Gazneli Sultan Mahmut

Akademik

FİRDEVSÎ’NİN ŞAHNÂME’SİNDE GAZNELİ SULTAN MAHMUD

zorbatvİran ulusal tarihi, rivayetleri ve kahramanlık destanlarını sözlü anlatılardan derleyip toparlayarak yazıya aktarmasıyla İranlılarca “ulusal şair” olarak kabul edilen, Hekîm Ebu’l-Kâsım Mansûr b. Hasan-i Firdevsî Ebu’l-Kâ¬sım-i Fir¬dev¬sî (Ö. 1020) , Sul¬tan gazneli hükümdarı Sultan Mah¬mud (eg. 998-1030) dö¬ne¬mi¬nin en ye¬te¬nek¬li şa¬iri Fir¬dev¬sî, İran’ın Mo¬ğol dö¬ne¬mi¬ne ka¬dar ya¬şa¬mış en bü¬yük şa¬iri ola¬rak bi¬lin¬mek¬te¬dir. Bun¬dan da öte Gaz¬ne¬li¬ler dö¬ne¬mi¬nin, ay¬nı za-man¬da hem İran hem de dün¬ya ede¬bi¬yat¬ı¬nın en ye¬te¬nek¬li, en özgün tar¬zlı şa¬ir¬le¬rin¬den bi¬ri¬dir. Samanî¬ler dö¬ne¬min¬de ye¬tiş¬miş olan Fir¬dev-sî, İran ta¬ri¬hi¬ne ve de¬ğer¬le¬ri¬ne kar¬şı çok has¬sas bir şa¬ir¬dir. Ya¬şa¬dı¬ğı dev¬ir¬de top¬lu¬mu oluş¬tu¬ran bü¬tün ke¬sim¬ler¬ce ye¬ni¬den ulusalcılık ha-re¬ket¬le¬rinin baş¬la¬tıl¬mış ol¬ma¬sı da bu ko¬nu¬da şa¬iri et¬ki¬le¬miştir. 
Akla çok önem veren, takiyyeyi asla sevmeyen Firdevsî, İranlı büyük sufîlerce de övülerek anılır. Şeyh Ahmed-i Câm (ö. 1239), Ahmed-i Gazzalî (ö. 1126), Muhammed-i Gazzalî (ö. 1111), Senaî-yi Gaznevî (ö. 1151) başta olmak üzere çok sayıda ileri gelen şair ve yazar onu “hekim: bilge”, “ustad: hoca ” ve “dana: bilgin” nitelemeleriyle överek büyüklüğünü ifade etmişlerdir. Ahmed-i Gazzalî’nin Kunûzu’l-hikme adlı eserindeki ifadelerine göre, “O, Muhammed ümmetinin en büyük bilgelerinden biridir.”  
Fir¬dev¬sî, yaklaşık 981 yı¬lın¬da yaz¬ma¬ya baş¬la¬dığı eserini ilaveler yaparak 1004 yıl¬ı civarında ta¬mam¬la¬dı. Fir¬dev¬sî, eserini hiçbir zaman her¬han¬gi bir sul¬ta¬na ya da emi¬re sun¬mayı düşünmemişti. An¬cak ya-kın dost¬la¬rı ve onu des¬tekleyenler tek tek or¬ta¬dan kay¬bo¬lup, ese¬ri uğ-run¬a bü¬tün ser¬ve¬ti tü¬ke¬nin¬ce ge¬çim sı¬kın¬tı¬sı¬na düştü. Bunun üzerine 1004-1005 yı¬lın¬da ese¬ri¬ni Sul¬tan Mah¬mud’a sun¬ma ka¬rar¬ı aldı. Bel¬ki bu yol¬la ken¬di¬si¬ne ve ese¬ri¬ne ya¬ra¬şır bir karşılık görür ve ha¬ya¬tı¬nın ka¬lan kıs¬mı¬nı re¬fah için¬de ge¬çi¬re¬bi¬lir¬di. 
