FERÎDÛN-İ MUŞÎRÎ VE ŞİİRİ

Makaleler

FERÎDÛN-İ MUŞÎRÎ VE ŞİİRİ


Prof.Dr. Nimet Yıldırım

Çağdaş İran edebiyatının önde gelen şairlerinden Feridûn-i Muşirî, 1926 yılında Tahran’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Meşhed ve Tahran’da tamamladı. Edebiyatla iç içe bulunan bir ailede büyüyen ve çocukluk yaşlarından itibaren şiire yakın ilgi duyan Muşirî, daha okuma yazmayı öğrenir öğrenmez Hâfız-i Şirazî, Sa‘dî-yi Şirazî, Nizamî-yi Gencevî ve Firdevsî gibi şairlerin eserlerini okumaya başladı. Zamanının çoğunu ünlü Fars şairlerinin eserleri ve divanları üzerinde çalışmalarıyla geçiriyordu. Lise yıllarında şiir hayatına başlayan Muşirî, üniversitenin ilk yıllarından itibaren de gazellerini ve mesnevilerini kaleme almaya başladı.  

Muşirî, Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde başladığı yükseköğrenimini bir süre devam ettirdikten sonra yarıda bırakarak 1945 yılında Tahran’da Posta Telefon-Telgraf İdaresi’nde göreve başladı. 1971 yılında emekli oldu. On sekiz yaşından itibaren aralarında edebiyat bölümünün sorumluluğunu üstlenmiş olduğu Rûşenfikr: Aydın, yayın kurulu üyeleri arasında yer aldığı Sohen: Söz, Sepîd u Siyâh: Beyaz ve Siyah gibi dergilerde şiirlerini yayınlamaya başladı. Aynı zamanda gazetecilik ile de yoğun olarak ilgilendi.  
İlk şiir mecmuasını 1955 yılında Nâ Yâfte adıyla yayınlayan Muşîrî, Gonâh-i Deryâ adlı ikinci eserini 1956 yılında kaleme almıştır. Diğer şiirleri, Ebr (1961), Bahâr Râ Bâver Kon (1968), Pervâz Bâ Hûrşîd (1968), Ez Hâmûşî (1985), Morvârîd-i Mihr (1986), Âh Bârân (1988) adlı şiir mecmualarında yayınlanmıştır. Ez Diyâr-i Âştî, Ebr u Kûçe ve Âvâz-i Ân Perende-yi Ğamgîn adlı mecmuaları da şairin önemli eserleri arasındadır. 

Şiiri yer yer romantik özellikler taşıyan Feridûn-i Muşirî eserlerinde bazen üzüntülere boğulmuş dizelere, zaman zaman aşk ve duygusallıktan, yüce değerlerden, bahseden oldukça samimi ifadelerle dolu mısralara yer vermektedir. Genel bir değerlendirmeyle şiiri, eski ve yeni tarz arasında, ancak yönü daha çok yeniye doğru olan bir tarza sahiptir. Muşirî’nin şiiri, taşıdığı bu özelliklerden ve sade bir tarzda kaleme alınmasından dolayı şiir okurları tarafından olduğu gibi halk kesimlerince de yoğun ilgiyle karşılanmıştır.   
Çağdaş İran edebiyatının yeni tarzı benimseyen şairleri arasında yer almakta olan Muşîrî, bu ekolün ünlü kalemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Nâ Yâfte ve Gonâh-i Deryâ adlı eserlerinde aşk ve sevgiyi konu alan gazeller önemli yer tutmaktadır. Şiirlerinde kullanmış olduğu kelimeler dikkatle ve özenle seçilmiş, kullandığı dil genelde sade ve akıcıdır. Terk edilmiş ya da az kullanılan lafızları ve vezinleri kullanmaktan kaçınan şair, düşüncelerini samimiyetle ve gerçeklerden yola çıkarak mısralara aktarmaya çalışmıştır. 
Şiirlerinin önemli bir bölümü içerisinde yaşadığı dönemin ve bir bireyi olduğu toplumun özelliklerini yansıtan ifadelerin yer aldığı; sosyal hayatın, toplumsal değerlerin yansımalarının geniş olarak görüldüğü dizelerden oluşmaktadır.  

