Vay Başıma Gelenler_Hesapta olmayan Hesaplar.

Kültür

Vay Başıma Gelenler_Hesapta olmayan Hesaplar.

Küçük kızım devamlı öksürüyor ve geçmek bilmeyen öksürük krizine giriyordu. Sağlık ocağına gittiğimizde film çekilmesi gerektiğini ve bronşlarda biraz sıkıntı olduğunu, vereceği antibiyotik tedavisinden sonra mutlaka bir göğüs uzmanına da gitmemizi, yapmış olduğu muayeneden sonra salık veren doktorun sözünü dinledik ve uzun bir araba yolculuğundan sonra vardığımız Ankara’da daha eve bile girmeden eşyaları bırakıp, hemen almış olduğumuz randevu saatine yetişebilmek için Tunus Caddesindeki hastaneye aceleyle hareket ettik.

Hastanenin bulunduğu caddeye geldiğimizde hemen ileride sol tarafta tek araçlık bir park yeri bulunca ne kadar şanslı olduğumu düşünüp o tek araçlık park yerine ince bir hareketle tek hamlede geri, geri mükemmel bir biçimde park ettikten sonra keyifle hastaneye doğru, birazda kendimle gurur duyarak yürümeye başladım.

Hastaneye randevu saatine yetişmiş ve ayrıntılı bir muayene ve tedaviden sonra gerekli filmler çekildi, serumlar takıldı, oksijen maskesiyle temiz hava, kan tahlili için numuneler verildi ve doktor hanım tarafından reçetemiz yazıldıktan sonra hastaneden mutlu bir biçimde ayrıldık.

Ufak kızımın sigortası olduğundan çoğunlukla bu hastaneye gelip çıkışta da hemen yanında ki restoranda geleneksel makarna seansları yaptığımızdan bu seferde, hasta olmanın mağduriyetini, avantajını kullanan kızım, orada makarna yemek isteyince onun hasta ve mahsun bakışlarına daha fazla dayanamayarak hadi gidelim dedik ve bir masaya oturduk.

Masaya oturduğumuzun daha beşinci saniyesinde bir şahin gibi süzülüp masaya konan garson menüyü hemen görüşlerimize arz etti. Menüye bir baktım ki, sanki restoran menü fiyatları değil de İstanbul Kapalıçarşı da, altının ons fiyatının dolar cinsinden değerini tanımlayan altın ve dolar paritesi. Çocukların evde yüzüne dahi bakmadıkları domates soslu makarna, kremalı mantarlı erişte vb. hepsinin fiyatları neredeyse 500 liradan başlıyordu.

Aslında buraya ilk gelişimiz değil tabii ki, daha önceleri de gelirdik ve gönül rahatlığı ile makul bir fiyatla menüdeki makarnalardan seçer ve yerdik. Ancak şimdiki bu altın dolar paritesini aratmayacak kadar yükselmiş fiyatları görünce şaşırmadım desem yalan olur. Yalandan, iki kişi makarna, kola, tatlı vb. yiyeceğiz diye neredeyse 2000 lira hesap gelecek. Ya kardeşim anlarım, enflasyon aldı başını gidiyor ama bu ne yaaaa, alt tarafı mantarlı makarna, mantar dediğin nedir ki zaten, matah bir şey olsa adı mantar olmazdı bir kere…

Makarna fiyatlarındaki bu fahiş artış karşısında hayrettir çok sıklıkla göremeyeceğimiz bir şekilde kızım, ‘’baba istersen yemeyelim, çok pahalanmış,’’ diye yarım ağızla bir şey geveledi, bu hiç olmadığı kadar anlayışlı, empati sahibi kızımın bu davranışını, n’olur, n’olmaz fikrinden her an vazgeçebilir diye, hiç bana yakışmayacak şekilde, hemen iyi niyetini sonuna kadar suistimal ettim ve haklısın kızım yemeyelim, istersen kalkalım dedim, o da ayıp olmaz mı ki? Deyince, niye ayıp olsun ki alnımın teriyle helal kazandığım parayı niye bu yalandan mantarlı makarnaya vereyim ki deyip, kıvrak bir bel, ince bir bilek hareketiyle restorandan usulce sıyrılıp, süzülerek çıktık ki siz buna bir nebze kaçtı da diyebilirsiniz.