İran tarihinde Piş¬da¬dîler ha¬ne¬da¬nı¬nın ilk hü¬küm¬da¬rı Ke¬yû¬mers’¬ten baş¬la¬ya¬rak Sasanî¬lerin son hü¬¬küm¬da¬rı III. Yez¬di¬cerd’e ka¬dar de¬vam eden top¬lam “el¬li hü¬küm¬dar¬lık dö¬ne¬mi”ni ele alan ese¬rin gi¬riş kıs-mın¬da “Tanrı’yı ve ak¬lı öv¬üş”, “in¬sa¬nın, gü¬neşin ve ayın ya¬ra¬tı¬lı¬şı, Pey¬gam¬ber ve ashâbını övüş” başlıkları yer alır. Ar¬dı¬ndan Şahnâme’-nin kay¬nak¬la¬rı ve son ola¬rak da “Sul¬tan Mah¬mud’u öv¬gü bö¬lümü” gelir ve asıl ko¬nu¬ya ge¬çi¬lir. Ta¬rih ön¬¬ce¬si de¬vir¬ler¬den baş¬la¬ya¬rak İran ulusunun me¬de¬ni¬yet se¬rü¬ve¬ni, İran¬lı¬la¬rın İranvic böl¬¬ge¬si¬ne ge¬lip ora-da yer¬le¬şik bir ha¬ya¬ta ge¬çe¬rek dev¬let kur¬ma¬la¬rı, çev¬re¬le¬rin¬de¬ki uluslarla, Turan¬lı¬lar, Ro¬ma¬lı¬lar, Bi¬zans¬lı¬lar ve Arap¬lar¬la sa¬vaş¬la¬rı, Tus¬lu us¬ta şa¬irin ola¬¬ğa¬nüs¬tü akı¬cı ifa¬de¬le¬riy¬le aktarılır. Bü¬tün bu an¬la-tım¬lar es¬na¬sın¬da Fir¬dev¬sî İran ulusunun ge¬le¬nek ve gö¬re¬nek¬le¬rini, ulu¬sal, din¬sel, ah¬lak¬sal de¬ğer¬le¬rini, üs¬tün ni¬te¬lik¬le¬¬rini, kah¬ra¬man¬lık se¬rü¬ven¬le¬rini, aşklarını ve İran halk¬ıy¬la il¬gi¬li da¬ha bir¬çok şeyi di¬ze¬¬le-rinde ölüm¬süz¬lü¬ğe ka¬vuş¬tu¬rur. Bu açı¬dan Şahnâme İran ulusunun bir kül¬tür ve me¬¬de¬ni¬yet an¬sik¬lo¬pe¬di¬sidir. 
Firdevsî’nin Şahnâme’¬sinde Sul¬tan Mah¬mud’a yer verdiği ve hemen hemen her yerinde onu öv¬gü ile andığı bazı bölümler:
Tan¬rı dün¬ya¬yı ya¬ra¬ta¬lı böy¬le bir pa¬di¬şah gel¬me¬di. Tah¬ta çı¬kıp da gü-neş gi¬bi ta¬cı¬nı ba¬şı¬na ko¬yun¬ca yer¬yü¬zü fil¬di¬şi gi¬bi par¬ılda¬dı. Sen bü-tün yer¬yü¬zü¬nü ay¬dın¬la¬tan asıl par¬lak gü¬neş kim¬dir, bi¬li¬yor mu¬sun? Bu gü¬neş, bahtı açık, par¬lak ta¬lih¬li bir hükümdar olan Ebu’l Kâsım’ dır. Tah¬tı¬nı bir taç gi¬bi olan gü¬ne¬şin ya¬nı¬na kur¬muş, do¬ğu¬dan ba¬tı¬ya ka¬dar her ye¬rin sü¬sü ol¬muş, onun gü¬cü ve bü¬yük¬lü¬ğüy¬le her yer al¬tın ha¬zi¬ne¬le¬ri¬ne dön¬müş¬tür. Onun sa¬ye¬sin¬de bah¬tı¬mın yıl¬dı¬zı uyan¬dı ve zih¬nim¬de¬ki dü¬şün¬ce¬le¬r ço¬ğal¬ma¬ya baş¬la¬dı. Ar¬tık sö¬z söy¬le-me za¬ma¬nı¬mın gel¬di¬ği¬ni an¬la¬dım. Şim¬di es¬ki za¬man¬lar ye¬ni¬den can¬la-na¬cak. Bir ge¬ce yer¬yü¬zü pa¬di¬şa¬hı¬nı dü¬şün¬düm, onu tak¬dir et¬tim ve ona öv¬gü¬ler yağ¬dır¬dım. Gön¬lüm o ka¬ran¬lık ge¬ce¬yi ay¬dın¬la¬tan bir ışık gi¬biy¬di. Gö¬züm yu¬mu¬lu, gön¬lüm uya¬nık ola¬rak uy¬ku¬ya dal¬dım.  