Feridûn-i Muşirî, siyasetle yakından ilgilenmemiş ve siyasi çevrelere fazla ilgi duymamıştır. Siyasetten ve toplumun siyasi yapısıyla ilgili konulardan oldukça az bahsetmiştir. Mutasavvıf olmamasına rağmen şiirlerinde yer yer tasavvuftan bahsetmiş ve bazen de tasavvufi şiirler kaleme almıştır. Şiiri lirik tarzda kaleme alınmış dizelerden, aşk şiirlerinden oluşan Muşirî, çok hassas ve ince düşünceli bir şahsiyettir. Bir gülün pörsümesinden, bir çocuğun sessiz ve çaresiz bakışlarından, kafesteki bir kanaryanın feryadından, zincirlere, prangalara vurulmuş birinin üzüntüsünden gözleri yaşaran bir duygusal yapıya sahiptir. Oldukça sade bir dille akıcı bir tarzda kaleme alınmış, tatlı şiirleri daha çok gençlere yöneliktir. Özellikle “Kûçe: Sokak” adlı şiiri aşk şiirleri arasında en güzel şiir olma rekoru kırmıştır. Şiirinde sosyal konulara yer vermesinin yanında lirik şiirler de eserlerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır  

Muşirî, sosyal konularla yakından ilgilenmiş, içerisinde yaşadığı ve bir bireyi olduğu toplumu yakından izleyerek gözlemlediği olayları, insanların birbirlerine karşı tavırlarını, özellikle de topluma yön veren değerlerin günden güne tek tek ortadan kayboluşunu üzüntüyle izleyip bu konuları kendine özgü, bir kısmı daha önceden diğer şairler tarafından kullanılmamış tasvirler, zengin anlamlı terkipler, oldukça güzel ve uygun nitelemelerle dolu, beliğ bir dille ifade etmiştir.  
Muşirî’nin şiirlerinde yer verdiği ana temalardan biri ve en önemlisi, insanlıktır. İnsanlığın, insani değerlerin ölümünü gözleriyle gördüğü, bizzat yaşadığı dönemlerde, bütün gücüyle, bütün şairlik kabiliyeti ve söz ustalığıyla sonuna kadar yeteneklerini kullanarak sevgi ve vefanın mucizesini gösterme, iyilikleri ve insanlar arasındaki şefkat ve doğruluk gibi değerleri yaygınlaştırma yolunda yoğun çaba sarf etmiştir. İnsanlığın bugün her şeyden daha çok insanlığa, insani değerlere susamış olduğunu ve günümüzde en çok bu değerlere ihtiyaç duyduğunu çok iyi bilmektedir. İnsanlığın bütün problemlerinin tek bir kelimede, “dostluk” kelimesinde olduğunu her zaman vurgulamaktadır. Aşağıdaki mısralarında bu konudaki betimlemeri açık olarak görülür:

Dünya halklarının sonsuza kadar birbirleriyle dost olmalarını isteyen bizler
İyilik ve şefkatin omuz omuza egemen olmasını arzulayan bizler
Talihsizliğimize bakın ki, bir ömür geçti de 
Birbirimize karşı şefkat gösteremedik  

Bu daracık kulübede ne bu ihtişam!
Bu karanlık gecede bu ne aydınlık!  
Her zaman her bulutun arkasından parlak bir güneş gelir
O ümitsizlik duvarlarının arkasından hep 
Umut ve uçsuz bucaksız aydınlık ufuklar açılır  

Gel üzüntü dikenlerini gönlünden çıkar at ey sevgili
Bugün umut çiçeklerinin açma zamanıdır  

Ansızın yoluma bir yıldız doğar
Bana”Umutlu ol gelecek aydınlıktır” der 
Ben çok iyi biliyorum ki, gecenin bir vaktinde
Aydınlık saçan bir güneş doğar
Zafer çiçeklerinin gülücükleriyle gülümser

Bahâr Râ Bâver Kon: Bahara İnan adlı şiir mecmuası, içerisinde yaşamakta olduğu toplumun sosyal bozulmuşluklarını, insanların karşı karşıya bulundukları birtakım problemleri dile getirmeği konu alan şiirlerinden oluşmaktadır. Çok hassas bir yaratılışa sahip olan şair, olayları bizzat yaşayarak değerlendiren bir bakış açısıyla duygularını dile getirmektedir. Çevresinde gelişen bütün olumsuzluklardan son derece rahatsızlık duymakta olan şair bütün bu etkenlerden kaynaklanan iç sıkıntılarını sosyal bir renk kazanmış olan dizeleri aracılığıyla ifade etmektedir. 