Makarnaya gereğinden çok, o kadar parayı ödemekten kurtulmuştum, ancak demek ki o ücret benim kader bilançomda zarar hanesine çoktan yazılmıştı ve ne yaparsam yapayım, ne kadar çakallık yaparsam yapayım o hesap illa benden çıkacak gibiydi. Nasıl mı?

 

Restorandan, daha doğrusu zincir bir marka olan, aslında unlu mamuller yapıp satan ve yanında da işte yalandan makarna yapan bir yer, yani iyi bir restoran olur da dersin ki, ya kardeşim yediğin yerin kalitesi, ödediğin fiyata bedel amenna, ama bu ne yaaa, simit sarayından hallice bir yerde makarna yiyeceksin ve tabağına 500 lira ödeyeceksin.

 Neyse ben içimden, yalandan makarnaya 2000 lira ödemediğimi düşünüp, genellikle mahalle kahvehanelerinin hemen kenarında bulunan tek koltuklu, tek aynalı her daim sobanın üzerindeki kaynayan çaydanlıkta tıraş için sıcak su bulunan, nedendir bilinmez geçen onca yıllara rağmen, iki yıl üst üste Dünya Kupasını, bir yıl anca oynadığı Real Madrid ile de bir Avrupa şampiyonluğu olan, geldiği Fenerbahçe’yi de üst üste iki yıl şampiyon yapan, efsane futbolcu Brezilya’lı DİDİ’nin teknik direktörlüğünü yaptığı, 70’li yılların Serkan Acar’lı, Ziya Şengül’lü Cemil Turan’lı Fenerbahçe’nin efsane kadrosunu gösteren, dönemin en ünlü gazetesinin vermiş olduğu, oldukça sararmış hatta, sepya haline gelmiş posterin duvarda hala asılı olduğu, saatlerce uğraşıp da bulamadığımız kanalı ile, o müthiş sanat müziğinin devamlı çaldığı rafta ki o eski radyo, içeriye girdiğinizde aaa ne güzel sırada bir kişi var hemen bana sıra gelir diye oturduğunuz sandalyede, bir elinde makas, ağzında sigara, diğer elinde de çay bardağı adeta zamanı geriye doğru bükerek umarsızca, tıraştan ziyade sohbet ettiği kişi ile dalmış olduğu muhabbetten anca iki saat kadar sonra sıranın size geldiği, tıraştan daha ziyade muhabbet için gelen emekli dayıların o sıcak ortamda tüttürdükleri sigaradan dolayı duman altı olmuş yerde, nikotin bağımlısı haline gelmiş ve neşeli, neşeli melodiler cıvıldayan, sigara dumanı olmadı mı, küsen ve içine kapanan ama, bir dayının geldiğinde sigara yakmak için cebinden çıkardığı çakmağın sesinden sigara içileceğini anlayan ve sigaradan çekilen ilk nefesten sonra, nikotinden müptezel olmuş saka kuşunun neşeyle cıvıldamaya başladığı, gül ağacından yapılmış kafes ile kış mevsimi olmasına rağmen en son nisan ayında koparılmış sayfası ile saatli Maarif takviminin duvarda asılı olduğu berberde, tıraş olmuş ve yansıyan aydaki görüntüsüne dakikalarca bi sağdan bi soldan hayran, hayran bakan ve kendini oldukça beğenen dayı misali, dandikten makarnaya ödemediğim hesabın keyfiyle hem kendimi beğenip hem de kendi kendime yükselirken birde ne göreyim, bin bir güçlükle, o saatte imkansız bir şekilde büyük bir şansla bulduğum park yerine büyük bir marifetle park ettiğim arabayı çekmişler. Haydaaaa… gel şimdi buradan yak derler ya o misal. Eeee o kadar kalabalık cadde de o tek araçlık boş yerin öylece durmasının bir hikmeti varmış galiba, yaşayınca anladık tabii ki. Biraz önce kostak, kostak restorandan gururlana, gururlana çıkan, kıvrak, iş bilir, kendince çakal olan Şenol gitmiş, şimdi ne yapacağını şaşırmış ve telaşlanmış, suçüstü yakalanan ve şaşkın, şaşkın baka kalan rakun misali bir Şenol gelmişti.