Ay¬dın ru¬hum rü¬ya¬da, su¬yun için¬den par¬lak bir mu¬mun yük¬sel¬di¬ği¬ni gör¬dü. Dün¬ya yü¬zü önce la¬ci¬vert renk¬li ge¬ce¬de, o mu¬mun ışıltı¬sın¬dan sa¬rı bir ya¬kut gi¬bi ay¬dın¬lan¬dı. Ova bu ay¬dın¬lı¬ğın al¬tın¬da bezekli bir ku¬maş gi¬bi du¬ru¬yor¬du. Der¬ken ova¬da bir taht belirdi. Bu tah¬tın üze-rin¬de ay gi¬bi bir pa¬di¬şah otu¬ru¬yor¬du. Ba¬şın¬da da külah ye¬ri¬ne bir taç var¬dı. Sağ ya¬nın¬da iki mil¬lik bir me¬sa¬fe¬yi saf saf dol¬du¬ran bir or¬du; sol ya¬nın¬da da ye¬di yüz iri fil var¬dı. Din ve ada¬let hu¬su¬sun¬da ken¬di-si¬ne yol gös¬te¬ren te¬miz yü¬rek¬li bir ve¬zir önün¬de, ayak¬ta du¬ru¬yor¬du. Sal¬ta¬na¬tı¬nın bu yü¬ce¬li¬ği, bun¬ca as¬ker ve o iri fil¬ler ba¬şı¬mı dön¬dür¬dü. Şah¬la¬ra ya¬ra¬şan o yü¬zü gö¬rün¬ce, et¬ra¬fın¬da bek¬le¬yen bü¬yük adam¬la¬ra: “Bu bir sal¬ta¬nat tah¬tı mı, yok¬sa gök mü? Bu gör¬dü¬ğüm bir taç mı, yok¬sa gök-te¬ki ay mı? Onun önün¬de du¬ran or¬du mu, yok¬sa gök¬te¬ki yıl¬dız¬lar mı?” di¬ye sor¬dum. On¬lar¬dan bi¬ri de bu so¬ru¬ma kar¬şı¬lık ola¬rak: “O, Rum, Hint ve Kannuc’tan Sind der¬ya¬sı¬na ka¬dar uza¬nan ül¬ke¬le¬rin hü¬küm¬da¬rı Sul¬tan Mah-mud’tur” dedi.  
İran ve Turan ona kul¬dur. Bu ül¬ke¬ler onun buy¬ruk ve gö¬rüş¬le¬ri¬ne gö-re ya¬şar. Bu pa¬di¬şah yer¬yü¬zün¬de ada¬le¬ti sağ¬la¬dık¬tan son¬ra¬ sal¬ta¬nat ta¬cı¬nı ba¬şı¬na koy¬muş¬tur. Dünya hükümdarı Sul¬tan Mah¬mud’un, bu bü¬yük pa¬di¬şa¬hın ada¬le¬ti sa¬ye¬sin¬de ar¬tık kurt¬lar¬la ko¬yun¬lar ay¬nı yer-den su içe¬bi¬li¬yor¬lar. Keş¬mir’den Çin de¬ni¬zi¬ne ka¬dar bü¬tün pa¬di¬şah¬lar onu över. Be¬şik¬te¬ki bir ço¬cu¬ğun du¬dak¬la¬rı¬nı ana¬sı¬nın göğ¬sün¬den ayı-rır ayır¬maz ilk söy¬le¬di¬ği şey “Mah¬mud” olur. Sen de bir söz eri¬sin, sen de onu öv de sa¬ye¬sin¬de öl¬me¬ye¬cek bir ad ka¬zan! Kim¬se onun buy¬ru¬ğun¬dan çı¬ka¬maz, kim¬se ona ver¬di¬ği söz¬den dö¬ne¬mez!” de¬di. Bu¬nun üze¬ri¬ne sıç¬ra¬ya¬rak uyan¬dım ve o ka¬ran¬lık ge¬ce¬yi sa¬ba¬ha ka¬dar uy¬ku¬suz ge¬çir¬dim. Ha¬ya¬lim¬de hep o yü¬ce pa¬di¬şa¬hı övü¬yor ve yo¬lu¬na sa¬ça¬cak pa¬ram ol¬ma¬dı¬ğı için ca¬nı¬mı se¬ri¬yor¬dum. Ken¬di ken¬di¬me: Bu rü¬ya¬nın ha¬ki¬kat¬te bir kar¬şı¬lı¬ğı ol¬ma¬lı. Çün¬kü o pa¬di¬şa¬hın ünü bü¬tün yer¬yü¬zün¬de kut¬lu¬dur, de¬dim. Taç, mü¬hür ve ta¬li¬hi uya¬nık olan böy¬le bir pa¬di¬şa¬hı öven de, övül¬me¬ye de¬ğer¬dir. Yer¬yü¬zü onun bü¬yük¬lü-ğün¬de¬ki par¬lak¬lık¬la ba¬har bah¬çe¬si¬ne dön¬dü. Ha¬va be¬re¬ket ta¬şı¬yan bu-lut¬lar¬la, top¬rak da tür¬lü tür¬lü ağaç¬lar ve çi¬çek¬ler¬le be¬zen¬di. Bu¬lut¬lar-dan yağ¬mur tam vak¬tin¬de dö¬kü¬lü¬yor¬du. Yer¬yü¬zü İrem bah¬çe¬si gi¬biy-di. İran bü¬tün gü¬zel¬li¬ği¬ni onun ada¬le¬ti¬ne borç¬lu¬dur. Her yer¬de in¬san-lar onu say¬gıy¬la anar. O mec¬lis¬ler¬de ve¬fa yağ¬dı¬ran bir gök, savaşlardaysa kes¬kin pen¬çe¬li bir ej¬der¬ha¬dır.  
