MEVLANA VE GAZEL SEÇKİSİ
Prof.Dr. Nimet Yıldırım
Şems, Mevlana’yı, onunla buluşmasını ve bu buluşmanın kendisindeki değişimi şu dizelerle dillendiriyor:
Güzel söylerim, hoş söylerim
İçim ışıl ışıl, aydınlık benim
Durgun bir suydum, kaynardım kendi kendime
Döner dururdum etrafımda, kokardım
Birden Mevlana’nın varlığı şimşek gibi çaktı canıma
Akmaya başladım, çay oldum, ırmak oldum
Akıyorum şimdi tatlı tatlı
Mutlu, kutlu ve pırıl pırıl
Ferîduddîn-i Attâr’dan (ö. 1221) sonra Fars mistik şiiri, sınırları kestirilemeyen doruklara doğru tırmanmaya başladı. Bu zirvelerden en yüksek olanına bir tek Mevlânâ Celâluddîn (ö. 1273) erişebildi. Onun ardından da bu doruklar asırlar boyu kimselerin erişemediği sadece onun üstün yeteneklerine özgü makamlar olarak kaldı.
Mevlânâ Celâluddîn’in gerçekte bütün Müslüman sufîlerin hayatları boyunca biriktirdikleri bilgiler ve deneyimlerinin bir ürünü olan şaheser yapıtı Mesnevî, sadece fizikî açıdan bile Dante’nin İlahi Komedya’sının iki katı ya da Yunanca İlyada ve Odesseia’nın toplamı kadardır.
Ancak nitelik açısından bütün dünyada insanlık tarihi boyunca yazılmış şiirlerin, bir başka deyişle dünya şiir tarihinin erişilemeyecek en yüksek doruklarında şaşırtıcı bir ihtişam ve göz kamaştırıcı bir görkemle yerleşmiş benzersiz bir ruhanî yücelik ve ululuk göstermektedir.
Tasavvuf edebiyatının bu eşsiz şaheseri, Dante’nin İlahi Komedya’sından yaklaşık yarım yüzyıl ya da daha az bir zaman önce kaleme alınmıştır.
Bütün bunlarla birlikte Mesnevî’yi bütünüyle ve eksiksiz anlama için en temel kaynak Mevlânâ’nın bizzat kendi hayat tarzı ve felsefesidir. Çünkü Mesnevî’nin birçok işareti, simgesel ifadeleri ve sembolik anlatımı bizzat Mevlânâ’nın hayatı ve deneyimleriyle çok yakından ilişkilidir.
Kendi dizelerinde yer verdiği “Güzellerin sırlarının, başkalarının sözlerine konu olması daha güzeldir” ifadesinden, oğlu Sultan Veled’in de belirttiği ve babasının birçok sözlerinde de yer aldığı gibi birçok evliya ve kutsal kişiliklerin üstün özellikleri ve güzel huyları hakkında aktardıklarının yine bizzat Mevlânâ’nın kendi halleri ve deneyimleriyle ilgilidir. Buradan hareketle Mesnevî’nin aynı zamanda önemli ölçüde Mevlânâ’nın tasavvuf yolunda kat ettiği süluk aşamaları ve hayat felsefesini yansıttığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Bunların yanı sıra birlikte Anadolu macerasının, ruhanî olgunluğa erişmesinin temel mayasını oluşturmasından ötürü o, elbette Horasan ve oradaki dostlarını Belh ve Semerkand’ın bütün çekici özellikleri ve tatlılıklarıyla, kendisine zevk veren yanlarıyla bile Anadolu hatırına unutabilirdi.
Ancak onu, zaman zaman kamışlıktan ayrı kalmış bir kamış gibi vuslat arzusuyla yakıp kavuran, babasıyla birlikte Horasan’dan başlayan ruhun olgunluk aracı olarak kabul edilen yolculuğu, her tür hicret ve ruhanî seyahati tanımlamaktadır. Her halükarda onun bu göç hikayesi; başlangıcı karanlıklar ve belirsizliklerle karışık efsanelerle iç içe girmiş, sanılarla dolu bir rüyaya benzemektedir.
Mevlana’nın Dîvân-ı Kebîr’indeki şiirlerin çoğunu Şems ile buluşmasından sonra söylediği kabul edilir. Mevlana’nın bu şiirlerinde genellikle “Şems” mahlasını kullandığı, Şems’ten önce yazdığı şiirlerindeki “Hâmûş” mahlasının da Şems’le ilgili olup olmadığı bilinmemektedir.