Muşirî’nin şiirlerinin çoğu umut dolu mesajlarla yüklüdür. O, şiirlerinde hep ümitsizliğin uçsuz bucaksız karanlık gecelerinde seher aydınlıklarını hatırlatır. Düşmanlıkların, kin ve nefretin kol gezdiği dikenliklerde her zaman dostluk ve sevgi çiçeklerinden bahseder. Sıkıntılar ve üzüntüler içerisinde ümit tomurcuklarının açacağını müjdeler:
Şimdi gönül gözün her şeye ümit penceresinden bakar
 
O, insani değerlerin ortadan kaybolmasıyla her şeyin anlamını yitireceğine inanmış ve bütün şairlik gücünü, yeteneğini kullanarak sevginin değerini, kaynaşmanın yüceliğini, iyilikleri, güzellikleri, şefkati ve sevgiyi yaygınlaştırmaya çalışmıştır:
Asırlardır iyilik uykuda
Kötülük her tarafta kol gezmekte...

Ne oldu? Ne oldu?
İyilik gülleri birdenbire soluverdi
Yoksa gizli bir el 
Gecenin bir yarısında sevgiyi ve şefkati çalıp da beraberinde mi götürdü
O devirlere nasıl inanırlar?
Çocukları buna inandırmak için yemin etmek gerekecek

Bu dünyada iyi olmak, yemin olsun ki, işlerin en kolayıdır
İyi olmak, yemin olsun ki işlerin en kolayıdır
Bilmiyorum, neden insan, bu derece, iyiliklere yabancıdır?! 

Şairin şiirlerinde ele almış olduğu ana temalardan biri de, geçmişte yaşanmış olan hatıralar ve aşklardır:
Yazık, vuslat günleri kısa; ayrılık günleri uzun!
Yazık, ömür kısa; ayrılık geceleri uzun!
Yazık, aşk gazellerini, aşk hikâyelerini kavuşma günlerinde okuduk
Ancak vuslatın değerini bilemedik
!  

Şaire göre, günümüz modern insanının her şeyden çok ihtiyaç duyduğu, susadığı ve zaman kaybetmeden elde etmesi gereken değer insanlıktır. Evrendeki bütün problemlerin çözümü için gerekli olan ilaç, insanlığı kurtaracak iksir ise dostluk ve sevgidir. 
Muşirî’nin aşağıdaki şiiri, insani değerlerin kaybedilişi, dünyanın sonsuz olmadığı, sadece iyiliklerin ve dostlukların kalıcı olduğu gibi yüce duyguları ve bu çerçevede daha başka değerlendirmeleri içeren oldukça anlam yüklü dizelerden oluşmaktadır:
Tarih Geçidinde Bir Damla Gözyaşı
Kâbil’in eli, Hâbil’in kanına bulandığı günden beri
Adem’in çocuklarının damarlarındaki kanda
Acı düşmanlık zehri  dolaşmaya başlayalıdan beri
İnsanlık öldü!
Adem diri olsa da...!

Kardeşleri, Yusuf’u karanlık kuyuya atalıdan beri
Baskı, zulüm ve kanla Çin Seddi’nin duvarları yükseleliden beri
İnsanlık ölmüştü!

Sonra dünya insanlarla doldu...
Ve bu değirmen döndü, döndü...
Adem’in ölümünden sonra asırlar, asırlar geçti
Yazık!
İnsanlık bir daha geri dönmedi!

Asrımız
İnsanlığın ölüm çağıdır!
Ben, bir gül dalının solmasından
Hasta bir çocuğun sessiz bakışından
Kafesteki bir kanaryanın inleyip sızlamasından
Zincirlere, prangalara vurulmuş birinin üzüntüsü yüzünden
-idam sehpasında asılmak üzere olan bir katilin bile-
Gözleri yaşlı, kızgınlığı boğazında düğümlenen biriyim

Bir yaprağın kurumasından bahsetmiyorum
Ah, yazık; ormanları çöle çeviriyorlar!
Kanlı ellerini
Halkın gözleri önünde saklıyorlar!

Bu namertlerin insana reva gördüklerini
Hiçbir hayvan diğerine yakıştıramaz!