Vü¬cut¬ça kük¬re¬miş bir fil, ruh¬ça Ceb¬ra¬il gi¬bi¬dir. Eli ba¬har bu¬lu¬tu¬na, kal¬bi Nil’e ben¬zer. Öf¬ke¬len¬di¬ği za¬man kö¬tü¬ler ona pa¬ra ka¬dar de¬ğer-siz gö¬rü¬nür. Ne ta¬cı ve ha¬zi¬ne¬le¬ri var di¬ye bö¬bür¬le¬nir, ne de sa¬vaş¬tan ve kat¬lan¬dı¬ğı zah¬met¬ler¬den ru¬hu ka¬ra¬rır. Bü¬tün kö¬le¬le¬ri, azat¬lı¬la¬rı ve te¬miz kalp¬li kul¬la¬rı onu se¬ver, emirlerini bekler. Bun¬la¬rın her bi¬ri bir ül¬ke¬nin hü¬küm¬da¬rı ol¬muş¬tur, ad¬la¬rı min¬ber¬ler¬de söy¬le¬nir. Bun¬la¬rın ba¬şın¬da kü¬çük kar¬de¬şi ge¬lir ki, in¬san¬lık¬tan ya¬na onun eşi yok¬tur. Yer-yü¬zün¬de kim Nasr’ın bü¬yük¬lü¬ğü¬ne kul olur¬sa, as¬rın pa¬di¬şa¬hı sa¬ye-sin¬de me¬sut ya¬şar. Ba¬ba¬sı Nas¬rüd¬dîn ola¬nın tah¬tı¬nın aya¬ğı, Ül¬ker yıl-dı¬zı¬nın bi¬le ba¬şı¬na taç olur. O er ki¬şi¬dir, dü¬şün¬ce ve hü¬ner sa¬hi¬bi¬dir. Bü¬tün bü¬yük adam¬lar onun¬la ne¬şe¬le¬nir. Tus şeh¬ri¬nin yi¬ğit hâ¬ki¬mi, sa-vaş sı¬ra¬sın¬da as¬lan¬la¬rı da¬hi acı¬na¬cak ha¬le ge¬ti¬rir. Bü¬tün ser¬ve¬ti¬ni muh¬taç olan¬la¬ra ba¬ğış¬lar. İs¬te¬di¬ği tek şey yer¬yü¬zün¬de iyi bir ad bı¬rak-mak¬tır. Tan¬rı’ya gi¬den yo¬lu hal¬ka gös¬te¬rir ve pa¬di¬şa¬hın ha¬ya¬tı için hep dua eder. Dün¬ya bu pa¬di¬şa¬hın yok¬lu¬ğu¬nu gör¬me¬sin, ebe¬di¬yen şad ol¬sun! Vü¬cu¬du, taç ve tah¬tıy¬la da¬ima sıh¬hat¬te ol¬sun, dert yü¬zü gör¬me¬sin, bah¬tı ay¬dın¬lan¬sın! Ar¬tık o ün¬lü pa¬di¬şa¬hın ki¬ta¬bı¬nı yaz¬ma¬ya baş¬lı¬yo¬rum.  