Mevlana Mesnevî’de olduğu gibi Dîvân’da da Horasan halk Farsçasını kullanmıştır. Düşüncelerinde olduğu gibi şiirlerinde de şekil ve içerik açısından geniş bir özgürlük havası egemendir. Döneminin bütün bilgilerini kavramış, Hint-İran, Yunan-Roma mitolojisini bilen, ayet ve hadislerden faydalanan bir bilge olan Mevlana’nın şiirlerinde halk unsurlarının önemli bir yeri vardır. Onun İran edebiyatını bütün incelikleriyle bildiği şüphesizdir. Dîvân-ı Kebîr’deki şiirlerde genellikle “Şems”, “Sems-i Tebrîzî” mahlasları kullanıldığından esere Dîvân-ı Şems veya Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî adı da verilir.
1
GİTME BENSİZ...
Bu ne salınarak gidiş, canımın canı gitme bensiz,
Ey aşıkların canı, bağa, bahçeye gitme bensiz.
Ey felek dönme bensiz, ey ay doğma bensiz,
Ey toprak bitirme bensiz, ey zaman yürüme bensiz.
Bu dünya senle güzel, o dünya da senle güzel,
Bu dünyada olma bensiz, o dünyaya gitme bensiz.
Ey ayan bilme bensiz, Ey dil, okuma bensiz
Ey göz görme bensiz, ey ruh gitme bensiz.
Gece ayın ışıltısıyla aydınlık görür kendini,
Geceyim ben, sen de ayım, gitme göklere bensiz.
Diken güvencede şimdi ateşten; gülün ince gölgesinde,
Gülsün sen, ben de dikenin, gitme gül bağına bensiz.
Vay haline bu yolda sensiz, kılavuzsuz gidenlerin!
Sensin benim kılavuzum, ey kılavuzum, gitme bensiz.
Vay haline bu yolda bilgisiz gidenlerin!
Yolumun bilgesisin sen, ey yolumun bilgesi gitme bensiz.
Başkaları aşk der sana, ben aşkın sultanı derim,
Ey zandan, sanıdan yüce yar, gitme bensiz.
2
SENSİZ OLMUYOR…
Başkaları olmadan yaşanıyor, ama sensiz olmuyor,
Sen dağlamışsın çünkü yaramı, bu gönül sensiz olmuyor.
Senin sarhoş aklının gözü, kahpe feleğin durmadan dönüşü,
Eğlencenin, coşkunun efendisi, safa sensiz olmuyor.
Can seninle coşuyor, gönül seninle içince zevkten uçuyor,
Aklım çılgınca coşup taşıyor, bir türlü sensiz olmuyor.
Şarabım sensin, mahmurluğum sen, bağım sensin, baharım sen,
Uykum sensin, kararım da sen, asla sensiz olmuyor.
Makamım sen, celalim sen, saltanatım da mülküm de sen,
İçtiğim tertemiz berrak su sen, sensiz olmuyor.
Bazen vefâlı bir dostsun, bazen cefa ediyorsun,
Benimsin sen, nereye gidiyorsun, sensiz olmuyor.
Gönül vereni incitiyor, tövbe edenin tövbesini bozuyorsun,
Bütün bunları sen yapıyorsun, yine de sensiz olmuyor.
Sensiz olsaydı eğer, dünya altüst olurdu,
İrem Bağı cehenneme dönerdi, sensiz olmuyor.
Sen baş isen, ayak olurum ben, sen avuç olsan, ben alem,
Terk edip gidersen yok olurum, sensiz olmuyor.
Uykularımı çaldın, her şeyimi yok ettin,
Herkesle ilişiğimi kestin, yine de sensiz olmuyor.
Sevgilim olmazsan eğer, olur her işim perişan benim,
Ey can dostum, gam ortağım, sensiz olmuyor.
Sensiz ne yaşamak güzel, sensiz ne ölüm güzel,
Derdinden nasıl kurtulacağım söyle, sensiz olmuyor.
İyi ya da kötü ne dersem diyeyim, bir değeri yok sözümün,
Lütf edip söyler misin, neden sensiz olmuyor?
3
GÖNÜL KABESİ
Gönül Kabe’sini tavaf et; varsa eğer yüreğin,
Mana Kabe’si gönüldür, sen çamuru ne görürsün?!
Kabe’yi tavaf edersin yalın ayak, yaya bin kez,
Bir gönül incitirsen Hak asla kabul etmez!
Durma! Ver malını, mülkünü de bir gönül kazan;
Mezarın karanlık gecesinde gönül sana aydınlık verecek olan.
Bin kese altın götürsen de sen huzuruna Hak'kın;
“Bize getiriyorsan biricik bir gönül getir” olacaktır cevabı Hak'kın!