Tunus Caddesinin ortasında bir taksi durağı vardı ve hemen yanına gittim ve buradan çekilen araçların nereye götürüldüğünü sordum. Bu araç çekme olayında bir hayli fazla tecrübesi olan taksici, hiç tereddütsüz; ‘’abi, son bir haftadır çekiciler görülmemiş bir çabayla her gördüğü aracı çekip, Konya Yolundaki Taurus AVM’nin arkasındaki vakıf park yerine götürüyorlar’’ dedi. Hasta olup biran önce eve gitmeyi hayal eden kızımla taksiye binip çekilen aracımın akıbeti peşinde koşmaya başladık.

Araç park yerine giderken çekici araçların hummalı bir hareketlilikle birinin gelip diğerinin gittiğini gördüm. Nasıl bir heyecan anlatılır gibi değil, bu kadar şevkle araç çekildiğine ilk defa şahitlik ediyorum desem yalan olmaz. Araç park yerinde yüzlerce araç içerisinde aracımı buldum ve oradan araç çıkarma işlemleri için uzunca bir kuyruk olan sıraya girdim. Benim gibi birçok mağdur, arabasını tekrardan geri alabilmek için stres topu olmuş bir biçimde, hep beraber sıranın kendimize gelmesini bekliyorduk.

 Araçları, park ettiği yerlerden büyük bir heyecanla mesai mefhumu gözetmeksizin canla başla, büyük bir özveriyle çalışan görevliler nedense saat tam 12:28 de işlemi kapatıp öğle yemeğine ayrıldılar. Görevliler bura da öğle tatiline girerken çekiciler ise zinhar böyle bir düşüncesizlikte değildiler ve hizmette sınır tanımaksızın ne kadar araç çekebiliyorlarsa o oranda çekiciler, araçları park yerine getirip aceleyle bıraktıktan sonra diğer araçları da çekicilere yüklemek için adeta çocuklar gibi birbirleriyle yarışırcasına neşeyle bu ulvi görevi yerine getirme çabasındaydılar.

Bu, neşeyle daha çok aracı çekicilerle park yerine getirme çabasını, göğsümüz kabararak gururla, nemli gözlerle izlerken gelen araçların, 2 milyondan 4 milyona kadar fiyatları değişen elektrikli Tesla aracından tutunda, Audi, BMW, gibi son derecede pahalı ve lüks araçların da bu çekicilerle taşınma olayında rol aldığını, görece daha ucuz ve lüks olmayan diğer araçlar gibi onların da hiçbir özen göstermeksizin çekicilerden vinçle park yerine indirildiğini görünce insan ister istemez o kadar pahalı araçların kasko bedelini ve bu heyecanla yapılan çekme olayında, olası bir kazada doğacak hasarın kim ve kimlerce ödeneceğini düşünmeden edemiyor.   

Tabii ki ben, milyonluk araçların ne kadar kasko bedeli var onu düşünürken benim ne kadar ödeyeceğimi düşünmemiştim. Uzunca bir bekleyişten sonra gerekli evrakları imzalayıp, bu sefer diğer başka uzun bir sıraya girdim ve evrakı verince görevli, 1200 lira ödemem gerektiğini söyleyince, biraz önceki başkaların derdiyle çok ilgili ama kendi derdiyle pek ilgilenmeyen Türk tipinden büyük bir şokla uyandım ve kendime, özüme hızlı bir dönüş yaptım ve milyonluk Tesla, BMW ve AUDİ’lerin derdinden kendi gariban Linea’mın derdine düştüm. Ödemen gereken 1200 liranın açıklamasını sorunca, görevli 1100 liranın çekici diğerinin ise 24 saatlik otopark ücreti olduğunu söyleyince  ‘’ ya niye siz çekici çağırıpta taa buralara kadar zahmet ettiniz ki, söyleseydiniz ben buraya kadar bedavadan arabamı getirdim ‘’ diye kendimce, giren 1200 liranın acısını gidermek için ironiyle karışık yapmış olduğum espriyi, görevlinin anlamadığını hem gözlerinden hem de pos cihazından çıkan 1200 liralık fişi bana rahat ve manalı bir tavırlarla imalı, imalı bakarak uzatmasından ve Mona Lisa gibi yarım ağızla sırıtmasından anlamıştım.