Tan¬rı taç ve yü¬zü¬ğün ken¬di¬siy¬le övün¬dü¬ğü o pa¬di¬şa¬hı kut¬sa¬sın. O, ta¬cın, kı¬lı¬cın, kaf¬ta¬nın ve gü¬cün sa¬hi¬bi¬dir! Ha¬zi¬ne¬si eli¬nin açık¬lı¬ğın-dan, yap¬tı¬ğı ba¬ğış¬la¬rın çok¬lu¬ğun¬dan usan¬mış¬tır. Bü¬yük¬lük onun adıy-la övü¬nür. Bü¬tün yer¬yü¬zü as¬ker¬le¬riy¬le do¬lu¬dur ve onun buy¬ru¬ğu al-tın¬da¬dır. Hiç¬bir al¬tın ma¬de¬ni yok¬tur ki, an¬cak onun buy¬ru¬ğuy¬la kul¬la-nı¬la¬bi¬le¬ce¬ği¬ni bil¬me¬sin. O düş¬man¬la¬rın¬dan alıp dost¬la¬rı¬na da¬ğı¬tır; her-kes¬ten üs¬tün olan Tan¬rı onun yar¬dım¬cı¬sı¬dır. İç¬ki mec¬lis¬le¬rin¬de ha¬zi-ne¬ler sa¬çar; sa¬vaş¬lar sı¬ra¬sın¬da da as¬lan¬lar¬la fil¬le¬ri ye¬re se¬rer. Bir ül¬ke¬yi ele ge¬çir¬me¬ye gi¬din¬ce, kes¬kin kı¬lı¬cıy¬la kı¬ya¬met¬ler ko¬pa¬rır. Hem kı¬lıç sal¬la¬yan hem de mü¬cev¬her¬ler sa¬çan o el, bu dün¬ya¬da sa¬de¬ce iyi ad ka¬zan¬ma¬ya ça¬lı¬şır. İç¬ki ve eğ¬len¬ce mec¬lis¬le¬rin¬de fe¬le¬ğin ken¬di¬si¬ne de-niz, sa¬vaş¬lar¬da da as¬lan de¬me¬si¬ni is¬ter. Sa¬vaş¬mak¬ta da, ba¬ğış¬ta da, iyi ad ka¬zan¬mak için ça¬lış¬mak¬tan ya¬na da onun gi¬bi bir pa¬di¬şah da¬ha ol-ma¬dı¬ğı¬na yer¬yü¬zün¬de top¬rak¬la su, gök¬yü¬zün¬de de ışık pı¬na¬rı gü¬neş ta¬nık¬tır! Onun in¬ti¬kam ar¬zu¬su¬na şef¬kat ka¬rış¬ma¬mış ol¬say¬dı, ga¬za¬bın-dan gök¬te¬ki yıl¬dız¬lar yer¬le¬re dö¬kü¬lür¬dü. Gü¬cü çok bü¬yük¬tür ve o ka-dar çok as¬ke¬ri var¬dır ki, or¬du¬su¬nun saf¬la¬rı¬nın ara¬sın¬dan rüz¬gâr¬lar bi¬le ge¬çe¬cek yer bu¬la¬maz. Onun or¬du¬la¬rı¬nı ye¬di yüz fil iz¬ler. Yer¬yü¬zü¬nün sa¬hi¬bi olan Tan¬rı ve Ceb¬ra¬il onun yar¬dım¬cı¬la¬rı¬dır. O bü¬tün pa¬di¬şah, ül¬ke ve emir¬ler¬den ver¬gi alır. Ver¬gi ver¬me¬yen¬ler ül¬ke¬le¬ri¬ni, ha¬zi¬ne¬le-ri¬ni, taht¬la¬rı¬nı ve taç¬la¬rı¬nı ve¬rir.  
