne ekleyip saatlerin nasıl geçtiğini bilmedi mi? Sabahın ne zaman olduğunu, geceyi nasıl bulduğunu bilmedi mi?
Kendisine doğuştan sunulan hediyeyi keşfetmedi mi? İçinde yanan ateşten onu çıkarıp ortaya eser olarak koymadı mı? Oluşan her eserden sonra şükretmedi mi?
Eserlerini eliyle okşayıp sevmedi mi? Karşısına geçip saatlerce seyretmedi mi?
Ayasofya’nın bitiminden sonra kapısından içeri giren “Süleyman seni yendim,” diye bağıran tekfur gibi, eserine bakıp “aşk bu, aşk,” deyip nara atmadı mı?
Özgürüm, çok özgürüm, sanatımla özgürüm, demedi mi?
Her biten resmiyle özgürlüğün tadını çıkarmadı mı?
Ne zaman dara düşse yine sanata sığınmadı mı?
Hayat, yaşadığımız dostlarla bütünleşip büyüyor. Yolda onlarla yürüyoruz. Sanatçının eserleri özgürlüğün sesidir, görselidir. Sanatçı o görsele söylemek istediklerini söyler. Bazen figürleri formlar haline getirir, Bazen de formlar içinden figürleri çıkarıp, bir parçasını gösterir. İzleyici formları izlerken, içindeki objeyi veya güzel bir kadını bulmaya çalışınca mutlu olur. Çünkü her resmin gizemi ayrıdır.
Mustafa Kurt resimlerinde, hat yazılarının kufi harflerinin biçim ve formlarını kendince değiştirerek, genelde geometrik şekle sokarak renklendiriyor veya pleksi tabakalardan kesip harfleri üç boyutlu (heykel) şekle sokarak anlatıma güç katıyor. Kimi zaman da pleksi plakalar üzerine renkli baskı yaparak sanatına farklı bir anlatım katıyor.
Murat Kurt üç boyutlu çalışmalarını dijital ortamda çalışarak şekillendiriyor; içlerinden düşüncesine en yakın olanı seçip, büyütüyor tuvale veya pleksi’ye, deriye aktarıyor akrelikle boyuyor. Boyamada degrade geçişlere çok yer vererek resme estetik güzellik katarken, sonsuz derinlik de kazandırıyor. Eserlerinde boyanın yanı sıra kalemleri, hatta heykelleri de kullanıyor.
Kufi harflerle Türk dünyasına (Buhara, Semerkent, Nur- Sultan, Horasan’a) gönderme yapıyor. Her yazıdaki kufi harfin formunu kendi düşüncem doğrultusunda oluşturuyorum. Çalışmalarındaki kufi harfler veya yazılar, o ülke ve şehirlerdeki tarihi yapıların üzerindeki kufi yazılarla özdeşleşiyor. Ahmet Yesevi’nin türbesinde olduğu gibi... Bütün bu yazılar pleksi ile üç boyuta bürünüyor, bir yerde harflerin heykelini yapıyor.
Bu durum gösteriyor ki görünenin arkasında gizler var.
Sanatçıların yapıtlarında ki gizleri görmek, onu çözmektir.
İçinde felsefe, antropoloji, sosyoloji olan eserler anlamlıdır. O çizgilerde şehirlerin, bugününü, geçmişini hatırlamak, aramak, insanın izlediği, gezdiği yerlerin hafızadan silinmesini engelliyor. Sanat eseri, sanatçısında da izleyende de hafızayı yeniliyor.
Murat Kurt hat sanatını ve yaşadığı çağı anlatmak için, biraz Pop art sanatına, biraz Dadaizm sanatına, biraz da Fütürist sanata yakındır.
Pop art sanat 1950'li yıllarda birbirinden bağımsız olarak İngiltere ve Amerika’da soyut dışavurumculuk, ekspresyonizme tepki olarak doğmuş sanat akımıdır. Felsefi açıdan “hayat bir kolaj çalışmasıdır; tüm imgeler, yaşadıklarımız, düşüncelerimiz birer toplama ve kopyadır. Anonimliği mutlaktır” düşüncesi hâkimdir. Mozaik bir bileşkedir. Dadaizm akımında hiçbir şeyin sürekli olmadığı bir felsefi inanç hâkimdir. Fütürist resim, empresyonizmin pointilist eğilimleri ile Çözümleyici (analitik) Kübizme dayanır.
Fütürist sanatçı Flippo Tommasa Marinettirini’ye göre “Sanat, hayal evreninde düşünülen şeylerin dışarıya aktarılışıdır”. Murat Kurt’un çalışmaları bu akımların bileşkesidir. Biraz da dekoratiftir. Büyük yuvarlak formlar, kare büyük tuvaller geniş mekânların resmidir. Hepsi birbirinden zengin dokularla bezenmiştir. Sanatçı lale formlarıyla doldurduğu tuvalinde ve diğer tüm resimlerinde ıspatula ile çalışır. Her resminden sonra resmi tüm partiküllerden kurtarmak için önce yıkar, kurutur, ardından vernikler.
Eserlerini birçok sanat akımının bileşkesi olarak ortaya koyan genç sanatçımızı kutluyor, her zaman yolu açık olsun diyorum.
Yorum
🙏👏👏👏👏👏👏💚♥️🧡💛
🙏👏👏👏👏👏👏💚♥️🧡💛
Murat bey tebrikler…
Murat bey tebrikler geleneksel ile modernin buluşması tablolarınız.Merakımdan soruyorum Selçuklu izleri hissetmem doğru mu. Teşekkür ederim
Yeni yorum ekle