Çekilen araçların park edilen yerde 24 saatlik sabit park ücreti olması, mağdurlara böylesine anlayışlı bir hizmetin sunulması tabii ki insanı mutlu eden bir uygulama, 1100 lira çekici parasından sonra o 100 lira gibi cüzi bir ücret için neredeyse sevinecek hale geliyoruz, tabii 24 saate kadar sabit ücret hiç de yadsınacak bir hizmet değil hani, yaa çekici ücreti gibi katlanarak artan bir fiyat olsa ne yapardık, deseler ki saat başı 100 lira artıyor ne yapardık dimi.

Araç park yerinden arabamızı almak için gerekli evrakları imzalayıp gerekli ödememizi yaptıktan sonra büyük bir mutlulukla arabamıza yeniden kavuşmamızın keyfini iliklerimize kadar yaşarken birde, yanlış yere park cezasının ne kadar geleceğini düşünürken gelişen teknoloji sayesinde bu derdimiz, merakımız kısa bir süre sonra cep telefonumuza gelen bir mesajla giderilmişti.

İşte modern hizmet anlayışı böyle olmalıydı, vatandaşa hizmette sınır tanımayan anlayışın tezahürü bu şekilde ortaya çıkmalıydı. Vatandaşın uğradığı bir haksızlık için yetkili mercilere müracaatımız da aylar, beklide yıllar süren bu meşakkatli süreç, şimdi hemen saatler içerisinde çözülmüş ve şahsımıza hiç zahmetsiz telefonumuza mesaj olarak düşmüştü.

Gelen mesajın gelirler idaresinden geldiğini görünce büyük bir heyecan ve sevinçle bu merakımızın kısa bir sürede giderilmesinin haklı guruyla hemen mesajı açtım, tabii ki bir hayli çok sevindim, gelen ceza çekici ücretini düşününce 690 lira bana küçük bir meblağ gibi gelmişti.

. Sonra, bu yasak park cezasının ücretini düşününce, bu park olayı baya insanı düşündürüyor, baksanıza ha bire düşünüyorum diye cümle kuruyorum. Park cezası 690 lira, çekici ve oto park 1200 lira, yani devlete ödeyeceğimiz cezadan iki kat daha fazla ücreti, çekici ve oto parkı işleten vakıfa ödüyoruz. İnsan yinede düşünmeden edemiyor bu tam tersi olsa da devletimiz iki kat daha fazla kazansa diye.

Aracın çekilmesiyle neredeyse 2000 liraya yakın bir para ödemek durumunda kalmıştım, az yukarıda yazmıştım, benim kader bilançomda gelir-gider hanesine o 2000 lira, zarar olarak yazılmış bir kere, o kaderden kaçış yok gibi, insan bunu anlıyor. Makarna hesabını ödemekten kıvrak bir hareketle sıyrılarak kurtulmuştum ama aracın çekilmesiyle o makarnadan kurtardığım hesabı bilançoda zarar hanesine yazılmasından kurtaramamıştım. Ama insan yine düşünmeden edemiyor, dedim ya, bu olay beni nedense baya düşündürdü, ya o unlu mamulcüde o dandik makarnaya 2000 lira ödeseydim n’olucaktı, ne olacaktı ki, arabayı çektikleri için bide 2000 lirayı araç çekiciye, oto parka ve trafik cezasına ödeyecektim. Düşündüm de aslında çok şanslıydım, toplamda 4000 lira ödeyecekken 2000 lira ile kurtulmuş olmuştum, bu da benim züğürt tesellim olmuştu. Ama yine düşünmeden edemiyor insan, arabayı hemen hastanenin yakınında saati 200 liradan başlayan ve artarak katlanan o otoparka bıraksam en fazla 200 bilemedin 250 lira ödeyecektim ve neredeyse 3800 lira ödemekten kurtulacaktım. Aklımca 200 liradan kaçınmış, kara geçmiştim ama bu kaçınmamın neticesinde de 2000 lira ceza ödemek durumunda kalmıştım. Ama o otoparklara verilen ücret insanı bir hayli rahatsız ediyor, kim işletiyor nasıl işletiyor bilinmez bir şey değil aslında, dünyanın parasını ödüyorsunuz ve kredi kartı falan da geçerli değil illa sıcak, nakit para isteniyor, ee hani her yerde pos cihazı olacaktı, bu temmuz ayı başında vergi dairesinin müfettişleri bütün işletmelere ani baskınlarla denetleme yaptılar ve pos cihazı olmayanlara cezalar yazıldı, ayda bir, el emeği takı yapan, sulu boya resim yapıp satamayan, minik sanat atölyelerine bu pos cihazını zorunlu tutanlar, gel gör ki saniye başı araç park edilen ve günde binlerce lira sıcak para akan bu otoparklarda nedense pos cihazı zorunluluğunu aramıyorlar. İşte insan yine düşünmeden edemiyor neden bu tip yerlerde kredi kartı geçmez diye.