Bir yaprağın solup pörsümesinden bahsetmiyorum
Kanaryanın kafeste can verişinin ölüm olmadığını farz et
Dünya üzerinde bir gül dalının bile yetişmediğini farz et
Ormanların ta yaratılıştan beri çöl olduğunu farz et

Bütün bu musibetlere, sabırla direnen insanlar arasında
Sevginin ölümünden, aşkın tükenişinden söz edilmektedir
Dillerde dolaşan, insanlığın ölümüdür!  
Barış Diyarından Bir Esinti
Birisi günün birinde bana
“Bunca yaşadın. Ne yaptın?” diye sorarsa
Ben, defterimi gözlerinin önünde açıp ağlayarak
Gülerek başımı kaldırırım
“Yeni bir tohum attım toprağa
Dirilip boy atacak, meyve verecek 
Ancak, çok bekledi, geç kaldı”

“O uçsuz bucaksız masmavi gökyüzünün altında
Avazımın çıktığı kadar her yerde aşkın yüce adını tekrarladım Durdum.
Bu yorgun, bu kısık sesimle
Dünyanın bir köşesinde uykuda kalmış birini uyandırırım diye

Ben şefkati övdüm
Ben kötülükle savaştım

Bir gül dalının, bir çiçeğin solmasına üzüldüm 
Kafesteki kanaryanın ölümüyle yasa boğuldum
Halkımın sıkıntılarından dolayı 
bir gecede yüz defa öldüm

Ancak, akılsızlarla savaşmak gerektiğinde
Kılıç bile kullandım
Beni kınama
Ben, sevda yolunda yürüdüm

Yürüdüğümüz daracık ve upuzun yolda
Cehalet karanlıkları kol geziyordu
İnsana inanmak, insana güvenmek yolumun kandiliydi
Kılıç Ehrimen  ’in elindeydi!
Bu meydanda benim tek silahım vardı
O da, sözdü

Şiirim, gönüllere ateş salmakta
Gönlüm kuru bir ağaç gibi her tarafından alevlenip yanmakta
Bu defterin tek bir sayfasını olsun oku, belki
“Acaba bundan daha fazla yanılır mıymış?!” dersin
Sabahı olmayan gecelerde hiç uyku tutmadım
İnsanın mesajını, insana ulaştırmaya çalıştım

Sözüm, barış diyarından bir esintiydi
Düşmanlıklar dikenliğinde bütün bu şeytanlıkları kökünden kazımak için
belki de şiddetli bir tufan vardı

Bizden önceki bilge yaşlılar, öğüt verircesine
Geç kaldık..., Geç kaldık...” dedi durdular
Bizim gibi binlercesinin sözü çöllerde yankılanmakta
“Başka bir ses olmalı, başka bir tufan” 

“Başka bir dünya kurulmalı!
O dünyada,
 yeniden 
            yeni bir insan yaratılmalı.”  
Misafir
Dünya, hiç durmadan seferde olan bir tren gibidir.
Zaman raylarının üzerinde, süzülen  yıldız gibi akar geçer.
Ezelin karanlık derinliklerinden,
ebedin bilinmeyen yarı aydınlık çöllerine 
ne haberler götürüyor da, böyle acelesi var?!
Trenin yolcuları, ezelden ebede değil, ah, kısa bir fırsatta, 
bu upuzun yolun iki durağı arasında 
isteseler de, istemeseler de ilerliyorlar.

İki durak, 
tanıdığın iki durak: 
       doğum ve ölüm;
iki yokluk arasında kısa bir varlık 
Adı ömür ki o da, rüya gibi geçer gider.

Pencerenin kenarında, diğer yolcular gibi 
bakış sürem içerisinde seyrediyorum:
bu ölü tabiatı, evreni, hayatı, 
insanlığın kaderini, 
bu hayat adı verilen yanık şarkıyı, 
bir hiç uğruna delicesine kavgayı,
bu zulüm pazarında 
insanın sığınaksız kalışını,
aileyi, 
anneyi, 
babayı, 
                                 vatanı, 
                     evladı, 
bizden önce o uçsuz bucaksız yollarda ömür tüketmiş yoldaşları...

Pencerenin kenarında, kendi hayalimle meşgulken 
ansızın durak sesi, süremin bittiğini salık verir.
Yarım nefes alacak kadar beklemeyecektir,
inmek gerekir.   