Onun sö¬zün¬den kim dı¬şa¬rı çı¬ka¬bi¬lir ve buy¬ru¬ğu¬na bo¬yun eğ¬me¬mek ki¬min had¬di¬ne¬dir? İç¬ki mec¬lis¬le¬rin¬de yü¬zün¬den ya¬yı¬lan ışık¬la her ya-nı ay¬dın¬lat¬tı¬ğı hal¬de, sa¬vaş¬lar¬da zırh¬la¬ra bü¬rün¬müş bir dağ gi¬bi¬dir. Kün¬ye¬si Ebu’l-Kâsım olan o ce¬sur pa¬di¬şah as¬lan¬la¬rın pen¬çe¬sin¬de¬ki ya¬ba¬ne¬şek¬le¬ri¬ni bi¬le alır. Yer¬yü¬zü¬nün hâ¬ki¬mi olan Mah¬mud, sa¬vaş¬lar-da ken¬di¬si¬ne baş kal¬dı¬ran düş¬man¬la¬rı¬nın ka¬fa¬la¬rı¬nı to¬zun top¬ra¬ğın için¬de yu¬var¬lar. Dün¬ya var ol¬duk¬ça o da pa¬di¬şah ol¬sun; yü¬ce yıl¬dı¬zı ayın ta¬cı ol¬sun! O, şu par¬lak gök¬le¬rin sü¬sü ve iç¬ki mec¬lis¬le¬ri¬nin cö-mert¬lik bu¬lu¬tu¬dur. Akıl, ada¬let ve iyi ni¬yet sa¬hi¬bi¬dir. Tan¬rı dün¬ya¬ya onun ta¬cı¬nın yok¬lu¬ğu¬nu gös¬ter¬me¬sin! Te¬miz bir yü¬re¬ği, ve¬zi¬ri ve or-du¬su olan bu pa¬di¬şah eğ¬len¬me¬si¬ni de bi¬lir, sa¬vaş¬ma¬sı¬nı da... Yer¬yü-zü¬ne ser¬di¬ği hü¬kü¬met yay¬gı¬sı sa¬ye¬sin¬de onun eser¬le¬ri as¬la yok ol¬ma-ya¬cak¬tır. Ve¬zi¬ri Ah¬med oğ¬lu Fazl’da bu yay¬gı¬nın yas¬tı¬ğı gi¬bi¬dir. Akıl, ted¬bir ve din¬dar¬lık ba¬kı¬mın¬dan hiç¬bir pa¬di¬şah böy¬le bir ve¬zi¬re sa¬hip ola¬ma¬mış¬tır. Onun hü¬kü¬me¬tin ba¬şın¬da bu¬lun¬ma¬sı iyi¬dir; çün¬kü pa¬di-şa¬hın ra¬ha¬tı bu ve¬zi¬rin var¬lı¬ğı¬na da¬ya¬nır. Açık yü¬rek¬li, gü¬zel söz¬lü, te¬miz bir in¬san; Tan¬rı’nın ve pa¬di¬şa¬hın sa¬dık bir ku¬lu¬dur. Bu akıl¬lı ve ada¬let¬li ve¬zir sa¬ye¬sin¬de çek¬ti¬ğim tüm zah¬met¬ler so¬na er¬di. Şu ih¬ti¬yar ha¬lim¬de, ken¬di¬me bir fay¬dam do¬kun¬sun; bü¬yük¬lü¬ğe, pa¬ra¬ya ve ta¬ca sa¬hip ola¬bi¬le¬yim di¬ye,
Söz¬le¬ri¬ne gü¬ve¬ni¬len ki¬şi¬le¬rin yaz¬dık¬la¬rı ta¬rih¬ler¬den top¬la¬dı¬ğım bil¬gi-ler¬le bu es¬ki İran ta¬ri¬hi¬ni mey¬da¬na ge¬tir¬dim. Fa¬kat Ke¬yâ¬nî¬yân tah¬tı üze¬rin¬de, dört bir ya¬nı ay¬dın¬la¬tan, ba¬ğı¬şı bol bir pa¬di¬şah gö¬re¬me¬dim. Bu¬nun için¬dir ki, cö¬mert¬li¬ği¬nin ha¬zi¬ne¬si ki¬lit¬li ol¬ma¬yan, di¬ni ve pa¬di-şah¬lı¬ğı ko¬ru¬yan, ta¬cı ve fil¬di¬şi tah¬tı ay¬dın¬la¬tan, ya¬ra¬tı¬lı¬şın sır¬la¬rı¬nı bi-len; ce¬sur, sa¬vaş yi¬ğit¬le¬riy¬le sa¬vaş¬mak¬ta güç¬lü, di¬nin ve ak¬lın ağa¬cı¬nı ye¬şil¬len¬di¬ren, düşüncesi ak¬lın ve bil¬gi¬nin üs¬tün¬de olan, kö¬tü¬lük dü-şün¬me¬yen ve her işin¬de Tan¬rı’ya sı¬ğı¬nan bir pa¬di¬şah or¬ta¬ya çı¬ka¬na ka¬dar bek¬le¬dim. Böy¬le¬lik¬le öm¬rü¬mün alt¬mış beş yı¬lı¬nı yok¬sul¬luk ve zah¬met için¬de ge¬çir¬dim. Bu alt¬mış beş yıl, çöl¬ler¬de esen ba¬har yel¬le¬ri gi¬bi çar¬ça¬buk ge¬çi¬ver¬di. Alt¬mış al¬tı¬ma gi¬rin¬ce çök¬tüm, bir sar¬ho¬şa dön¬düm; eli¬me diz¬gin ye¬ri¬ne asa al¬ma¬ya mec¬bur kal¬dım.  