İnsan düşünmeden edemiyor dedik, gerçektende birazcık düşündüğümüzde bu araç çekme işi insanları ne kadar mağdur ettiğini yaşayarak öğreniyorsunuz. Her şeyde olduğu gibi bu trafik kurallarının da bağlı olduğu, uymak zorunda olduğu bir kanun, yönetmelik var. Bu yönetmeliğe göre yani Karayolu Trafik Yönetmeliği 119. Maddesine göre bir aracın çekilmesi için bazı şartların oluşması gerekmektedir, eğer ki bu şartlar oluşmuyorsa aracınız yanlış park edilse bile aracınızın park yerinden çekilmesi aslında kanunlara aykırı bir eylem.  ‘’ başka araçların giriş çıkışı engelleniyorsa, toplu taşıma araçlarının duraklarına 15 metre mesafede, dönüşlerde, ikinci sıra park ederek trafiğin akışı engelleniyorsa, sağlık kuruluşlarının, kamu binalarının, emniyetin, itfaiyenin araçlarının giriş çıkışları engelleniyorsa ve yaya geçitleri üzerindeki araçları çekilir. Ancak bu durumlar söz konusu değilse, park yasağı uyarısı olsa bile araçlar çekilmez, sadece hatalı park cezası kesilir.’’

Görüldüğü üzere yönetmelikler aracın çekilme şartlarını gayet açık bir biçimde açıklamış, gel gör ki bunu, araçları çeken vakfa gel de anlat. Aracın çekilmesi insanın moralini bozduğu, hiç yoktan dünya kadar ceza ödediği gerçeğinin yanında çok daha önemli olan bir şey var ki o da insanların yaşadığı, maruz kaldığı olayın yarattığı mağduriyet.

Mağduriyet; yazması ve söylemesi çok kolay olan dört heceli, yaşaması ise çok işkenceli bir durum. İnsanın yaşadığı olayın, zararına maruz kalmış, haksızlığa uğramış ve çaresiz hissettiği bir ruhsal durum olan bu mağduriyet anlatılacak türden bir tecrübe değil.

Hastaneden çıkmışsınız, çocuğunuz hastalığın vermiş olduğu kırgınlık ve bitkinlik ile biran önce eve dönmek, yatağına yatmak istemekte, siz de kızım sen burada bekle ben arabayı alayım hemen gidelim diye çocuğu hastane önünde bırakıp arabanın yanına gidiyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki araba çekilmiş. Kısa bir şok yaşadıktan sonra arabanın akıbetini merak ediyorsunuz, sağa sola çaresizce ne olduğunu soruyorsunuz ve kısa bir süre sonra çevreden arabanızın çekildiğini öğreniyorsunuz.

Aracın çekildiği yere bir taksi ile gitmeye çalışıyorsunuz, şansınız varsa araçların çekildiği parka yakın yerdesinizdir, yoksa ödeyeceğiniz taksi parasının haddi hesabı yoktur. Cebinizde paranızın olup olmaması da ayrıca başka bir sorun. Allahtan Ankara’da taksilerde kredi kartı geçiyor da bu sorunu kısmen atlatabiliyorsunuz.