Baştan başa mesaj ve anlam yüklü ve seçkin tasavvufi şiirlerinden biri olan “Kurt” aldı şiirinde şair nefis kurdundan bahsetmektedir. Doymak bilmeyen arsız kurt insanoğlunun yaratılışından içerisinde gizli olarak hayat sürmektedir. Bu kurdu alt edebilmenin güçle, bilek zoruyla olmadığı ortadadır. Bu kurt ile iyi geçinen ve onun dediklerini yerine getiren onun huyunu öğrenir. Ancak ve ancak o kurdun kafasını kopararak bir tarafa atabildiği durumda insan temizliğe ve yüceliğe kavuşur:
Gençliğinde kurdunun başını kopar
Bu kurt seninle birlikte büyür ve yaşlanırsa vay haline
Yaşlandığında aslan gibi güçlü olsan bile
Yaşlı kurdun karşısında güçsüzsün
İnsanlar birbirlerini parçalıyorlarsa
Kurtlarını kılavuz ve rehber edinmişlerdir
İnsan böyle dertler ve sıkıntılar içerisindeyse
Kurtlar egemenlik sürüyorlardır
Kurtlar birbirleriyle dost, insanlar birbirine yabancı
Bu garip durum kime söylenmeli?!  

Fars edebiyatında ve özellikle de tasavvuf edebiyatında “Kûçe: Sokak” kelimesi yoğun olarak kullanılmaktadır. Sokak herkese açık olan genel bir güzergah olmasına rağmen onun da mahremleri vardır. 
Attâr yedi aşk şehrini gezdi
Biz henüz bir sokağın kıvrımındayız.

Mevlânâ

Ey sevgilimizin sokağından geçen
Haberin olsun sevgilimizin duvarı kafaları yarar
 

Muşirî’nin Kûçe adlı şiirinin konusu, diğer eserlerinden biraz farklıdır. Kûçe dışında da aşk konulu çok üst dereceden şiirler kaleme almıştır. Ancak bu şiire bu kadar önem verilmesi ve öne çıkarılmasının sebebi; daha çok utangaçlıkla karışık, tatlı, üzüntü verici, tehlikesiz, zararsız, masumane ve ebedi duygular taşıyan ifadelerle dolu olmasıdır. 
Sensiz mehtaplı bir gecede yine o sokaktan geçtim
Bütün bedenim göz kesildi şaşkın şaşkın senin ardından baktım
Ruhumun derinliklerinde senin hatıranın gülü parıldadı
Yüzlerce hatıranın kokusu yayıldı

Şair, bu ilk mısralarıyla okuyucuyu kendisine alıştırmaya çalışıyor. Bu mısraları bir ip gibi okuyucunun boynuna atarak onu sokağın kıvrımlarında kendisiyle birlikte devam etmeğe çağırıyor. 

Birlikte o sokaktan geçtiğimizi, 
Kanatlanıp o muhteşem halvette gezindiğimizi hatırladım. 

Gönlümün senin arzunla kanat çırptığı ilk gün
Bir güvercin gibi çatının saçağına kondum
Sen beni taşladın! Ben ne ürktüm ne de kopup gittim 

O gece ve diğer bütün geceler üzüntünün karanlıkları arasında geçti gitti!
Ne incittiğin aşıktan artık bir haber aldın!
Ne de o sokaktan artık geçiyorsun!

 Sensiz, ancak ne hallerde ben o sokaktan geçtim.... 

KAYNAKÇA

Borkaî, Seyyid Muhammed, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsir-i Îrân, Tahran 1373 hş.‎
Hafız-i Şîrâzî, Divan (yay. Muhammed-i Kazvînî-Kâsım-i Ğanî) Tahran ‎‎1375 hş.
Hâkimî, ‎İsmâîl, Edebiyât-i Mu‘âsır-i Îrân, Tahran 1374 hş. 
‎Muhammedî, Hasan Ali, Ez Bahâr Tâ Şehriyâr, Tahran 1374 hş.
Muşirî, Ferîdûn, Ez Diyâr-i Âştî, Tahran 1373 hş.
Muşirî, Ferîdûn, Guzîne-yi Eş‘âr, Tahran 1369 hş.
Novrûzî, Cihânbehş, Edebiyât-i Mu‘âsir, Tahran 1376 hş.‎
Şekîbâ, Pervîn, Şi‘r-i Fârsî Ez Âğâz Tâ İmrûz, Tahran 1373 hş. 
Yakûbşâhî, Niyâz, Âşıkânehâ, Tahran 1373 hş. ‎
‎Yûsufî, Gulamhuseyn, Çeşme-yi Rûşen, Tahran 1373 hş. 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.