Vak¬tiy¬le la¬le gi¬bi olan kır¬mı¬zı ya¬nak¬la¬rım sa¬man gi¬bi sa¬rar¬dı; o si¬yah saç¬la¬rım kâ¬fur gi¬bi ağar¬dı. Ser¬vi gi¬bi düz¬gün bo¬yum kam¬bur¬laş¬tı ve ner¬gi¬se ben¬ze¬yen göz¬le¬ri¬min ışı¬ğı azal¬dı. Alt¬mış se¬ki¬zi¬me gel¬di¬ğim¬de, genç¬li¬ği¬min geç¬miş ol¬ma¬sı¬na rağ¬men yi¬ne de ken¬di¬mi genç his¬se¬di-yor¬dum. Bu sı¬ra¬da, dün¬ya¬nın dört bir ya¬nın¬dan yük¬se¬len bir ses¬le, fa¬kir¬lik ve yok¬sul¬luk dü¬şün¬ce¬le¬rin¬den kur¬tul¬dum. Bu ses şöy¬le di-yor¬du: “Ey Fe¬rî¬dun’dan yer¬yü¬zün¬de bir ni¬şan ara¬yan bü¬yük ve ün¬lü ki-şi¬ler! O uya¬nık yü¬rek¬li Fe¬rî¬dun di¬ril¬di, ye¬ni¬den dün¬ya¬ya gel¬di ve ze¬min¬le za¬man ona kul ol¬du. Ada¬le¬ti ve cö¬mert¬li¬ğiy¬le ye¬ni¬den dün¬ya¬ya hâ¬kim ol-du. Onun ba¬şı, bü¬tün pa¬di¬şah¬lar¬dan da¬ha yü¬ce¬dir. Onun bı¬rak¬tı¬ğı eser¬ler hâ¬lâ or¬ta¬lık¬ta pa¬rıl¬dı¬yor. So¬yu ebe¬di ol¬sun!” Bu¬nu duy¬duk¬tan son¬ra ar-tık hiç¬bir se¬se ku¬lak ver¬me¬dim.
O kı¬lıç, taç ve taht sa¬hi¬bi pa¬di¬şa¬hın –Tan¬rı onu bü¬yük¬lük ma¬ka-mın¬da sonsuza dek var etsin!– İh¬ti¬yar ha¬lim¬de ba¬na yar¬dım¬cı ol-ma¬sı için bu ki¬ta¬bı ona ar¬ma¬ğan edi¬yo¬rum. Sağ ol¬du¬ğum müd-det¬çe yü¬ce Tan¬rı’dan di¬le¬rim ki, bu ki¬ta¬bı o yer¬yü¬zü pa¬di¬şa¬hı¬nın adı¬na ya¬zıp bi¬ti¬re¬yim de, kal¬ma¬sın ya¬zıl¬ma¬dık bir şey. Şu de¬ğer-siz vü¬cu¬dum top¬rak ol¬duk¬tan ve ru¬hum o te¬miz ma¬ka¬ma eriş¬tik-ten son¬ra adım yer¬yü¬zün¬de unu¬tul¬ma¬sın! Bü¬tün er¬dem¬le¬ri yer¬yü-zün¬de açıkça görünen o ada¬let¬li ve cö¬mert dün¬ya fa¬ti¬hi, Hint’in, Çin’in, Turan’ın ve İran’ın sa¬hi¬bi¬dir; te¬miz ya¬ra¬dı¬lış¬lı ve ah¬lak¬lı, her tür¬lü ek¬sik¬lik¬ten uzak bir yer¬yü¬zü pa¬di¬şa¬hı¬dır. Onun bir ke-re¬cik kı¬zıp ba¬ğır¬ma¬sıy¬la kor¬ku¬dan kap¬lan¬la¬rın de¬ri¬si çat¬lar. O ka¬ra¬da kap¬lan, de¬niz¬de de tim¬sah¬tır! Gü¬ne¬şe ben¬ze¬yen o ci¬han fa-ti¬hi Mah¬mud, sa¬vaş¬lar¬da kı¬lıç kul¬la¬nan bir as¬lan¬dır! O, bu dün-ya¬da be¬ni her tür¬lü ih¬ti¬yaç¬tan arındırmış ve be¬nim için bü¬yük¬ler ara¬sın¬da seç¬kin bir yer ayır¬mış¬tır. 