Aracınızı geri alabilmek için oto parkın oraya gittiğinizde sizin gibi birçok mağdur ile ortam gereği dertleşiyorsunuz ve sizin yaşadığınız mağduriyetin ya benzerleri ya da daha vahim örneklerini üzülerek dinliyorsunuz. Yaşlı büyüğünü hastaneden çıkarıp eve götürmek için aracını bulamayanlardan tutunda şehir dışından gelmiş, yabancı kişilere değin insanların yaşadığı çaresizlik hikâyelerini dinleyince bu araç çekme işinin ne kadar da insanlık dışı bir eylem olduğunu yaşayarak idrak ediyorsunuz.

Mağduriyet yaşayanların artık ödeyeceği cezadan daha çok, işinin biran önce bitmesi ve yarım kalmış işinin tamamlanma telaşına düştüğünü, edilgen bir kabul ediş safhasına geçtiğini görüyorsunuz. Kısaca; ya kardeşim cezası neyse ödeyelim de bu eziyet biran önce bitsin hâlet-i rûhiyesine dönüşüyorsunuz.

İşlemlerin tamamlanması için sizin gibi birçok mağdurla uzun bir kuyrukta bekliyorsunuz, yavaş ve sinir bozucu bir süreçten geçtikten sonra işlem yapılan evrakı alıp diğer uzun bir kuyruğa sıraya giriyorsunuz ve aracınızın çekilme bedeli olan ücreti ödüyorsunuz. Artık öyle bir ruh haline giriyorsunuz ki bu cezayı NİÇİN ödüyorum faslından çıkıp NASIL ödenmesi faslına geçiyorsunuz.

Bizim toplumumuzda bilindiği ve yaşandığı üzere, bir ceza, ya da vergi için kimse niçin, neden diye sormaz, sorgulamaz, yalnızca söylenir, Niçin ödediğimizle değil de daha çok nasıl ödediğimizle ilgili söylenmelerimiz meşhurdur. Misal daha önceleri motorlu taşıtlar vergisi yalnızca Ziraat Bankasından ödenirdi ve bir Türk olarak ben dâhil genellikle son gün ödeme için bankaya giderdik. Son gün olduğundan çok uzun bir kuyruk olur ve bu uzun kuyrukta beklemekten usanan bizler, niçin bu adaletsiz vergiyi ödüyoruz diye değil, nasıl daha rahat ödeyebiliriz, nasıl daha fazla bankadan ödenebilir diye çareler üretir ve anlamsızca hayıflanırdık.

Çok Fenni bir muayene

Kendimiz için gitmesek de aracımız için iki yılda bir zorunlu sağlık muayenesi gibi fenni muayene olayımız var ki anlatılmaz yaşanır türden .

Gerçi yaşadığımız araç çekme olayı ile doğrudan bağlantılı olmasa da araç ile ilintili olan ve insanları doğrudan ilgilendiren ve hemen, hemen herkesin birkaç kez mutlaka yaşadığı toplumsal bir dert, travma olan ve çoğu kez insanlara küçük çaplı cinnetler geçirten araç fenni muayenesi ile ilgili yaşadıklarımı yazmazsam olmazdı. Müsadenizle anlatayım efendim…

Tam aracım çekilmiş, aracın derdiyle uğraşırken aracımın iki yıllık fenni muayene gününün geldiğini öğrendim. Bir dert geldi mi üst üste gelir derlerdi de inanmazdım. Aracın fenni muayenesi için öncelikle randevu almamız gerekiyor ki herhangi bir devlet hastanesinden MR randevusunun daha kolay alındığını bu işleme girince anlıyorsunuz.