Altın da gümüş de bizim katımızda sadece bir leştir;
İstediğimiz gönüldür, gönül; eğer bizi istiyorsan sen!
“Arş”tan, “kürsü”den, “levh” ve “kalem”den daha yüce
Yıkık gönül; sakın asla onu küçük görme!
Değersiz görünse de sen aşağı görme bir gönlü asla;
yüceler yücesindedir, gönül en aşağıda da olsa.
Yıkık gönül nazargahıdır yaratıcının,
Onu onaran cana ne mutlu!
Bağla hizmet kemerini bir köle gibi gönüllere hizmet için ;
Durup direnirsen bu yolda açılır kapılar önünde senin.
Amacın mutluluk ve ikbal olursa senin,
Uzaklaşırsın kibirden, sevgilisi olursun gönüllerin.
Vurunca birlikte seninle gönüller,
Fışkırtır hikmet kaynaklarını yürekler.
Hayat suyu akmaya başlar dilinden sel gibi;
İlaç olur hastalıklara nefesin Mesih gibi.
Sus! Sen gönül vasıflarını anlatıp bitiremezsin!
Her saç telinin üzerinde olsa da iki yüz dilin!
4
YAPMA
Duydum; sefer hazırlığı yapıyormuşsun, yapma,
Hasmımın sevgilisi olmak istiyormuşsun, yapma.
Garipsin sen dünyada, gurbete neden gidiyorsun?
Hangi hasta gönlü perişan etmek istiyorsun, yapma.
Bizden kaçırma kendini, yabancıların gitme yanına,
Yabancılara dönüp kaçamak bakışlar atıyorsun, yapma.
Ey ay yüzlü, senin yüzünden darmadağın oldu dünya,
Bizi perişan edip, hayatımızı altüst ediyorsun, yapma.
Niçin söz veriyorsun, niçin yemin edip duruyorsun?
Nazı da yemini de kendine siper ediyorsun, yapma.
Kuluna verdiğin sözler, yaptığın antlaşmalar ne oldu?
Sözünden ve yaptığın anlaşmadan dönüyorsun, yapma.
Ey makamı varlık ve yokluk evreninin üstünde olan,
Varlık evreninden geçip öteye gidiyorsun, bunu yapma.
Ey cennet’i de cehennem’i de egemenliğine alabilen,
Cennet’imizi bizim cehenneme çeviriyorsun, yapma.
Senin şeker gibi ülkende yok korkumuz zehirden,
Zehirle şekeri rakabete sokuyorsun, bu rekabeti yapma.
Yüreğim ateşle dolu ocak gibi, yetmedi mi sana da,
Ayrılığınla, yüzümü altın sarısı yapıyorsun, yapma.
Yüzünü göstermediğin zaman, kararır üzüntüden Ay,
Ay’ın tutulması için çalışıyorsun herhalde, bunu yapma.
Su vermezsen eğer, kurur, çatlar dudağımız bizim,
Neden hep ağlatıyorsun bizi, böyle yapma.
Aşıkların akıllı gibi davranmalarına katlanamıyorsun,
Öyleyse akılları niye karıştırıyorsun, fitnecilik yapma.
Hastaya perhiz yaptırıyorsun, ona helva vermiyorsun,
Böylelikle aşığını daha çok hasta ediyorsun, yapma.
Benim harama meyleden gözüm, güzelliğini çalıyor,
Ey sevgili, gözümü hırsızlığa alıştırıyorsun, yapma.
Arkadaş, konuşma vakti değil şimdi. Kes artık sesini,
Aşka tutulmuşsun bir kere, kurtulmak için yol yapma.
5
NEDEN KAÇIYORSUN?!
Ey cihanın canı sen neden kaçıyorsun?!
Ey hükümdarlar övüncü sen neden kaçıyorsun?!
Bizi sen ne işlere gönderiyorsun,
Gizli gizli sen neden kaçıyorsun?!
Ok gibi gidiyor, sen geri geliyorsun;
Bu kez yaydan sen neden kaçıyorsun?!
Baksana binlerce hazinen var senin;
Bir yarım ziyandan sen neden kaçıyorsun?!
Şekerinin biteceği mi var ki senin,
Otur şurada sen neden kaçıyorsun?!
Her şekerin sırdaşı ağız ya,
Ağızdan sen neden kaçıyorsun?!
Senin gölgende güvende bütün evren,
Ey güven! Ey güvence! Sen neden kaçıyorsun?!
Evren hep insan yiyen kurtlarla dolu,
Ey gönül! Çobandan sen neden kaçıyorsun?!
Sus sen sus, konuşmak hep ziyan zaten,
Ziyana doğru sen neden kaçıyorsun?
Yeni yorum ekle