Onun pa¬di¬şah¬lık tah¬tı ebe¬di ol¬sun; ta¬li¬hi gön¬lü¬nün di¬le¬ğin¬ce dön-sün. Eğ¬len¬ce mec¬lis¬le¬rin¬de top¬rak¬la al¬tın onun için bir¬dir. Cö¬mert-lik¬ten ya¬na, hiç¬bir şey¬den çe¬kin¬mez. Onu öv¬mek bü¬yük bir ce¬sa-ret sa¬yı¬lır. Ben onu öve¬bil¬sem bi¬le yi¬ne de kim¬se onu kav¬ra¬ya-maz. Çün¬kü o ha¬ya¬lin üs¬tün¬de¬dir. Müş¬te¬ri yıl¬dı¬zı¬nın ta¬cı¬na ben-zer. Ey pa¬di¬şah! Kul¬lu¬ğu¬mu gös¬ter¬mek için sa¬na bir eser tak¬dim edi¬yo¬rum ki, o bu dün¬ya¬da ben¬den bir ya¬di¬gâr ola¬rak ka¬la¬cak¬tır. Ma¬mur ya¬pı¬lar, yağ¬mur ve gü¬neş¬ten ha¬rap olur. Ben¬se sa¬na yağ-mu¬run ve rüz¬gâ¬rın za¬rar ve¬re¬me¬ye¬ce¬ği şi¬ir¬den yü¬ce bir sa¬ray yap¬tım. Bu ese¬rin üze¬rin¬den yıl¬lar geç¬se de ak¬lı olan¬lar onu yi¬ne oku¬ya¬cak¬lar¬dır. Ci¬han fa¬ti¬hi pa¬di¬şa¬ha du¬alar ede¬rim. Kim¬se tah¬tı on¬suz gör¬me¬sin! Onun övülmesini sağlayanlar da yi¬ne ken¬di iş¬le-ri¬dir. Bü¬tün yer¬yü¬zü onun eser¬le¬riy¬le do¬lu¬dur.
Be¬nim gü¬cüm ne ki onu, hat¬ta onun aya¬ğı¬nın to¬zu¬nu öve¬bi¬le¬yim? Yer¬yü¬zü onun¬la var ol¬sun ve ak¬lı onun ta¬li¬hi¬ni nur¬lan¬dır¬sın! Yü-re¬ği ba¬har gi¬bi şen, vü¬cu¬du fe¬le¬ğin fe¬la¬ket¬le¬rin¬den ırak ol¬sun. Onun sa¬ye¬sin¬de mil¬le¬tin yü¬re¬ği se¬vinç¬le dol¬sun. Her iş¬te mu¬zaf¬fer ol¬sun ve vü¬cu¬du se¬la¬met¬te kal¬sın! Şu fe¬lek bir te¬ker¬lek gi¬bi dön-dük¬çe ve Müş¬te¬ri yıl¬dı¬zı üze¬rin¬de do¬laş¬tık¬ça, o da bü¬yük¬lük ve naz için¬de var ol¬sun! Kö¬tü göz¬ler on¬dan ırak ol¬sun, muh¬taç¬lık ne-dir bil¬me¬sin! Sö¬zü¬ne gü¬ve¬ni¬lir kim¬se¬ler¬den işit¬ti¬ğim olay¬la¬rı top-la¬yıp, bu ta¬rih ki¬ta¬bı¬nı yaz¬dım. Fe¬le¬ğin elin¬den çık¬mış bir ola¬yı an¬lat¬mak için baş¬ka bir bil¬gin ki¬şi¬nin öğüt¬le¬ri¬ne ih¬ti¬ya¬cım yok. 
Şu hız¬lı dö¬nen fe¬lek ne tu¬haf¬tır. Gö¬nül her za¬man bir¬ta¬kım dert-ler¬le kar¬şı¬la¬şır. Ba¬kar¬sın bi¬ri¬nin öm¬rü zah¬met, fe¬la¬ket, dert ve piş-man¬lık¬la ge¬çer¬ken; bir baş¬ka¬sı¬nın his¬se¬si¬ne bal, şe¬ker, ra¬hat, naz ve pa¬di¬şah¬lık tah¬tı dü¬şer! 
KAYNAKÇA
Firdevsî, Şâhnâme (çev. Necati Lugal-Nimet Yıldırım), İstanbul 2017.
Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme-yi Edeb-i Fârsî, Tahran 1375 hş., I.-X.
https://ganjoor.net/ferdousi/shahname/aghaz
Nöldeke, Th., Hemâse-yi Millî-yi Îrân (çev. Bozorg-i Alevî), Tahran 2537 şş.
Rezmcû, Huseyn, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsi-yi Îrân, Tahran 1381 hş.
Safâ, Zebîhullâh, Tâ¬rîh-i Ede¬biy¬yât Der Îrân, Tahran 1376 hş. 
Şemîsâ, Sîrûs, Sebkşinâsî-yi Şi’r, Tahran 1374 hş.
 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.