İnternete girdiğimizde ilgili şirketin internet sayfasında randevu alabilmek için ahiret sorularına benzer uygulamalarıdan sonra zorlukla sayfasına girebiliyorsunuz, ancak randevu alabilmek için öncelikle ödenmemiş MTV ve trafik cezası varsa onları ödemeniz gerekiyor ki trafikte güvenle gidebilmek için yapıla gelmesi gereken bu fenni muayene ile ödenmemiş ceza ve vergilerin nasıl bir bağlantısı olduğunu düşünmeden de edemiyorsunuz, yani ödenmemiş vergi cezası olunca araç trafikte güvensiz mi seyahat ediyor gibi aklımda deli sorular oluşuyor, ancak bu deli soruların oluşması ödemem gereken cezaları, vergileri engellemiyor ve kredi kartından tüm ceza ve vergileri ödüyorum, ohhh diyorum randevu alabileceğim, ama ne çare istediğiniz gün ve saatte boş gün olmadığını uygun olan yerlerin de taaa Polatlı’da, Şereflikoçhisar’da olduğunu çaresizce öğreniyorsunuz, sonra ilk uygun güne randevu alınca da gecikme faizi işlendiğini görünce de mutluluktan gülümsemenizin yüzünüzden eksilmediğini hissediyorsunuz.

Bir önceki fenni muayeneye 400 lira gibi bir ücret ödediğinizi dün gibi hatırladığınızdan şimdi ne oldu da iki yılda 1800 liraya yükseldi diye yine düşünmeden edemiyorsunuz. Bu uygulama da aracınıza efektif herhangi bir işlem yapılmadığını bildiğinizden yalnızca bu yapılması gereken ve ödenmesi gereken haracın biran önce ödemek için can atıyorsunuz ve çocuğunun sınav çıkışını okulun önünde bekleyip Yasin-i Şerif okuyan analar ya da doğumhanede hemen kapının yanında eşinin doğum haberini heyecanla bekleyen baba namzetleri gibi aracınızın muayene sonucunu ve geçti belgesini almak için beklersiniz.

Uzunca bir bekleyişten sonra elinde bir sürü evrakla çıkagelen görevliye büyük bir minnetle bakarak o müjdeli haberi vermesini tedirginlikle beklersiniz, görevli de zannedersiniz ki size hayatının anlamını belirtecek bir evrak sonucu bildirecekmiş gibi kasıla, kasıla gelir ve elindeki evrakları araç plakasına göre okumaya başlar, aracının sorunsuz geçtiğini öğrenen insanlarda yıllardır Hac sırasına girmiş de uzun yıllar kura da sıra gelmemiş ama bu seneki kura da Hac sırası çıkmış gibi sevinen hacı adayları gibi sevinir ve niçin 1800 lira bu anlamsız uygulamaya para ödedim diye düşünmez ve eline aldığı iki yıllık geçerliliği olan fenni muayene belgesi ile adeta mutluluktan ayakları yerden kesilircesine aracına doğru hızlı adımlarla yürürken mümkünse iki yıl daha görüşmeyelim diye içinden sevinç çığlıkları atarken olay yerinden oldukça hızlı bir biçimde uzaklaşmaya adeta kaçmaya çalışır.

Mutluluktan ayağınız kesilir dedik, gerçektende ayağınız yerden kesilir çünkü aksi durumda mahvolursunuz. Elinde evrakla gelen görevli sizin aracınızın plakasını okur ve aracınız geçmedi bir daha geleceksiniz diyince, hastanede doktordan kötü sonuç duyan hasta yakını gibi, n’oldu? doktor bey yaşayacak mıyım diye heyecanla sorarsınız, görevli de Ağır Kusur var aracınızda der, sizde bu ağır kusur sözünü duyunca baskı balatada, fren sistemlerinde, ya da geri vites dişlisinde kırık falan var zannedersiniz ve büyük bir hayal kırıklığı ve korkuyla nedir aracımın kusuru Hakim Bey ! diye sorarsınız ve görevlide sol park lambanız yanmıyor, ya da arka koltuk emniyet kemeri yok gibi onarılmaz !!! hatalar içeren kusurları, beğenmediği damat adayında olmadık kusurlar arayan kız anası gibi sıralar durur, dersiniz ki arka koltuk emniyet kemeri var kardeşim, o da, ''gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye ve disiplin amirlerimden,’’ diyen Bekçi Murtaza edasıyla, yapmış olduğu çok ciddi vazifenin vermiş olduğu   salahiyetle biraz kibir biraz da küstahlıkla karışık ‘’ben görmedim, göreceğim şekilde ortaya koyun ‘’ der ve içeri girer. Sizde bu onarılmaz ağır kusurla baş başa kalırsınız ve hemen fenni muayene yapılan yerlerde pıtırcık gibi türemiş seyyar minik tamirhanelere gidersiniz ve o minik park lambasını fırsat bu fırsat diyen anlayışlı, oportünist tamirci zor durumda kalmış olan sizden kallavi bir ücretle o küçük park lambasını değiştirir ve tekrardan muayene için sıraya girersiniz ki bir daha bu eziyeti çekmeyeyim.

Ağır kusur olan, park lambasını değiştirip tekrardan sıraya girer ve bu sıkıntılı, sinir bozucu, kendi paramızla bize çektirilen bu çileli bekleyiş biter ve iki yıllık geçici özgürlük belgemizi alır ve ardımıza dahi bakmadan olanca hızımızla olay yerinden uzaklaşırız.

Aracımızın çekilmesiyle yaşadığımız bu mağduriyet aslında bizler için öğrenilmiş çaresizlikten başka bir şey değil gibi. Her ne kadar karayolları trafik yönetmeliği araç çekme şartlarını çok açık bir biçimde belirtmesine rağmen bu mağduriyet yaratan, insanlara işkence yaşatan uygulamalar hali hazırda devam edecek ve insanlara bu eziyet mütemadiyen sürdürülecek. Bizim ise artık tek isteğimiz emekli maaşının 12.000 lira olduğu bir memlekette bu maaşın 1/6 na tekabul eden hiç de adil olmayan bu çekme cezasını, fenni muayene ücretlerini biran önce ödeyelim de bu eziyet, bu mağduriyet devam etmesin, neşeyle, huzurla normal yaşantımıza dönelimden başka bir şey değil. Çok mu bir şey istiyoruz...

Not; Yazdığım yazıda, hayalimde canlandırdığım berber dükkânını büyülü parmaklarıyla hayata geçiren, bir zamanlar rahmetli karikatürist Oğuz Aral yönetimindeki efsane GIRGIR’da karikatürist olarak yer alan sevgili ağabim Ufuk Gürgeç’e ne kadar teşekkür etsem azdır.

 

Foto Galeri

Yorum

A.EMRULLAH AKKURT (doğrulanmamış) Pt, 14 Ekim 2024 - 22:58

Kıymetli Kardeşim; yaşadığın mağduriyet dolu eziyetli süreci öyle hoş anlatmışsın ki, kimi zaman üzüntüyle kimi zaman tebessümle ama tamamını büyük bir keyifle okudum bu müthiş yazını. Kelimelere dans ettiren kalemine sağlık. Sevgili Kızına şifalar diliyorum. Sağlıcakla kal.

bircan (doğrulanmamış) Sa, 15 Ekim 2024 - 06:24

bircogumuzun basina gelmiş bu sinir bozucu olaylari bu sekilde okuyunca gulerek okuyoruz...anlatimin sahane ..her ay yrni yazilari merakla bekliyoruz ...tebrikler.

Salih Gündoğdu (doğrulanmamış) Sa, 15 Ekim 2024 - 07:28

Çok akıcı, nefis bir anı hikayesi,bir solukta okudum her ne kadar zarar bilançosu ağır olmuşsa da

Ayhan Sezan (doğrulanmamış) Sa, 15 Ekim 2024 - 08:36

Bir sinir harbi ve ızdırap sürecinin bu kadar yalın ve sıcak anlatımına ilk kez tanık oldum. Kalemine sağlık.

Mustafa Özlü (doğrulanmamış) Sa, 15 Ekim 2024 - 09:00

Bu hikayeyi ben de yaşadım ama bu kadar güzel anlatamadım. :)

Atilla (doğrulanmamış) Sa, 15 Ekim 2024 - 09:57

Aynı kaderi yaşamış biri olarak duygularıma tercüman olmuşsun. Bir solukta okudum.Kaleminize sağlık…

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.